Atasoy Müftüoğlu: Yeni kavramlar, yeni sözcükler, yeni sözlüklerle sömürgeci fetihlerin sürdürülebildiği bir dünyada, edilgen teslimiyetçiliklerden kurtulabilmek için, yeni cevaplar bulmamız, yeni cevaplar için de, yeni yüzleşmelere cesaret edebilmemiz gerekir.
Propoganda ve hamaset dili/söylemi, sözcüklere ve hakikate zulmediyor, gerçekliği maskeliyor. Hamaset ve propoganda dilinin meşrulaştırılması sebebiyle, İslam toplumları, tarihin, sadece yüzeylerini görüyor, yüzeylerle ilgili yorumlarla yetiniyor. İslam toplumları, bugün, içe ve geçmişe kapanma yönünde yaptıkları yanlış/isabetsiz ve basiretsiz tercihlerinin, çok ağır ve dayanılmaz bedelini ödemeye devam ediyor. Eleştirel bilinç ve eleştirel farkındalığa sahip olmayan kültür hayatımız, kültür tarihimiz boyunca, Müslüman aydınlar/tarihçiler, kolektif cesarete sahip olmadıkları için yanlış/isabetsiz ve basiretsiz tercihlerle ilgili sistematik sorgulamalar yapmadılar. Bu nedenle de, toplumlarımız kendi kendilerini gelecekten ve tarihten dışlamış oldular.
Eleştirel bilince ve eleştirel farkındalığa geçit vermeyen, geçmişin bütün yanlışlarını da iftiharla sahiplenen konformizmler, özellikle, bugün, genç kuşakları hamaset mağdurlarına, hamaset mahkûmlarına dönüştürüyor. Konformizmler eleştirel yeniden değerlendirmelere, yorumlara, çözümlemelere ve inşa’lara ihtiyaç duymuyor. İslam toplumlarında bugün, bütün iktidarlar, iktidarlarını, konformizme, hamasete ve popülizmlere borçlular. İktidarlar, iktidarlarını sürdürebilmek için, kitlelerin zihinlerini hamaset yoluyla uyutabiliyor.
Günümüz toplumlarında sözcükler ve dil, fikirler için değil, hamaset ve propoganda için kullanılıyor. Hakikatler, tek cümlelik sloganlara hapsedilebiliyor. Özellikle, politik kadrolar hamaset temelinde anlam-hakikat üretmeye çalışıyor. Bu durumda, zorlu-yapısal-varoluşsal meseleler hiç bir şekilde konuşulmuyor. Kültürel hayatı estetik ya da niteliksel içerik yerine, ideolojik ya da ticari içerik belirliyor. Teknokültür temelinde, elektronik medya ürünü iletişim tarzı, insani anlamları-değerleri-dünyaları umursamıyor. Tevazu, incelik, bilgelik, zarafet’le ilgili medeni ilişki biçimlerinden hızla uzaklaşıyoruz. Bilgelikler her tür fanatizmi reddeder, bütün aşırılıklar ancak, bilgeliklerle aşılabilir. İnsani duyguların ve inceliklerin aşınmasıyla birlikte bugün, yapaylıklar ve yavanlıklar maalesef toplumsallaşıyor. Bugün, her tür kibir, bireysel/toplumsal/siyasal bir barbarlık biçiminde somutlaşıyor. Genç kuşakları, ebeveynleri değil, elektronik medya yönlendiriyor, kontrol ediyor, biçimlendiriyor. Global köy’de ‘yerli’ ve ‘milli’ klişelerinin hiç bir karşılığı bulunmadığını her nasılsa farkedemiyoruz.
İslam toplumları, kültürleri, propoganda-hamaset dili-söylemi temelinde, aldatıcı yükselişler yaşadığı için, bugün, ölümcül bir düşüş-çürüme yaşıyor. Entelektüel hayatımız sahte mutlaklara, modern hurafelere, ideolojik zırvalıklara kölece öykünmeyi sürdürüyor. Sahte mutlaklarla ancak sahte hayatlar yaşanıyor, sahte mücadeleler yürütülüyor. Bugün, düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatımızda radikal altüst oluşlar yaşanırken, İslami bilgi-bilgelik-bilinç alanına dönerek, bu alanı özgürleştirmeyi düşünmüyor. Bu nedenle de, modern ya da geleneksel vesayet alanını güvenli bir alan olarak görüyor, burayı terk etmeyi düşünmüyor. Modern ya da geleneksel vesayet alanını terk etmeyi çok riskli bir tercih olarak görüyor.
Ontolojik ve epistemolojik bağımlılığa mahkûm edilen toplumlar-kültürler bu sömürgeci mahkumiyetle hesaplaşmaksızın özgürleşemezler. Düşünce-kültür-edebiyat-ilahiyat hayatının, önce sözünü ettiğimiz bu rencide edici bağımlılığı ve mahkûmiyeti farketmesi gerekir. Türkiye örneğinde yaşadığımız üzere, toplumumuza dayatılan kapitalist/seküler/liberal gerçeklik, İslami bir varoluştan, bir başka/yabancı/seküler bir varoluşa geçmekle, tarihin öznesi olmaktan, tarihin nesnesi olmaya sürüklenmekle sonuçlandı. Bir toplumun bu şekilde, benzersiz bir biçimde, derin bir hiçliğe indirgenmesinden, çok etkili bir entelektüel/kültürel direniş hareketi, çok özgün ve etkili bir edebiyat hareketi, bağımsız bir ilahiyat birikimi çıkabilirdi, ne yazık ki çıkmadı. Bütün bunlar olmadığı gibi, tam tersine, toplumlarımız, Soğuk Savaş döneminde açıkça görülebileceği üzere, Komünizme karşı, her alanda, canla başla Amerikan ideolojisinin hizmetine girdiler.
Günümüzde, tarihin kederine, jeopolitik oportünizm, siyasal ihtiraslar ve entrikalar yön veriyor. Küresel tiranlığın bütün kötülükleri, fuhşiyat ve münkeratı kurumsallaştırdığı bir dönemde, özellikle Ortadoğu’da, aile-kabile diktatörlükleri, Amerikan ilgisini-himayesini kaybetmemek için, her tür politik ahlaksızlıkla uzlaşıyor. İslam ülkelerinde, maruz kaldığımız, ya da maruz bırakıldığımız radikal altüst oluşlar, radikal teslimiyetçilikler ve radikal belirsizliklerle ilgili olarak, politik kadrolara/iktidarlara, İslami ilkeler temelinde, uyarılar-eleştiriler ve önerilerde bulunabilecek bir tane bile etkili ahlaki otorite veya kamusal düşünür yok. Bu nedenle de, toplumlarımızda, iktidar sahiplerinin kaba/tuhaf kişisel amaçları, ihtirasları normal karşılanabiliyor. Toplumlarımızın, bugün, emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda kuşatılmış olduğunu gereği gibi görmüyor, gereği gibi algılayamıyoruz.
Hangi toplumda olursa olsun, bağımsız, somut, uzun vadeli inşa’lar üzerinde yoğunlaşılmadığında, ilgili toplumlar, propoganda ve hamasete başvuruyor. Hamasetin, geleceksizlikle ilgili olduğunu bilmek gerekiyor. Kriz dönemlerinde propoganda ve hamasetin maskesi düşüyor. Bireyler de, toplumlar da, konjonktürel tercihler ve çıkarlar, çıkar mülahazaları sebebiyle sahiciliklerini kaybederler. Zamandan ve tarihten bütünüyle bağımsız olamayız, ancak, zamanın ve tarihin nabzını tutarak, bu doğrultuda çözümlemeler yapabiliriz. Bunları yapamadığımız takirde, bugün, karşı karşıya geldiğimiz gibi, savrulur ve sürükleniriz.
İslam toplumlarında, düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, eleştirel bir tarih bilincine, eleştirel tarihsel farkındalığa sahip olabilseydi, Batı dünyasında Rönesans’tan bu yana, ideolojik/mitolojik/militan bir dil’le, İslam’a ve Müslümanlara karşı dışlayıcı-aşağılayıcı ve narsist bir tavır ve politika geliştirdiğini, bu tavır ve politikaları kurumsallaştırdığını görecek, buradan hareketle, bağımsız entelektüel çaba-mücadele konusunda yoğunlaşma yolunu seçecekti. Ne yazık ki, böyle bir yoğunlaşma olmadı. Böyle bir yoğunlaşma yolunu seçmek yerine, toplumlarımız, Batı’nın ve geleneğin vesayetini seçerek, şizofrenik edilgenliği ve belirsizliği gelenek haline getirdiler.
Yeni kavramlar, yeni sözcükler, yeni sözlüklerle sömürgeci fetihlerin sürdürülebildiği bir dünyada, edilgen teslimiyetçiliklerden kurtulabilmek için, yeni cevaplar bulmamız, yeni cevaplar için de, yeni yüzleşmelere cesaret edebilmemiz gerekir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *