Hz. Adem’le başlayıp kıyamete kadar sürecek olan İslami Hareket yürüyüşünden neşet eden İslamcılık, vahye teslim olan müminler var oldukça baki kalacaktır.
Tükenen İslamcılık Değil, Seküler Muhafazakarlıktır!
İsa Özçelik / Her Taraf
Kur’an, insanı bize anlatırken onun aceleci bir yapıya sahip olduğunu söyler. Aslında insanın bu özelliği, onun cismani yönünden kaynaklanan zaaflarındandır. Gördüğü, duyduğu ilk verilere göre harekete geçenlerimiz çoğunluktadır. Dünyaya meyledip onun meşgaleleri içinde kendimizi kaybetmemizin sebeplerinden biri de budur.
Yakın olan, dokunduğumuz, tattığımız sanal gerçeklikleri, acele ile elde etme uğruna, uzak zannettiğimiz ahiret hakikatine duyarsız kalırız. Halbuki insanı, eşrefi mahlukat yapan cisminden ziyade ruhudur. Akletmesidir. Tedebbür edip işin arka planını, teemmül edip geleceğini, tezekkür edip tecrübelerinden faydalanma yolunu seçebilmesidir.
İslam’dan hoşnut olmayan birçok çevrede, bu aceleciliğe sık sık şahit olmaktayız. Müslümanların aleyhine olan her gelişmede hemen İslamcılığın (İslam diyemedikleri için) bittiği çığlıklarını büyük bir heyecanla atmaya başlarlar. Gerçi, tefekkür ve tefakkuh özelliklerini kullanmayan Müslüman çevreler de, diğer din ve ideolojiler için, aceleci karar vermekte onlarla benzer zaaflara sahip gözükmektedirler.
Laikçi çevrelerin aceleci ve yüzeysel okumalarından ötürü kaçırdıkları hakikat şudur; İslami Hareket varoluşsal dinamizmini konjonktürel gelişmelerden değil, zaman ve mekan üstü aşkın değerlerden alır. Bu değerlerin menbaı olan Vahy, kendine iman edenlere her daim gerekli motivasyonu verecek ve onlara yön gösterecek mutlak bilginin kaynağıdır.
İslamcılık, bu kaynaktan beslenip, insanlara tevhit ve adalet merkezli bütüncül bir hayat kurma girişiminin adıdır.
İslamcıların bu anlamlı ve tüm insanlık için umut verici, değerli çabaları her ne kadar sabit değerlerden beslense de güncele dönük birçok eylemselliği içtihadidir. Bu içtihatlarda yanılgılar ya da başarısızlıklar olabilmekle beraber, hiçbiri yaslandığı hakikat zeminine asla gölge düşüremez.
Laikçilerin daha da tuhaf olan tavırları ise Türkiye’de sürekli olarak bitirdiklerini söyledikleri şeyin İslamcılık olduğunu zannetmeleridir. Halbuki şu ana kadar sahnede yer alan tüm organizasyonlar, yukarıda zikrettiğimiz İslamcılık tanımından ziyade, modernizmin, liberalizm ve sosyalizm karşısında ürettiği muhafazakarlık ideolojisine çok daha yakındır.
Öyleyse tüketilen şey; milliyetçi-muhafazakarlık, mukaddesatçı-sağcılık, muhafazakar-demokratlık gibi seküler-muhafazakarlık türleridir.
Hz. Adem’le başlayıp kıyamete kadar sürecek olan İslami Hareket yürüyüşünden neşet eden İslamcılık ise, vahye teslim olan müminler var oldukça baki kalacaktır.
Müminlerin iktidarda ya da muhalefette yahut denklemin farklı bir yerinde yer alması tali bir konudur. Çünkü İslamcılar, her koşulda vahyin şahitliğini yapacak vasıtaları üretmeyi asıl vazifeleri olarak görürler.
Neredeyse tüm dünyayı etkisi altına alan korona virüsü, ortada tükenen, biten bir şey varsa onun seküler ideolojilerin tam da kendileri olduğunu hepimize öğretmiş olmalıdır.
Öyle ki, korona virüsü insanları öldürürken, sekülerizm virüsü insanlığımızı öldürmektedir. Hatta sekülerizm virüsü, yalnız insanlığımızı değil, doğayı ve tüm kainatı tehdit eden ve tüketilmesi için asıl mücadele gerektiren bir virüstür.
Diğer virüsler gibi bu virüs de mutasyona uğramaktadır ve içine girip değiştirdiği olguları, kendisi ile birlikte garip hallere sokmaktadır.
En son yaşadığımız 23 Nisan kutlamalarını hatırlayın. Haftalardır insanlara evde kalmalarını telkin eden, bununla kalmayıp, sokağa çıkma yasağı ilan eden, camileri kapatıp cemaatle namaz kılmayı uygun görmeyen, teravihi, Cuma namazını dahi yasal olarak engelleyen akıl, 23 Nisan’da kalabalık gruplarla törenler yapmakta bir beis görmemiş, hatta namazdakinden daha sıkı bir şekilde ibadet aşkıyla saf tutmuştur.
Vatandaşına, sosyal mesafeyi korumadan toplu fotoğraf çektirdi diye ceza yazan akıl, omuz omuza merdivenlerde poz vermiştir.
Dünya tarihinde ilk kez camilerin, kiliselerin, Vatikan’ın, Kabe’nin kapılarının kapandığı, farz olan Cuma namazının terkedildiği bir dönemde, bu seküler-muhafazakar akıl, kendi ritüellerlerini yerine getirmedeki ısrarı ile büyük ve komik bir meydan okuma yapmıştır!
Ne oldu/oluyor?
Virüse mi meydan okunuyor?
Düşünceye mi meydan okunuyor?
Yoksa Profan Kutsallık, Kutsala mı meydan okuyor?…
Bilimi putlaştıran modernist laikçi akıl, postmodernizmin çocuğu olan seküler-muhafazakar-Kemalizm aşamasına evrimleştiğinde, bilim kurulu kararlarının hiçbir önemi kalmıyor.
İlk Meclis’in açılışının 100. yılı kutlamalarında, muhafazakar bir partiden beklenen, en azından, İlk Meclis’in ruhuna uygun bir süreç işletmesi değil midir? Ama muhafazakar-sekülerliğin bile gerisinde, seküler-muhafazakarlık modeli ile karşımıza çıkan yeni fenomen, Ramazan’ın arefesinde, tam da ilk teravih vaktinde, insanları ilk meclisteki gibi dua etmeye değil, ıslık çalıp alkış tutmaya çağırarak ayrı bir çelişki daha ortaya koymuştur.
Evet, tükenen nedir sizce?
Akletme melekesini dumura uğratan seküler-muhafazakarlık, kendisi ile birlikte umutları tüketmekte değil midir?
Aslında bu pespayelik dahi, bitip tükenen bir şey varsa, onun hiçbir değeri muhafaza edemeyen muhafazakarlık ve kutsalsız yaşayamayan sekülerlik olduğunu göstermeye yetmez mi!
İşte tam da bu vakitte, tüm dünyada yükselmesi gereken ses, İslamcıların sesi olmalı değil midir?
Tevhit, Adalet, Kardeşlik sesleri…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *