Geleceğin gerçek anlamda tasarlanabilmesi için, İslam’ın bütün boyutlarıyla Müslümanların gündeminin merkezine dönmesi gerekiyor.
Atasoy Müftüoğlu
İslam toplumlarında, geleneğin otoritesinin, İslami otoritenin yerine geçmesiyle birlikte, milliyetçiliklerin, mezhepçiliklerin, batıniliklerin, yerel din’i ya da politik karizmatik figürlerin dokunulmaz kılınan meşruiyetleri sebebiyle, Müslümanlar, evrensel İslami misyonu-vizyonu temsil edemeyecek, evrensel fikirler-düşünceler üretemeyecek ve evrensel işlevleri yerine getiremeyecek ölçüde zihinsel-entelektüel bir taşralılaşmayı seçiyor. Bu taşralılaşma, Müsümanların entelektüel yeneteklerini-potansiyellerini ve tevhidi bütün melekelerini dumura uğratıyor. Tevhidi melekeleri dumura uğratan bu gelişme, Müslüman toplulukları, din’i hayatı, aydınları vb. tevhidi dünya görüşüne, tevhidi insan/toplum/tarih tasavvuruna yabancılaştırıyor.
Tevhidi dünya görüşüne yabancılaşan bireyler, toplumlar, din’i hayat, aydınlar vb. böylece hakikate yabancılaşıyor. İslam; milliyetçi, mezhepçi bir çerçeve içerisinde, ya da, yerel, din’i-politik figürlerin ufuklarıyla sınırlı bir yaklaşım içerisinde yaşanıyor, algılanıyor. Kendi milliyetçi ve mezhepçi algılarını, takip ettikleri din’i ya da politik figürlerin yaklaşımlarını, tarz ve tercihlerini mutlaklaştıran bir zihniyet, farklı bütün milliyet ve mezheplerle birlikte bunların temsilcilerini barbarca/insafsızca ötekileştiriyor.
Milliyetçi-mezhepçi çerçeveyle birlikte bu çerçeveyi tahkim ederek güçlendiren dini ve politik figürlerin çığırından çıkmış ihtirasları/bencillikleri/kibirleri sebebiyle, bugün, aziz İslam ailesinin-ümmetinin iradesi paramparça olmuştur. Bu iradenin paramparça olması sebebiyledir ki, bugün, dünya ve tarih çapında eşsiz bir barbarlık ve eşsiz bir küstahlık, İslam ülkelerini, halklar için yaşanılamaz hale getirerek, masum Müslüman halkları, katlanılması/dayanılması mümkün olmayan derin trajedilere, muhaceretlere mahkûm ediyor. Ümmet iradesinin paramparça olması demek, tevhid bilincinin, tevhidi dünya görüşünün, hiç bir otorite ve itibara sahip olmayan bir noktaya getirildiğine işaret eder. Müslüman aydınların, ulus-devlet çıkarları adına kutsallaştırılan milliyetçi-mezhepçi resmi doğruların ve resmi dilin yanında hizalanmaları, bu zihniyet böyle devam ettiği takdirde, Müslümanların kıyamete kadar evrensel zihinler ve evrensel etkiler üretemeyecekleri anlamı taşır.
Sözünü ettiğimiz şizofrenik parçalanmalar ve şizofrenik bağlılıklar sebebiyle, bütün emperyalistler İslam ülkelerini bir araç olarak görüyor, başlı başına bir aktör olarak değil. İslam toplumlarında, dini hayatın, aydınların, hakikatin hizmetine girmek yerine, siyasal iktidarların hizmetine girmelerini sağlayan edilgen-belirsiz varoluşları, edilgen akılları; geleneğin iradesi-otoritesi şekillendiriyor. Geleneğin, özgürlük ve bağımsızlık sorunu gibi bir sorunu olmadığı için bu böyledir. Geleneğin iradesi-otoritesi, etkin bağımsız varoluşlara, etkin eleştirel düşüncelere-düşünürlere, etkin eleştirel akıllara geçit vermiyor. Bu durum, bağımsız İslami entelektüel hayatın, İslam entelektüel tarihiyle ilgili olarak, kapsamlı özeleştirel hesaplaşmalar yapmasını zorunlu kılıyor.
Bireyler arası, toplumlar arası, ülkeler arası medeni ilişkilerin temelinde müsamaha kültürü yer alır. Müsamaha kültürünün yok edildiği toplumları, karşıtlık kültürü, linç kültürü ele geçirir. Her müsamahasızlık, katı-taşlaşmış önyargılar, katı-taşlaşmış bencillikler ve kibir temelinde toplumsallaşır, kitleselleşir. Karşıtların ve karşıtlıkların dilinde, hiç bir İslami/insani/ahlaki inceliğe, bilgeliğe, irfana yer yoktur. Günümüzde, medeni ilişkiler kurmayı başaramayan taşralılıklarımız sebebiyle, dar hizip kategorilerini aşmayı başaramıyoruz. Gerçek düşüncelerimizi söylemek yerine, ya da, gerçek düşüncelerimiz olmadığı için, bağnazlıklarımızı, bizlerden önce yaşayan üstad’lara dayanarak meşrulaştırmaya çalışıyoruz. Bu boğucu iklimi aşabilmek için çok rahatsız edici sorular sormaya, çok rahatsız edici cevaplar bulmaya cesaret edebilmeliyiz. Bunun için, her şeyden önce algı-bilgi-bilinç alanını genişletebilmeliyiz. Ancak, ortak bilinç, ortak saygı temelinde çözümleyebileceğimiz çok ağır sorunlarımız var. Bu sorunları çözümleyebilecek bir entelektüel iklim/ortak oluşturmadan, hiç bir şekilde yeni bir medeniyet tasavvur edilemez. Nefretle adaletin birbirine karıştığı, karıştırılabildiği toplumlar ve kültürler için sağlıklı bir gelecek imkanı yoktur.
Bireylerin zihin dünyalarının hamaset yoluyla birörnekleştirildiği/basmakalıplaştırıldığı toplumlarda, bağımsız bireysel (bireyci değil) özneler olmak çok ama çok zordur. Bağımsız bireysel öznelere sahip olmayan toplumlarda, bireyler, özellikle günümüzde, küresel bilgi, enformasyon üretiminin kullanışlı özneleri haline getirilebiliyor. Günümüzde, dijital homojenleştirme, sıradanlaştırma, medyalaştırma, kitleleştirme sınır tanımıyor. Bu durum bütün toplumlarda ahlaki/ilkesel bir çölleşmeye neden oluyor. Anlam bilinci, değer ve sorumluluk bilinci taşımayan büyük sayılar/kitleler, politik çıkarlar ve ihtiraslar adına, gerçeklere/hakikatlere yabancılaştırılabiliyor. Yine aynı şekilde, Türkiye’de de takip edilebileceği üzere, düşünsel tutarlılık, bağımsızlık, derinlilik ve çok boyutluluğa sahip olmadığı için, düşünsel-kültürel iklim, bu iklimi oluşturan aydınlar-yazarlar, milliyetçilik/devletçilik doğrultusunda bir yön değişikliği yaşayarak, benzersiz tuhaflık tezahürleri segileyebiliyor, doğruların/gerçeklerin/hakikatin ancak, ulusal sınırların içerisinde bulunabileceğine, hakikatin, ulusal-resmi çıkarlardan ibaret olduğuna inanabiliyor.
Aziz ve mükerrem İslam’a, ancak, geleneğin ve milliyetçiliklerin gölgesinde yer bulunabiliyor.
Gerçek anlamda, İslami aidiyet ve temsil’in millyetçi bütün formları aştığımızda mümkün olabileceğini hatırlamamız gerekiyor.
Anlam, değer, sorumluluk bilinci taşımayan büyük sayıların, demokratik tercihleri, içerisinde yaşadığımız dönemde/dünyada, kolaylıkla demokratik bir tahakküm sistemine dönüştürülebiliyor. İhtirasların, çıkarların; aklı, ahlakı ve vicdanı kolaylıkla yendiği, etkisiz kıldığı, etkisiz kılabildiği bir dünyada, büyük sayılar da, ilkeler doğrultusunda değil, ihtiraslar doğrultusunda yönlendirilebiliyor.
İslam dünyası toplumlarında, aziz İslam, bugün, Müslümanların gündeminin merkezinde değil.
İslam dünyası toplumlarında tarihsel hafızayı büyük ölçüde, hamaset/nostalji ve melankoli duyguları oluşturuyor. İslam tarihiyle ilgili çalışmalar, eleştirel yaklaşımlar, sorgulamalar, çözümlemeler içermiyor, bu nedenle de, tarihsel yenilgilerle, edilgenliklerle yüzleşemiyor, gerçek anlamda geleceği nasıl tasarlayabileceğimizi kestiremiyoruz. Geleceğin gerçek anlamda tasarlanabilmesi için, İslam’ın bütün boyutlarıyla Müslümanların gündeminin merkezine dönmesi gerekiyor.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *