Özgün İrade’nin Şubat sayısı çıktı

Özgün İrade’nin Şubat sayısı çıktı

Özgün İrade dergisi, 190. sayısında “Ortadoğu’da Savaş, Türkiye’de Deprem” konusunu işledi

Derginin Editör’den yazısında şu ifadelere yer verildi:

“Thomas Freidman, bir vesile ile“Ortadoğu’yu tartışmaya başlayınca insanlar geçici bir süre için delirirler” der.

Onun, insanı geçici bir süreliğine de olsa, delirttiğini düşündüğü şey hakikaten ne idi? Ortadoğu, alabildiğine girif, ‘modern insana’ itici gelen, dört ayaklı, yerde yürüyen, havada uçan ve yine yerde sürünen varlıklara ‘tanrı’ diye tapıldığı bir coğrafyaya mı benziyordu? Buna benzer özelliklere sahip herhangi bir Uzakdoğu ülkelerinde olduğu üzere benzer özelliklere mi sahipti?

Bunları uzatmak mümkündü, ama biz bir delirme emaresi görmüyorduk adına emperyalistler tarafından ’Ortadoğu’ denen, hakikatte ise, birçok farklı unsuruyla, harcı ta Hz. İbrahim tarafından karılmış bulunan bu topraklar bizim öz topraklarımız idi.  Yaklaşık yüz yıldır bu topraklar küresel “Haçlı” emperyalistler tarafından işgal edilmiş bulunmaktadır. Her ne kadar uzun bir süredir, işgal edilen ülkelerin hemen hepsi, sözde de olsa ‘bağımsız’ idiler, ama İngiltere’sinden, Fransa’sından, şimdi de 20. Yüz yıl’ın son çeyreğinde ivme kazanan ve ne zamana kadar süreceği belli olmayan Amerikan işgali, eski tip sömürge yerine, tabiri caizse bir nevi “konvansiyonel işgal” ile karşı karşıya bulunmaktadır.

Emperyalistler, bu işe giriştiklerinde, kendilerine payanda olarak, bu toprakların otantik, ama Müslüman olmayan ‘dini, mezhebi vb.’ toplulukları seçmişlerdi. Bu gruplar üzerinden büyük bir işgal yürüteceklerini düşünmüşlerdi, ama bu tutmayınca, kendilerine, ümmetin yer altı, yer üstü zenginliklerinin üzerine oturan, Petro-dolar sahibi, ama tıynet olarak Kur’an’da(9-97) zemmedilen ataları gibi olanları seçmeleri, hiç de yabana atılacak bir şey olmadığı gibi, emperyalistlerin, ta öteden beri kılcal damarlarımıza kadar girmeyi düşünen ve hemen her şeyimizi işgal eden ‘şeytanî’ bir konuma sahip olduklarını göstermekteydi. 2001’deki Afganistan işgali ile ‘yeniden’ başlayan, 2003’teki Irak işgali ile epey bir yo alan ABD işgali sürecinde Ortadoğu’da kartlar yeniden karılmaya başladı; geleneksel yöneticilikler, uluslar, mezhepler arasında el değiştirdi, Eski alışkanlıklar yerlerini yenilerine terk etiler, ya da devrettiler; her ne oldu ise, çoğu bu son yirmi yıl içerisinde oldu. Ortadoğu, çok katmanlı ilişki biçimleri, farklı siyasi tercihler, örgütler bazında ‘bileşme durumu’ ile devletlerin almış olduğu, alacağı ve şartlara göre değiştirip ‘yeniden’ alması olası pozisyonlarla sürüp gelmektedir. Son üç dört yıllık duruma baktığınızda işgal öncesine  nazaran işgal dönemi Irak’ında, birçok halk gibi çoğunluğu oluşturan Şii nüfusun kendi bağımsızlığını yeterince elde edemediği gözlemlenmektedir. Bu durum, onlar açısından az da olsa onur kırıcı bir şey olup, kurulan hükümetlerde iyileştirme adına ciddi bir şeyler yapamamışlardı.

Buna birde, Suriye ve Yemen iş savaşlarını, Lübnan’daki durumu ve özellikle de kırılgan toplumsal fay hatlarıyla dolu İran’ın da merkez olarak işin içerisine dahil edersek, Ortadoğu Sünnler için olduğu kadar Şiiler içinde zor bir coğrafya olarak kalmaya devam edecekti. Biz ise, ‘ölenle ölünmez, hep orada kalınmaz’ düsturuyla burada, sadece bir kişiden hareketle değil de, olgular, kavramlar ve yaşanan olaylardan yola çıkarak, Ortadoğu’nun çok eski tarihini değil, ama mes’eleyi kavramak için az da olsa 70’li, 80’li yıllardan başlamak üzere günümüz Ortadoğu’sunun bir resmini çizmek istedik. Şubat ayı dosya konusunu yukarıdaki çerçeve içerisinde belirlemeye çalıştık.

Türkiye toplumu olarak, bir yandan polikarbonun bulunması üzerinden Doğu Akdeniz’deki gelişmeler, buna bağlı olarak kıta sahanlığı üzerinden Libya ile yapılan anlaşma ve oralara asker gönderme, beri yandan da tüm dünya ve Ortadoğu ile birlikte Kasım Süleymani’in ABD tarafından öldürülmesine bağlı olarak gelişen olaylara dikkat çekilmişken, dikkatimiz birden Elazığ ve Malatya’da meydana gelen depreme çevrilmiş oldu.

Coğrafya olarak kendisiyle birlikte yaşamamız artık söz konusu olan deprem, epey zamandır gündemimizde idi. O salt bilimsel bir olgu olmaktan çıkmış, hayatımızı belli bir oranda etkilemeye başlamıştı.“Şurada oldu, burada oldu, artçı sarsıntılar sürdü, büyük bir deprem, depremle bekleniyor derken, bir  hafta içerisinde merkez üssü Manisa Kırkağaç olan depremle, yine bu kez merkez üssü Elazığ Sivrice olan ve Malatya’yı da etkileyen 5.6 büyüklüğünde bir deprem meydana gelmişti.

Her depremde olduğu üzere bu depremde de evler, binalar yıkılmış, hayat durmuş, o bölgelerde yaşayan insanlardan vefat edenler olmuştu. Bunun yanında halkın büyük kısmı ellerinden geldiğince depremzedelere yardım etmeye çalışmış, devlet de ‘devlet olmanın ağırlığı’ mucibince depremzedelerin yanında olmuştu. Bu arada stk’ların ortaya koymaya çalıştığı çabaların da görülmesi gerekirdi.

Bu arada nahoş hadiselerde oluyordu. “Yok devlet nerede idi, yok şu niye yoktu, bu niye yoktu?” kabilinden asla İslami duyarlığa sahip olmayan, bununla birlikte kendi sırça saraylarında oturup ahkam kesen, önemli bir kısmı da sosyal medyada –asosyal mı diyelim yoksa!- yalan yanlış beyanlarda bulunan ‘fasık ve inkarcı’ güruh da işin tuzu biberi oluyordu.

İşte bu ağır travmalara sebep olan deprem ile ilgili, bir kısmı da deprem bölgesinde yaşayan, oralı insanların deprem olgusu ve yaşanmışlığıyla ilgili yazıları da, tarihe not düşme adına dergi sayfalarında kendine yer buldu.

Bunun dışında, dergi sayfalarında, çeşitli kategorilere uygun, hepsi de ufuk açıcı yazılara yer verdik. Bu yazıları da, dosya konusunu içeren yazılardan ayırt etmeden okuyacağınızı umarız…

2020 Mart sayısında buluşmak üzere Allah’a emanet olunuz…”

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *