Tamamen belirsizlik, bilinmezlik ve gelecek endişesiyle yaşayan Müslümanlar, her bir toplumsal olayın ardından kendilerine fatura çıkarılabileceğinden endişe duyuyor.
Dr. Hayati Ünlü / AA
Hindistan’da Nerandra Modi yönetimi Babri camiinin yerine inşa edilecek Ram Tapınağı’nın temelini 5 Ağustos tarihinde attı. Büyük bir gösteriye dönüştürülen temel atma töreni, kamuoyunun geneline göre “Yeni Hindistan” için tarihin yeniden başlangıcına tekabül ediyor. Modi yönetiminin Hindutva gündeminin en önemli parçalarından biri olan tapınak, Ulusal Gönüllüler Organizasyonu (RSS) ve Hindistan Halk Partisi (BJP) gibi Hindu milliyetçisi ailenin önemli bileşenlerinin vermiş oldukları fotoğraflarla, ülkenin kime ait olduğuna dair önemli bir mesaja karşılık geldi. Aslında Modi yönetimi bu noktaya bir anda gelmemişti. 2019 seçimleri sonrasında önce Keşmir’in statüsünü değiştiren Modi yönetimi, ardından Vatandaşlık Yasası’nda bir değişikliğe gitmiş ve ülkede büyük bir muhalif dalganın ortaya çıkmasına neden olmuştu. Bu muhalefet protestolarını kabul edemeyen Hindu milliyetçileri ise 2020’nin Ocak ayında Delhi’de Müslümanlara karşı kitlesel bir şiddet kampanyası başlatmıştı. Bu sürecin geldiği nokta itibariyle, temeli atılan Ram Tapınağı, yeniden inşa edilmesi planlanan Hindu devletinin kurucu mitinin senaryosuna dönüştürüldü.
Ram Tapınağı’nın, adını Babür Şah’tan alan “Güney Asya’nın Ayasofya’sı” olarak nitelendirilebilecek Babri camiinin bulunduğu yere yeniden inşa edilmesinin ülkedeki Müslümanlar için seçilmiş bir travma etkisi doğurduğu tartışılıyor. Ülkede kendilerini büyük bir baskı altında hisseden Müslümanlar için, Ram Tapınağı psikolojik bir sınıra karşılık geliyordu. Ülkede zaten başta Müslümanlar olmak üzere azınlık durumunda olan hiçbir kesimin hakkı korunamadığından, uzun süredir büyüyen bir anayasal kriz mevcuttu. Şimdi ise Müslümanların bir arada yaşama kültürüne olan inancını tamamen yıkan psikolojik bir kriz ortaya çıkmış oldu. Üstelik tapınağın açılışı, geçtiğimiz yıl Keşmir’in statüsünün değiştirildiği tarihle aynı güne denk getirilmişti. Artık Hindular dışında hiçbir sosyal kimliğin kendini güvende hissetmediği ülkede, doğal olarak Müslümanlar da geleceklerinden büyük bir kaygı duyuyorlar.
Büyüyen psikolojik kriz
Hindistan’daki Müslümanların uzun bir süredir travma halinde olduğu tespitini yapan sosyal bilimciler, bu kitlenin sosyo-duygusal bir patlama yaşayabileceğini her fırsatta dile getiriyor. Öyle ki Modi yönetimi gerek açıklamalarıyla gerekse de eylemleriyle, sosyal davranışta büyük önem arz eden toplumun duygularını altüst etmeyi başardı. 2014 öncesinde Müslümanların yönetimi ele geçirip Hinduları bu topraklardan atacaklarını sürekli dile getirerek Hinduların içindeki korkuyu harekete geçiren BJP, iktidarı ele geçirdikten sonra ise en önemli hedeflerinden biri olan devletin yeniden inşasını, Müslümanlara yönelik öfkeyi körükleyerek gerçekleştirmeye çalıştı. Müslümanlara her fırsatta hakaret etmeyi bir gelenek haline getiren BJP’li yöneticiler, özellikle 2019 sonrasında iyice radikalleşerek nefret ve linç kültürünü teşvik etmeye başladılar. Özellikle geride bırakılan Delhi eyalet seçimlerinde, BJP’li yönetici Anurag Thakur’un seçim mitinginde, Müslümanları kast ederek “hainlere vurun” sloganıyla Hindu kalabalıkları kışkırtması unutulmuyor. Başbakan Modi ise son Ram Tapınağı açılışında Ram’ın “sosyal uyumu” arzuladığını vurgulayarak homojen bir toplum inşa etmek istediklerini ima etti.
Hinduların içindeki korku ve öfkeyi harekete geçiren Modi yönetimi, Müslümanlar arasında ise korku ve kaygının artmasına yol açmış bulunuyor. Tamamen belirsizlik, bilinmezlik ve gelecek endişesiyle yaşayan Müslümanlar, her bir toplumsal olayın ardından kendilerine fatura çıkarılabileceğinden endişe duyuyor. Örneğin Kovid-19 sürecinde, “Korona cihadı” söylemiyle, virüs bulaşmış Müslümanların kasten taşıyıcılık yaptığını iddia etmiş olan Hindu milliyetçileri “İslami virüs” gibi kabul edilemeyecek terimleri kullanabildiler. Yine Ram Tapınağı inşası sonrasında, kendilerine artık her türlü şiddetin uygulanabileceğini düşünen Müslümanlar, Hindu milliyetçilerinin kendilerine uyguladığı sosyal Darwinci politikaların en üst seviyeye ulaştığını düşünüyorlar.
Büyük olanın küçük olanı yuttuğu bu oyunun son örneği ise geçtiğimiz hafta Bangaluru’da yaşandı. Hz. Peygamber’i (SAV) hedef alan bir sosyal medya paylaşımının ardından, Müslümanların verdiği haklı tepkiye Hindu milliyetçileri tarafından yoğun bir şiddetle cevap verildi. Olaylar sırasında 3 kişi hayatını kaybederken 50’den fazla kişi de yaralandı. Olayın sıcaklığı devam ederken, Hindu milliyetçisi sosyal medya hesaplarından, Müslümanların Kongre Partili ve Dalit, yani kast sisteminin en alt katmanından bir kişiye saldırdığı iddia edildi. Bu da Hindu milliyetçilerine karşı oluşan sosyal ittifakları dağıtma hamlesi olarak yorumlandı.
Yükselen zımni mobilizasyon
Tapınağın kalabalık temel atma töreni sonrasında, ülkede Müslümanların bu duruma ilk defa bu kadar sessiz kaldıkları görüldü. Bu sessizliğin sebeplerinden birisi Kovid-19 süreciyken diğeri ise üzerlerinde sistematik bir şekilde yoğunlaşan baskı ve şiddet. Ülke Müslümanları kendilerine uygulanan şiddet repertuvarının her geçen gün daha düzenli ve daha organize hale geldiğini ifade ediyorlar. Buna rağmen yine de Müslümanlar Keşmir’de militarizme, diğer bölgelerde ise şiddete karşı protesto haklarını kullanmaya devam etmekteler. Örneğin Delhi şiddetinin ardından Shaheen Bagh’ta Müslüman kadınların çoğunluğu oluşturduğu barışçıl protesto, salgın sürecine uzun süre dayanabildi. Diğer yandan özellikle Kovid-19 süreciyle sokağa çıkamayan Müslümanların zımni bir sosyal mobilizasyonu ortaya koyabildiği gözlemleniyor. Sosyal medya üzerinden organize edilen kampanyalardan kaleme alınan şiirlere, resmiyette kendini gizleyen insanların gayri resmi olarak birliktelik bilincini geliştirmeye devam ettikleri gözlemlenebilmekte. Bu sessiz ve derinden ilerletilen birlikteliğin ise güçlü bir taban hareketini besleyeceği tahmin ediliyor.
Olası bir yeni sosyal ivmelenmeye karşı polis gücüne daha fazla yetki veren Modi yönetiminin sahip olduğu bu güven, hâlâ daha güçlü bir desteği arkasında hissetmesiyle ilgilidir. Güncel sosyal mobilizasyonlar bağlamında, şu an dünyada iki ana akım eğilimin var olduğu söylenebilir. Birincisi, muhalefetlerin başvurduğu iç yönetim konusundaki huzursuzlukla; ikincisi ise daha çok iktidarların kullandığı jeopolitik yönelimle ilgili. Birinci durumda, iktidarın yönetiminden rahatsız olan muhalefet tabandan yükselen memnuniyetsizliği arkasına alırken ikinci durumda ise iktidar, yönetimdeki istikrarsızlığın jeopolitik tehditlerden kaynaklandığı iddiasıyla hem muhalif söylemi itibarsızlaştırmakta hem de rüzgârı kendi lehine çevirmekte. Bu açıdan Hindistan’da, başta Çin faktörü olmak üzere, jeopolitik faktörler üzerinden sosyal sermayeyi güçlendirebilen Modi yönetimi, henüz yönetemeyeceği muhalif bir dalgayla karşılaşmış değil. Fakat zaten ekonomik kriz içinde olan ülkede, bir taraftan Kovid-19 sürecinin iyi yönetilememesi, bir taraftan da giderek artan eşitsizlik deneyimleri, orta vadede Modi yönetimini zorlayacaktır.
Değişen Türkiye algısı
İç dinamikler kadar, Modi yönetiminin Keşmir, göçmenler ya da azınlıklar gibi konularda davranışlarını etkileyen dış dinamikler de bulunuyor. Birinci derecede olmasa da, Türkiye de her geçen gün artan bir şekilde bu kategoride değerlendirilebilir. Eski dönemlerin aksine, Keşmir meselesine daha fazla destek veren ve göçmenlerden yerli Müslümanlara kadar sorunların dile getirilmesine daha fazla aracı olan Türkiye’nin etki kapasitesinin de bu oranda arttığı görülüyor. Üstelik Türkiye bunu sert güç unsurlarıyla değil, yayın organları, sivil toplum ve düşünce kuruluşları gibi yumuşak güç unsurlarıyla yapmakta. Ayrıca Birlemiş Milletler (BM) ya da Nükleer Tedarikçiler Grubu (NSG) gibi uluslararası örgütler üstünde de diplomatik sıkıştırmalarda bulunulabilmekte. Türkiye’nin bu çabaları sadece Pakistan tarafından değil, başta Keşmirli Müslümanlar olmak üzere yavaş yavaş Hindistan’daki Müslümanların tamamı tarafından görülebiliyor. Daha önceleri gerek sosyal mühendislik gerek dezenformasyon kampanyaları aracılığıyla Pakistan’a yakın duran, ancak Hindistanlı Müslümanları ihmal eden bir Türkiye algısı da bu şekilde yavaş yavaş ortadan kalkıyor. Güney Asyalı eski dönem şairlerinin Kayı boyu için yazdığı şiirler yeniden hatırlanmaya başlarken Diriliş Ertuğrul dizisinin Keşmir’deki sosyal değişime olan etkisi ayrıca not edilmeli.
Keşmirli Müslümanların yanı sıra Hindistan’ın diğer bölgelerindeki Müslümanların da Türkiye algısı yeniden şekillenirken bu değişimi teşvik eden son olay ise Bollywood yıldızı Aamir Khan’ın Türkiye’ye yapmış olduğu ziyaretle ilgili gelişti. Daha önceleri de Türkiye’yi çok defa ziyaret etmiş olan Khan’ın, son filminin çekimleri için gelmiş olduğu Türkiye’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’la görüşmesi, bir anda Hindu milliyetçisi grupların tepkisine neden oldu. Geçen yıl Bombay’da İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile görüşmeyi reddeden Khan’ın Türkiye’de yapmış olduğu ziyareti sindiremeyen Hindu milliyetçileri, Hindistan aleyhine tavır takınan Türkiye’nin yetkililerine tavır almaması nedeniyle büyük bir linç kampanyası başlattılar. Özellikle Müslüman kimliği nedeniyle ağır hitamlara maruz kalan Khan’ın Türkiye ziyaretinde ortaya çıkan tartışmalar ülkedeki Müslümanların da gözünden kaçmadı. Tartışmaları büyük bir ilgiyle takip eden Hindistanlı Müslümanlar, sadece Türkiye’yi haklı bulmakla kalmadılar, belki de yıllardır devam eden önyargının tüm yükünü de omuzlarından atmış oldular.
Netice itibariyle, her geçen gün kendi gelecekleriyle Türkiye’nin geleceği arasında daha fazla ilişki kuran Hindistanlı Müslümanların bu durumu, Türkiye için ayrıca bir fırsata karşılık geliyor. Türkiye’nin kendilerinin yanında pozisyon almasına zaten minnettar olan Müslümanlar, ilişkilerin stratejik boyutlarda daha fazla geliştirilmesi yönünde de hazır görünüyorlar.
[Dr. Hayati Ünlü çalışmalarını Güney Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde (GASAM) Güney Asya üzerine sürdürmektedir]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *