Afrika ne zaman tek parti hegemonyasından kurtulacak?

Afrika ne zaman tek parti hegemonyasından kurtulacak?

​Tunus, 1956’da bağımsızlığını kazanmasının ardından tek partili rejimi benimseyen ilk Afrika ülkesidir. (Reuters) 1976’ya gelindiğinde Afrika’daki 49 ülkeden 35’i bu hükümet biçimini benimsemişti.

Sömürge sonrasında Afrika kıtasına ‘tek parti rejimi ve askeri diktatörlük’ olmak üzere iki hükümet modeli egemen oldu. Bu hükümet modelleri hala bir dizi ülkede varlığını sürdürüyor.

Şarku’l Avsat’tan İsmail Muhammed Ali’nin haberi

Bu iki deneyim, sömürgecilerin Afrika ülkelerinde kurmaya çalıştığı devlet tecrübesinin olumsuz uygulamalarının bir ürünüdür. İçerisinde başarısızlığına sebep olan bir dizi faktörü barındıran demokrasi tecrübesi, halkın politik tutumunu organize edemedi ve liderlerin ‘rasyonel politik pratiği’ takip etmelerini sağlayamadı.

Afrika kıtasındaki gelişmeleri yakından takip eden gözlemciler, özellikle de ulusal kurtuluş hareketleri tarafından şekillendirilen ilk kuşak partiler başta olmak üzere Afrika’daki partilerin, tek parti adı altında sınıflandırıldığına dikkat çekiyorlar. Çünkü bu partiler belirli bir ideolojiden ve fikirden yoksun olmakla birlikte sömürgeci modelin Afrika özelinde yeninden üretilmesinden ibaretlerdi.

Bu tecrübe, Batı dünyasından ve rejiminden ithal edilmiş olup Afrikalıların psikolojik, kültürel ve sosyal yapısına uymayan felsefeleri, değerleri ve mekanizmaları bünyesinde barındırıyordu.

Afrika’daki tek parti deneyimi, tahakkümün cisimleşmiş haliydi ve yolsuzluğun yanı sıra siyasi istibdat ve baskı politikasını takdis ediyordu. Bu yapı adalet, özgürlük ve eşitlik kavramları pahasına kıtada kök saldı.

Kabile ve etnisite

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Hartum Afrika Üniversitesi Siyaset Bilimi Profesörü Kamara Abbas, Afrika’daki tek partili süreç ve deneyim üzerine şu değerlendirmelerde bulundu:

“Afrika’daki tek parti deneyimi, sömürgeci devletlerin 1960’larda Afrika kıtasından ayrılmasıyla başladı. Bu ülkeler kıtadan ayrılmadan önce parti kadrolarını iktidarı ele geçirmeleri için hazırladı. Ancak birçok siyasi, idari ve ekonomik sıkıntı baş gösterdi. Etnisite ve kabile faktörleriyle birlikte bütün bu sıkıntılar, askeri darbelerin gerçekleşmesinin ve tek partili iktidarın kurulmasının ana sebepleridir. Daha sonra bu kimseler, cehalet ve yoksulluğun egemen olduğu etnik gruplar ve kabileler içerisinde kitlesel tabanlarını genişletmeye ve iktidarlarını korumak için onların ihtiyaçlarından faydalanmaya çalıştılar. Afrika’daki tek parti kitlelerinin çoğunluğu yapaydır ve herhangi bir anlayış ve farkındalığa sahip olmadıkları gibi ulus bağlılığından da uzaktırlar. Sadık oldukları tek şey parti ve kabiledir. Bu anlayış, gerek ganimet ve parada gerekse de siyasi vazifelerde ‘kota sisteminin’ benimsenmesiyle birlikte derinleşti. Bu faktörlerin bütünü, özellikle de Mali, Kenya, Gine ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti gibi sosyalist bir yönelime sahip ülkelerin çoğunda tek parti iktidarının ortaya çıkmasının temel nedenidir.”

Bu durumun 1990 yılına kadar devam ettiğini ifade eden Abbas, sözlerini şöyle sürdürdü:

“1990 yılı Afrika’da çok partili rejimin ve demokrasinin başlangıcıdır. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden ve ülkesinin Sovyetler Birliği karşısında zafer kazanmasından sonra eski ABD Başkanı George Bush, Afrika ülkelerine veya -diğer adlandırmayla- üçüncü dünya ülkelerine yapacağı yardım için ‘demokratik yönetimi ve insan haklarının gözetilmesini’ şart koştu. Avrupa ülkeleri de benzer bir tutumu benimsedi. Bu, ‘bizimle olmayan bizim karşımızdadır’ anlamına geliyor. Bana göre bu yaklaşım, Afrika’da eksik bir demokrasi anlayışına yol açtı. Nitekim demokrasinin temelinde, ABD ve Avrupa’da alınacak yardım vardı. Çoğu Afrika hükümeti bu yardımlara dayanıyordu. Bundan dolayı tek parti iktidarı yeniden ortaya çıktı. Gabon Cumhurbaşkanı el-Hac Ömer Bango’nun şu sözü durumu özetler mahiyettedir: “Seçimleri kazanmadıysanız aptalsınız, çünkü paranız ve gücünüz var.” Bundan dolayı sebeple kıtadaki demokrasi, göstermelik olmaktan öteye gidemedi. ABD’liler ve Avrupalılar tüm bu sahteciliğin farkındalar, ancak buna göz yumuyorlar. Çünkü bu ülkelerde ekonomik çıkarları var. En nihayetinde bütün bunlar politik bir oyundan ibaret. Bir şey söylüyorlar ve buna inanmıyorlar.”

Çatışma ve donukluk

Afrika konusunda uzman olan bir diğer isim Muhammed el-Muhtar, Afrika’daki tek partili sistemin en belirgin özelliklerine ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu:

“Bu özelliklerden en ön plana çıkanı herhangi bir yöntemin olmayışıdır. Kıta ülkeleri tarafından takip edilen deneyimlerin çoğunda, net bir yönetim planı yok. Kapsamlı kalkınma ve sosyal adalet ile ilgili entelektüel bir muhtevaya sahip değiller. Bilakis tüm hedefler ve programlar, kabilenin ve ilgili partinin çıkarlarını sağlamaya odaklı. Yine kurumların donukluğundan olayı büyüme ve kalkınma kabiliyetinden de yoksunlar. Yönetim, politika, liderlik ve idare konusunda kapsamlı bir metodolojinin bulunmaması, partinin devlet kaynaklarını geliştirmesi ve idaresinde başarısız olmasına yol açıyor. Bunun aksine parti, kendi kurumsal ve örgütsel yapısını güçlendirip politik uygulamalarını geliştiriyor. Bu sistemin belirgin bir diğer özelliği ise içeride ve dışarıda nüfuz sahibi olan şahsiyetler arasında yoğun rekabete ve liderlik pozisyonu için sert bir mücadeleye yol açmasıdır. Bu durum, Güney Afrika, Zimbabve, Kenya ve Batı Afrika ülkelerinde bazı rakiplerin uzaklaştırılmasına veya tasfiyesine sebep oldu. Yetkilerin mutlak bir şekilde parti liderlerinin elinin altında olması, şeffaflık eksiliği ve hesap verilebilirliğin ortadan kalması ile sonuçlanıyor. Bu şekilde iktidar parti bütün imkanları kendi liderliğinin ve yakın çevresinin çıkarları doğrultusunda kullanıyor.”

Sömürgecinin kopyası

Muhammed el-Muhtar, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Parti içindeki ittifaklar ve güç merkezleri arasındaki çatışmaların yanı sıra ülkedeki kabile nüfuzu çoğu zaman bölünmelere yol açtı. Ayrıca daha önce Batı’ya sadık olan rejimler, rekabeti önleyerek çok partili sistemden kurtulmak için tahakküm politikası uyguladılar. Bu şekilde Malavi’deki Banda ve Zaire’deki Mobutu rejimleri gibi tek partili bir rejim modeli benimsendi. Bir başkasına iktidar hakkı tanınması ve araçlar bu gaye doğrultusunda meşrulaştırılacak muhalif sesler susturuldu veyahut satın alındı. Tek parti yönetiminin başarısız olması, Afrika özelinde istisnai birtakım mücbir durumların ortaya çıkmasından kaynaklanıyor. Yani yönetimin ve siyasetin kendi doğal seyrinde ilerlemesinin bir sonucu değildi. Kıta özelinde sömürgeciliğin yeniden kopyalanmasından ibaretti. Bu tecrübe, Batı dünyasından ithal edilmiş ve Afrikalıların psikolojik, kültürel ve sosyal yapısına uymayan felsefeleri, değerleri ve mekanizmaları bünyesinde barındırıyordu. Tek parti deneyimi, baskı ve tahakkümün cisimleşmiş haliydi. Yolsuzluğun yanı sıra siyasi istibdat ve baskı politikasını takdis eden bu yapı; adalet, özgürlük ve eşitlik kavramları pahasına kıtada kök saldı. İfade özgürlüğü ve yönetime katılım gibi değerler göz ardı edildi. Sivil toplum bileşenleri ise ya tasfiye edildi ya da devlet kurumlarına entegre oldu. Ülke işlerinin idaresinde açık bir yöntemin bulunmayışı ve uzmanlığın yokluğunun yanı sıra tek partili sistem, sosyal adaleti sağlayacak, insan haklarını, özgürlüklerini ve onurunu güvenceye alacak programlardan ve kapsamlı bir entelektüel ve ideolojik muhtevadan da yoksundu.”

Hayal kırıklığı

Tunus, 1956’da bağımsızlığını kazanmasından sonra tek partili yönetim modelini benimseyen ilk Afrika ülkesi oldu. Ardından Gana 1957’de Tunus’u takip etti. 1976 yılına geldiğimizde Afrika’daki 49 ülkeden 35’i bu hükümet biçimini benimsedi.

Siyasi analist Muhammed el-Beşir Musa, çok partili sistemi benimseyen ülkelerde bile diğer partilerin göstermelik olduğunu belirterek şu değerlendirmelerde bulundu:

“Bu ülkelerde iktidar partisinin politikasına aykırı herhangi bir eylemde bulunamazdınız. Aksi takdirde Tunus, Çad, Ruanda, Nijerya ve Zambiya’da olduğu gibi dışlanır uzaklaştırıldınız. Her ne kadar bazıları tek partili sistemin ulus devletin birliğini muhafaza ettiğini ve modern devlet topraklarında ulusal birliği ve hukukun üstünlüğünü inşa etmeyi başardığını söylese de arzu edilen hedeflere ulaşılamadı. Pek çok Afrika ülkesindeki gerçeklik tam bir hayal kırıklığı. Bazı ülkeler bağımsızla birlikte tek bir devlet kurma savaşı verdiler. Bunu önlemek için askeri devrimler ya da darbeler patlak verdi. Bunun arkasında çoğu zaman sömürgeci devletlerin kışkırtmaları vardı. Batı vizyonları doğrultusunda güçlü bir devletin temel dayanaklarından yoksun olan bir devletin kurulması amaçlandı. İngiliz güçlerinin gelişi ve kapalı bölge politikasının uygulanmasıyla Sudan’da yaşanan durum bundan ibaretti. Aynı şekilde Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde de bağımsızlığın kazanılmasından itibaren ortaya çıkan dış müdahale nedeniyle benzer bir durum yaşandı. Bu savaşlar, askeri çatışmalar ve devrimler bir milyondan fazla insanın hayatına mal oldu. Patrice Lumumba gibi birlik taraftarı liderlerin çoğu öldürüldü.”

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *