Güzel olan içinde hicap/haya barındırır. Kendini örter, gizler. Ama bugünki güzellik anlayışı bunun tam tersidir. Alabildiğine müstehcenlik içinde kendini her şeye/herkese fâş etme derdindedir. Görüntü/görünmek, beğenme/beğenilme temel hedefidir. Oysa güzel bunu hedeflemez. Güzel olan asil olandır. Kendini beğendirmek gibi bir fiili asla olamaz. Çünkü bunu yaparsa kendini kaybeder ve basitleşir/sıradanlaşır…
Pürüzsüzlük Çağı
Ahmet Ferhat Öksüz
“Pürüzsüzlük çağımızın alâmetidir.” der Chul Han, Güzeli Kurtarmak adlı kitabına başlarken. Evet, bu çağ pürüzsüzün çağıdır. Bunu hemen her yerde her alanda müşahede edebiliyoruz. Cebimizdeki akıllı telefonlardan bindiğimiz arabalara hatta ve hatta bilhassa insanlarda bunu çok rahatlıkla görebiliyoruz. Önü alınamaz bir şekilde, sanki doğuştan/yaradılıştan bir ihtiyaçmışçasına pürüzsüzlüğü arıyor ve illâ elde etmeye çalışıyoruz. Hepimiz neredeyse pürüzsüz, yarasız birer ayna olmaya, her an her yerde kendimize/kendimiz gibi binlerce “aynaya/aynıya” rastlamaya çalışıyoruz; farkı, farklılığı bir an evvel ortadan kaldırmaya çalışarak. Çünkü farklı olmak, öteki olmak bu çağın yabancısı haline geldi. Farklı olan, öteki olan bir tehdit olarak algılanmaya başlandı. Sonuç olarak insanlar her yerde “kendisini”, “aynısını” istemeye, aramaya başladı. Farka, farklıya, ötekiye zerrece tahammül kalmadı. Tahammülsüzlük çağımızın kimliği haline geldi.
Çağımızda güzellik denilince akla hemen pürüzsüz olan/pürüzsüzlük geliyor. Bunun sebebi toplumların giderek pozitifleşmesi, üzerlerindeki negatifliği atmaya başlamalarıdır. Bu bağlamda pürüzsüz olan da pozitif olanın sınırlarına, etki alanına dahildir. Pürüzsüz olan yarasızdır çünkü üzerinde herhangi bir opaklık/muğlaklık/gizem taşımaz. Üstelik şeffaflığın, bu çağın en çok yinelenen söylemlerinden biri olduğunu düşünürsek pürüzsüz olana karşı bu karşı konulamaz talep/istek iyice anlaşılacaktır. Şeffaf olan da pürüzsüzdür, herhangi bir gizem taşımaz, açık ve nettir. Herhangi bir muğlaklığa aman vermez. Bu yönüyle tam bir pozitiflik unsurudur.
Pürüzsüz olan yarasızdır, yaralamaz demiştik. Evet, bununla birlikte dirençsizdir de. Herhangi bir dirence mahal vermez, direnç gösterme istidadı/kuvvesi yoktur. Zaten bunun için vardır. Pürüzsüz olan nesne/varlık kendi bünyesinde/benliğinde zıddını/karşıtını iptal/men eder, yani negatifini ortadan kaldırır. Beklediği/istediği ‘like’tır yani ‘beni beğen’dir. Modern toplumların birer beğeni/beğenilme manyağı olduğu hiç şüphesiz su götürmez bir gerçektir. Kendini beğendirmek bir patolojik vaka halini almıştır, bir hastalık halini almıştır. Bugün pürüzsüzlük dijital aygıtlarda sadece yüzeysel değildir. Bu aygıtların enformasyonlarında/iletişimlerinde de mevcuttur. Bunlar ile temelde hoşnutluklar/memnuniyet/pozitiflik iletilir. Bunlarda mevcut bulunan paylaş ve beğen seçenekleri tamamen pozitifliğin araçlarıdır, negatiflikler saf dışı bırakılmıştır. Nedeni ise negatifliğin enformasyonun sağlanımına getirdiği engellerdir. Pozitiflik bu engellerin hepsini ortadan kaldırma işlemidir ki bu da nihai olarak pürüzsüzlük şeklinde ortaya çıkar. Pürüzsüz olmayan engebelidir/yaralıdır yani engeller içermektedir, o halde bunlar bu sistem içerisinde olamazlar.
Pürüzsüzlük demek mesafesizlik demektir. Dahiliyetinde herhangi bir şekilde ıraklık barındırmaz. Çünkü ırak/uzak olan daima sır/gizem barındırır, hasret kezâ uzakta olana karşı duyulur, o zaman hasret de bir negatifliktir, çünkü mesafe barındırır. Bugün çağdaş sanatta bulunan dokunma edimi pürüzsüzlüğün bir sonucudur. Sanat, bu haliyle muhatabını mesafesizliğe çağırmakta ve kendini pürüzsüzleştirmekte/pozitifleştirmektedir. Oysa sanatın doğasında dokunma yoktur, olmamalıdır. Çünkü sanatın gizemi ıraklıkta olmaktır. Irak olmak, estetik bir yargıyı tetikler ki bu estetik yargı da ancak ve ancak fikirsel/düşünsel bir ıraklığı mücbir kılar. Bu ıraklıktır ki sanata asıl semantik yani anlamsal değerini verir ve onun yani sanat eserinin içini boş çıkarmaz. Hegel bu hususta sanatı “görünün ve duyunun teorik semantiğiyle” sınırlı kılar. Dokunma, tatma, koklama sanata değer vermez, sadece zevk verir ki bu da anlamsal olarak değersizlik, boşluktur. Pürüzsüz olan sadece memnuniyet verir; şaşırtmaz, sarsmaz. Sanatın doğasında ise tam manasıyla bir sarsma, şaşırtma, hayret uyandırma mevcuttur. Roland Barthes de dokunma konusunda “en büyülü olan görme hissinin aksine hislerin en gizem bozucu olanıdır.” der. Görme yetisi, mesafe demektir ve içinde gizemi/sırrı barındırır. Ancak dokunma hissi mesafesizliktir, gizemin katilidir. Mesafesizlik, gizemsizliktir. Gizemsizlik ise her şeyi tüketime ve eğlentiye tabi kılar, artık her şey tüketilebilir duruma evrilir. Dokunma yetisi ayrıca öteki’nden sudûr eden negatifliği ortadan kaldırır, men eder. Dokunulan şey, dünyevîdir/sekülerdir artık. Bugün misalen akıllı telefonlarda bulunan dokunmatik ekran gizemsizdir ve tüketim/eğlence ortamıdır. Beğenilen ne ise onu önünüze koyar. Olduğunca pürüzsüz ve de pozitiflik barındırır, negatifi yok sayar, men eder.
Bugün pürüzsüz olan her şey elbette bir ayna misali yansıtıcıdır. Gizemsizdir, misalen bir Truva Atı gibi değildir, her şey ayan beyan ortadadır. Pürüzsüzün ardında herhangi bir içsellik de mevcut değildir. Akıllı telefonlar olsun yahut diğer bir başka dijital aygıt olsun, bunlar çok parlak olacak şekilde cilalanmıştır ki kişi bu yüzeyde öteki ile karşı karşıya gelemez. Muhatap olduğu sadece kendidir yani yansımasıdır. Öteki veya yaban olan içselliğinde negatiflik barındırır oysa bu gibi aygıtlar bu negatifliği kesinkes saf dışı bırakır, ortadan kaldırır. Burada aşırı bir narsisistlik mevcuttur. Keza Sennet şöyle derken çok haklıdır; “Narsist kişi her şeyde kendini tecrübe etmek ister, kendini görmek ister.” Narsist birey kendiyle mesafesiz olan bireydir. Mesafesizlik, aşırı ışıkta kaybolmaktır. Hakeza bir cisim aradaki mesafeyi kaybetti mi artık görünmez olur.
Bugün güzel kavramı, içerisindeki tüm negatifi atmıştır. Yüzeyindeki tüm yara izlerini, sarsılmanın, hayretin tüm emarelerini bir bir yok etmiştir ki bu durum tamamıyla pürüzsüzlüğün alametleri, dışavurumudur. Chul Han’ın deyimiyle; “Güzel olan beni beğen’de tükenmiştir. Estetikleştirme, estetik kılmamaya dönüşmüştür.” Günümüzde beğen’in olduğu yerde güzel ve sanattan bahsetmek absürd kaçmaktadır hatta bir imkansız halini almaktadır. Misalen pürüzsüz görsel enformasyon, tamamıyla estetikten yoksundur ve alabildiğine mesafesizdir. Bir nesnenin pürüzsüzlüğü yani kusursuzluğu bir kere bakışa zarar verir. Oysa örtünün, gizin, sırın ritimselliği bakışı canlı tutmaya yarar. Onun içindir ki bugünün görüntü toplumu pornografik bir ahval sergiler ve hayali, sırrı, gizemi ortadan kaldırır, mass eder. Daha kötüsü bugün sadece güzel değil çirkin de estetiğini, sırrını, sanatını yitirmiş ve pürüzsüzleşmiştir. O da dehşetli/şeytani/tekin olmayan yanını kaybederek pozitifleşmiştir. Yunun mitolojisinde bulunan ve baktığı her şeyi taşa çeviren Medusa bakışından yoksundur artık çirkin. Bugün eğlence ve tüketim endüstrisi çirkini de tüketmekte/istismar etmekte/sömürmektedir. Tüketim dinamizmi olan pürüzsüzdür oysa, pozitifliğin içinde özünü kaybetmiştir.
Bugün bilgi/episteme de şeffaftır, pürüzsüzdür. Bugün enformasyon/data akımları tam bir şeffaflık vitrinidir. Çünkü dahiliyetinde pornografi ve müstehcenlik mevcuttur. Herhangi bir içsellikleri/arka planları yoktur. Namuğlaktırlar. Bugün data/enformasyon her şeyi tam bir şekilde görüye sunar/görünür kılar. Enformasyon bilgisi, bilginin müstehcen/pornografik boyutudur. İçselliği yoktur. Oysa ki bilginin temelinde içsellik vardır, ayrıca içerisinde belli bir direnci mevcuttur, yani negatif olanı içkinler. Enformasyon bilgisinde ise tam tersi bir şekilde bu negatiflik yerini pozitifliğe bırakmıştır. Bugün enformasyon bilgisi, şimdinin bilgisidir. Herhangi bir kaderi/olayı içinde barındırmaz. Oysa esas olan episteme içinde geçmişten geleceğe uzanan bir zamanı barındırır. Ayrıca enformasyon, bilgi vermez. Bir çöplüktür. Algılarımızı kirletir. Bireyi; kör, sağır eder. Eni sonu birey her şeye alıştırılır ve etkisiz/tepkisiz kılınır. Bireyin bugünki hali tam bir bitkisel hayat hastasının hayatıdır. Bedence vardır ancak zihince yoktur, yokluktan ibarettir.
Bugün yüz, bir ifade içermez, tamamıyla ifadesizdir. Herhangi bir imge taşımaz. Selfie’nin bu kadar yaygın olması boşuna değildir. Selfie demek ifadesiz, imgesiz yüz demektir. Bu durum da “Ben”in boşluk halde olduğunu gösterir. Ben, günümüzde tanımsızdır, kendini ifâ edebileceği bir kimlikten yoksundur, kimlik yoksuludur. Ben, ayrıca günümüzün istikrarsızlığından ziyadesiyle etkilenmiştir. Çünkü günümüzde her şey sabitliğini kaybetmiştir, sürekli devinmekte/değişmektedir. Bu durum bir eminsizlik/tekinsizlik oluşturmakta ve bireyi Selfie’nin boşluğuna sürüklemektedir. Ben, tam manasıyla bir başıboşluğa gark olmuştur. Han; “Selfie, benliğin boş biçimidir. Boşluk üretir.” der. Bugün bu durum yüzü face/yüzeye dönüştürmüştür. Yüz bütün derûnîyetini kaybetmiştir. Yüz, sadece bir yüzey yani ön cephe kimliği kazanmıştır. Bu durumda tam bir sergileme mekanizması halini alır, sadece sergilenmeye yarar. Bunun sonucu olarak da bakışını/aurorasını kaybeder. Yüz, artık bakışsızdır.
Bugünün güzel estetiği “güzeli” ve “yüceyi” birbirinden koparmıştır. Bu durum güzeli salt bir pozitifliğin potasında eritmeye götürmüştür. Sonuç olarak bugün güzel ve yüce birbirinin tam zıddı/karşıtı olmuştur. P. Longinos’a göre “Güzel kadınlar, gözlerin acısıdır.” Yani acı vererek güzeldirler. Bunlar sarsar, hayret verir. Acı, negatiftir ve bu durum güzelliği derûnî bir forma koyar. Bu güzellik formu pürüzsüz değildir, negatiflik barındırır. Misalen Platon’da da güzel ve yüce birbirine bağlı idi. Onda güzel olan haz veren değil, şok eden, sarsıntı verendir. Gören, kendinden geçer ve dehşete düşer, durumu mevcuttur. “İlahi güzel” kavramı mevcudiyetini koruyordur. Platon’da bir güzellik metafiziği vardır. Oysa günümüzün estetik anlayışı beğenme/beğenilme estetiğidir. Bu haliyle kimseyi sarsamaz, hayret vermez sadece beğenme/beğenilme durumunu ortaya koyar. Bu da güzeli gizemsiz hale getirir, sıradanlaştırır. Tüm semantiğinden soyutlar. Güzel, modern çağda meta halindedir, tüketim endüstrisinin basit bir metasıdır. Yani değersizdir.
Güzel olan saklı olandır. Gizi, onun asli unsurudur. Bu yüzden şeffaflık bu anlayışın tam bir zıddıdır. Güzel olan dahiliyetinde bir gölge yani opaklık içkinler. Yani güzel olan örtülü olandır. Örtüyü kaldırdığınız an tüm gizemi/büyüyü bozarsınız, güzelin asilliğini tahrip eder, yok edersiniz. Güzelin doğasında örtü vardır. Örtülü olan, sırlı/gizemli/semantik bir güzellik barındırır. Oysa bugünün estetiği olan müstehcenlik/pornografiklik bunun tam zıddıdır. Pornografik olan vitrinde/camekânda olandır. Chul Han; “Güzel, görünmekten tereddüt/imtina eder.” der. Oysa günümüzün pornografik ahvali işi tamamıyla örtüsüzlüğe/gizemsizliğe/müstehcenliğe götürür. Her şeyi sıradanlaştırır. Gene Chul Han; “Tanrısal olan elbisedir. Örtme güzellik için aslidir. Bundan dolayı güzel elbisesini ve örtüsünü çıkaramaz. Örtüsünün açılamaması güzelin özündendir.” der. Bu durum Kutsal Kitaplar’da da mevcuttur. Allah, kitaplarını imgelerle/simgelerle/metaforlarla örtmüştür ki bu durum kitaplara büyük bir gizem, semantik kazandırmıştır. Bu durumda örtü/elbise metin için de asli değerdedir. Oysa enformasyon bilgisi örtüsüzdür, şeffaflık barındırır. Her türlü imgeden/simgeden/metafordan/alegoriden yoksun, yoksul bir metinler dizisidir. Açık ve nettirler, bundan ötürü gizemsizdirler, bilgi olmanın/bilginin asli özelliği olan gizemin, gizemli olmanın haricindedirler. İş bu nedenledir ki müstehcen ve pornografiktirler.
Güzel olan içinde hicap/haya barındırır. Kendini örter, gizler. Ama bugünki güzellik anlayışı bunun tam tersidir. Alabildiğine müstehcenlik içinde kendini her şeye/herkese fâş etme derdindedir. Görüntü/görünmek, beğenme/beğenilme temel hedefidir. Oysa güzel bunu hedeflemez. Güzel olan asil olandır. Kendini beğendirmek gibi bir fiili asla olamaz. Çünkü bunu yaparsa kendini kaybeder ve basitleşir/sıradanlaşır. Bu durum güzelin doğasında vardır. Güzel olan yüce olandır; yani sarsan, acıtan, hayret verendir. Güzel olan ilahi olandır.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *