Dünya gündemini bir anda alt üst eden bu salgın esnasında kendi hedef ve çıkarları için çalışanların boş durmadığının mutlaka farkında olmalıyız.
İnsanlık tarihinde belki de eşi benzeri olmayan günler yaşıyoruz. Geçmişte de büyük kayıplara yol açan salgınlar yaşanmış idi elbette ancak bu yeni durum farklı. Covid-19 adı verilen bir virüs Çin’den dünya geneline yayıldı ve hiç kimsenin hazırlıklı olmadığı bir durumu ortaya çıkardı. Devletler alarma geçti ve toplumlar modern zamanlarda benzerine rastlanmayan karantinalara maruz kaldı.
Virüsün insandan insana kolaylıkla bulaşabilmesi sebebiyle tüm dünyada serbest dolaşıma kısıtlamalar geldi, kimi yerlerde sokağa çıkma yasakları ilan edildi. Hava, deniz ve karayolu ulaşımı durdu, kapitalist sistemin mabedleri olan alışveriş merkezleri boşaldı. İnsanlar evlerine kapandı ya da kapanmak zorunda bırakıldı. Şimdi tüm uğraşlar virüsün bulaşma katsayısını kontrol altına almak ve sağlık sistemlerinin, hastanelerin oluşan vakaları izale edebilir halde kalmasını sağlamak üzerine.
Kimileri virüsün doğal yollarla ortaya çıktığını kimileri de laboratuvar ortamında üretildiğini iddia ediyor. Kaynağı her ne olursa olsun sonuçları itibarıyla toplumların hayatında radikal değişiklikleri tetikleyecek gelişmeler yaşanıyor. Oluşturulan korku ikliminde insanlar en yakınlarını dahi ziyaret etmekten çekiniyor, gıda stokluyor, bir şişe kolonyaya daha önce ödediğinin kat be kat üzerinde paraları gözü kapalı ödüyor ve ilerleyen günlerde nasıl bir yaşam tarzı oluşturmaları gerektiğini anlamaya/bulmaya çalışıyorlar. Tabii onlara her konuda olduğu gibi bu konuda da akıl vermeye, yol göstermeye hazır odaklar çalışmalarına çoktan başlamış durumda.
Şüphe yok ki ilerleyen günlerde insana temasın asgari seviyeye indiği, mümkünse kalabalık ortamlara karışılmayan ve çok daha dijital bir hayat bizi bekliyor. Durumu ve işi buna müsait olanlar evden çalışacak, çocuklar okula gitmek yerine odalarında bilgisayarlarından kamera karşısında sanal sınıflarda ders görecek, market ve kıyafet alışverişlerinin büyük bölümü internet üzerinden verilen siparişlerle sağlanacak. Kapıya gelen kuryeye temas edilmeden mallar dezenfekte edilerek içeri alınacak ve günde beş kez abdest almaya üşenen insanlar her gün dezenfektanlar ile kırklanmaktan yorulmayacaklar.
Salık verildiği üzere kağıt para kullanmayacak, yaşlılar başta olmak üzere eşi dostu, akrabayı ziyaret konusunda son derece ketum davranacak ve hatta bazı uzmanların TV ekranlarından ısrarla belirttiği üzere aile üyeleriyle mümkünse ayrı odalarda ikamet edecekler. Bu saydıklarımız şu andaki halimizin görüntüsüdür evet, ancak bundan sonrası için de yeni yaşam tarzımızın bir parçası olarak hayatlarımıza kısmen de olsa kazınacaktır.
Dünya gündemini bir anda alt üst eden bu salgın esnasında kendi hedef ve çıkarları için çalışanların boş durmadığının da mutlaka farkında olmalıyız. Gündem yorgunu zihinlerimiz yarın öbür gün önümüze konulacak, mesela Yüzyılın Anlaşması planının uygulanmasını tecrübe ederse hiç şaşırmayalım. Ya da ambargo altında inleyen İran’da halkın zaten kötü giden ekonomiye bir de İran yönetiminin salgın yönetimi konusundaki beceriksiz tavrı ilave edilerek sokaklara dökülmesi beklenmelidir. Dünya üzerinde mazlumların başlarına gelmekte olanlar belki de bu sersemlik içerisinde daha da yoğun bir şekilde devam edecektir.
Türkiye ekonomisinin tam da kur saldırısı sonrası toparlanmaya başladığı düşünülen bir dönemde kamu kaynaklarının salgının sebep olduğu ekonomik yıkımı hafifletmek için kullanıldığı ve ağır hasar alacağı aşikardır. Her ne kadar Cumhurbaşkanı bu krizin Türkiye için fırsatlar içerdiğini söylese de ihracatın büyük bölümünün gerçekleştirildiği Avrupa’nın salgından derin yaralar alacağı ve ihracatın sekteye uğrayacağı bilinmelidir. Ayrıca Türkiye ekonomisinin turizm gelirlerinin ciddi şekilde düşeceği zira dünya üzerinde uzunca bir süre turist hareketliliğinin azalacağını söylemek için kahin olmaya da gerek yoktur. Gerçi turizm adı altında ülkede her türlü ahlaksızlık ve pisliğin normalleştirildiğini düşünecek olursak bu durumun belki de bir nebze hayra hizmet edeceğini söylemek gerekir.
Dünya üzerinde egemen olan kapitalist sistem bu duruma da mutlaka ayak uyduracak ve zaten büyük ölçüde hazırlık yaptığı dijital çağda hedeflerini gerçekleştirmeye devam etmek için seferber olacaktır. Virüsle birlikte ortaya çıkan bu yeni durumda görüyoruz ki sermaye sahipleri eskiden kalabalıklar halinde hükmettikleri topluluklara bundan böyle daha bireysel planda ulaşacak ve etki altına alma çabasında olacaklardır. İnsanların korkularını körükleyerek kontrolünü büyük ölçüde ellerinde tuttukları ilaç ve sağlık sektörü üzerinden kasalarını doldurmaya devam edeceklerdir. Allah’tan, dinden değil de insanların eliyle ortaya çıkarılacak bilimsel çalışmalardan medet umulması salık verilecek ve toplumlar uzmanlar marifetiyle istenen noktalara getirilmeye çalışılacaktır.
Bilimin kendisi bizatihi bir araçtır ve insanların Yaratıcının var ettiği kainattaki işleyiş kurallarını anlaması, karmaşıklığını ve mükemmelliğini gördükçe de Allah’ın azametine olan inançlarının artmasını sağlaması beklenen bir şeydir. Bir başka deyişle Allah’ın verdiği akıl ile alemi anlamak, üzerine çalışmalar yapmak sonucunda daha önce bilmediklerini öğrenmek ve bunlarla daha iyi bir hayat tecrübesi elde etmek için yine Allah’ın bizlere lutfettiği bir nimettir. Ancak batıl, bu konuda da insanların kafalarını karıştırmak, efendileri İblis’in “yolunun üzerine oturacağım ve kullarının sana ulaşmasını engelleyeceğim” meydan okumasını gerçekleştirebilmek adına aklı ve ürünü olan bilimi kutsallaştıracak, vahyin yerine ikame etmeye çalışarak ondan her ne geliyorsa kayıtsız-şartsız uymak gerektiğini empoze edeceklerdir, tıpkı şimdi yaptıkları gibi.
Bu salgına sebep olan virüsün ilacı/aşısı kısa sürede üretilip piyasaya sürülecek gibi görünmektedir. Ancak virüsün sebep olduğu sosyo-psikolojik durumun ilacı bulunabilecek midir, daha doğrusu Rabbine yönelmeyen, O’na sığınmaktan başka yollar arayan insan için bu konuda bir kurtuluş mümkün müdür derseniz, asla bir çıkış yolu olduğuna inanmıyoruz. Virüs kontrol altına alındıktan sonraki süreçte insan, yaşadığı diğer musibetler sonrasında olduğu gibi, kaldığı yerden devam etme eğiliminde olacaktır. Keşke bu vesile ile insanlar tefekkür edebilse ve bu halin ortaya çıkmasının sebebini anlamaya çalışsa ve aczini farketse. İşte o zaman kafa tuttuğu, isyan içerisinde olduğu Allah’ın gücünü ve O’na yönelmekten başka çıkış yolu olmadığını görme fırsatı bulacaktır.
Meselenin dikkatlerden kaçmaması gereken önemli bir başka boyutu daha söz konusudur. Dışarıdan bakıldığında ekonomik açıdan müreffeh Batı ülkelerinin, bu refahın kaynağı diye tanıtıp dünyaya pazarladıkları laik-demokratik rejimlerinin bu süreçte düştüğü rezil hal gözler önüne serilmiş durumdadır. İnsanlığın ihtiyacı diye ileri sürdükleri, içeriğinin herkesin kendi ‘ihtiyacı’na göre belirlendiği ‘insan hakları ve özgürlükler’ temelinde, aklın ve bilimin ışığında insanın yolunun açık olduğu zırvalarının nasıl da güneş karşısında eriyip giden kar gibi bir bir yok olduğunu gözü olan herkes görmektedir. Batıl ideolojilerinin ilkelerini, dara düştüklerinde yok saymakta beis görmeyen Batının bu ‘gelişmiş’ ülkeleri, bırakın birbirlerine yardım etmeyi, biri diğerine gönderilen yardım malzemelerine hiç utanmadan, sıkılmadan el koyup gasp edebilecek kadar aşağılık olduklarını da gösterdiler bu süreçte. Rejimlerinin, ne gencine saygısı var ne de yaşlısına. İspanya’da bir huzurevinde terk edilip giden ve yataklarında ölü bulunan insanlar yürekleri sızlatmaktadır.
Virüsün bizlere gösterdiği şeylerden en önemlisi, değerlerini yitirmiş, Allah’tan korkmayan ve O’nunla bağlarını koparmış insanların dünyada olduğu gibi aramızda da ne kadar çoğalmış olduğudur. İnsanların en çok ihtiyaç duyduğu anda üstelik arz talepte bir dengesizlik oluşmamış olmasına rağmen stokçular, fahiş fiyatçılar ve fırsatçıların toplumda ne kadar yaygın olduğunu üzülerek ve kahrolarak müşahade ediyoruz. Allah ellerine düşürmesin dedirtecek bu insanların yanı sıra, en ufak bir söylentide dahi market raflarını boşaltacak kadar, kendisinden sonra gelene bir paket makarnayı bile reva görmeyen, ihtiyacı olanlar varken kendi ihtiyacından çok daha fazlasını kendisini garanti altına almak adına stoklamayı son derece normal görüp içine sindirebilen bencillerin hali içler acısıdır. Oysa ki hepimiz biliyor değil miyiz “komşusu aç iken uyuyan bizden değildir” emrini!
17 Ağustos 1999 depreminden sonra Türkiye toplumunun deprem hassasiyeti en üst seviyeye çıkmıştır ve bunun bir sonucu olarak en ufak sallantıda dahi palas pandıras evlerden, kapalı mekanlardan birbirini ezercesine kaçış hali hepimizin malumudur. Toplumdaki bu hal benzer bir virüs salgınında da yaşanabileceklerin bir provası gibi okunmalıdır. Zira akletmekten uzaklaştıkça insan hayvana daha çok benzer. İçgüdüleriyle, kalabalıklar halinde düşünmeden, arasına aslan dalmış zebra sürüsü gibi şuursuzca hareket eder. Halbuki Allah’ın ahsen-i takvim yani en güzel kıvamda yarattık dediği insan çok daha iyisini yapabilir. Bu toplumsal şuur nasıl oluşur, istenen noktaya gelmek bugünkü hal ile ne kadar mümkündür? Asıl tartışılması gereken konu budur ve bu konuda bir çözüm üretilecekse bunu ancak Müslümanlar yapabilecektir.
Müslümanlar Kur’an’da Allah’ın buyurduğu üzere imanlarını kuşandığında, her türlü haksızlığın ve yanlışlığın, kendilerinden başlamak üzere karşısına dikildiğinde insanlık için bir umut doğacaktır hiç şüphesiz. Aklını kullanan, adil, soğukkanlı, eşyanın tabiatını doğru anlayıp ona uyum sağlayacak Müslümanlar bu örneklikleriyle insanlığa bu karanlık tünelden çıkışın yolunu gösterebilecektir, Allah’ın izni ve yardımıyla. Toplumlar önlerinde bulacakları iyi örnekleri de izlerler. Yeter ki bu konuda önlerinde bir örnek bulabilsinler.
İslam’ın ve Müslümanların iktidarında iktisat bugünkü gibi yorumlanmayacak ve haksızlık üzerine kurulan ilişkilere ne müsaade edilecek ve ne de buna gerek kalacaktır. Zira İslam bir topluma hakkıyla yerleşti mi orada insanlar birbirinin üzerine çıkmak, birbirine nispet yapmak, ne kadar çok şeye sahip olursa onunla kendisini o kadar üstün saymak yerine, Allah’ın emri doğrultusunda kazandıklarını yine O’nun yolunda harcamak; biriktirmek yerine ihtiyaç sahiplerine dağıtmak ile mutlu ve huzurlu olacaktır. Hem Dar-ül İslam’da hem de dünyanın geri kalanında insanların çok daha iyi bir yaşamı sürebilecekleri, doğaya zarar vermeden, kaynakları hunharca tüketmeden de dünyanın dönmeye devam edeceğini görecektir insanlar. Müslümanların yitirdikleri özgüveni yeniden kazanmaları ve dünyanın karşısına geçip İslam’ın herkes için en güzelini ve iyisini emrettiğini haykırmalarının vakti gelmiş de geçmektedir. Özellikle bugün yaşanmakta olan ve benzeri süreçler, İslam’a olan ihtiyacı çok daha belirgin hale getirmektedir.
İslam’ın nüfuz ettiği bir toplumda panik, yağmacılık, fırsatçılık ve ila ahir kötü meziyetlerin, toplumsal kaos ve aşırılıkların olmayacağını bilmeliyiz. Hayatta kalabilmek ve hatta konforundan ödün vermemek için bile her türlü değeri kolaylıkla feda eden modern zaman insanı gider, yerine kendisi gibi herkesin Allah’ın nimetlerinden faydalanmaya hakkı olduğunu bilen, bunun için sahip olduklarını en adil şekilde paylaşan ve asıl kazancı da bu yolla elde edeceğini, karşılığını verdiklerinin ve vereceklerinin hesabının tutulamayacağı, bağışlaması bol, kerim Rabbinin mükafatından başkasına talip olmayan Müslüman gelir.
Evet, yük, kendisine Müslümanım diyenlerin omuzlarındadır. Ama öyle bir yüktür ki bu, imanla hafifler ve taşıması kolay olur. Müslüman doğru yolda olduğu sürece kaybetmekten korkmaz, çünkü bilir ki sahip olduğu her şey ona Rabbi tarafından verilmiştir, O ne kadarını isterse alır, ne kadarını isterse bırakır ve aldıklarının da karşılığını mutlaka kat be kat fazlasıyla öder. Müslümanlara İslam’dan uzaklaşmaktan başka korku yoktur, olmaması lazımdır. İşte bu inançla kendimize gelmeli, yeniden ayağa kalkmalı ve o güzel günlerin mümkün olduğunu ortaya koymalıyız. Allah Müslümanların yar ve yardımcısıdır, merhametlilerin en merhametlisidir. Bu musibetten de O’na sığınıyor ve Müslümanların uyanışına vesile kılmasını niyaz ediyoruz.
İKTİBAS
(Nisan sayısı yorumu)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *