Cem Sahir İslam’dan Kızılay ve Kerem Kınık yorumu

Cem Sahir İslam’dan Kızılay ve Kerem Kınık yorumu

Cem Sahir İslam’a göre, “yeni ve kökten inşa sürecinin Kınık’a nasip olması, onun aynı zamanda hedefe konmasının başlıca sebeplerinden”…

Bir süredir Ensar Vakfı ile ilişkili olarak gündeme gelen Kızılay ve Genel Başkanı Kerem Kınık hakkında Cem Sahir İslam farklı bir yazı kaleme aldı.

Seyyah Medya’da yayımlanan yazısında Cem Sahir İslam, Kızılay yönetimine ilişkin olarak geçmişten bugüne bir değerlendirme yaparak, “Kızılay’daki eski yapı, o yapının nasıl değişime zorlandığı ve bu değişimin kimlerde nasıl bir rahatsızlığa yol açabileceği sanırım anlaşılmıştır.” ifadesini kullandı.

Ayrıca, Yeryüzü Doktorları bünyesinde Gazze’de görev de yapan Kınık için “bir de İsrail’in radarına ‘yakalandığını’ da düşünürsek, hedefte olmasına değil, olmamasına hayret etmemiz lazım!” dedi.

İşte o yazı:

KIZILAY VE KEREM KINIK NEDEN HEDEFTE?

Bilgi Yokluğunda Zehirlenme

Sıkça dile getirdiğim bir durum var. Masanızda veya elinizde duran ve şu satırları okuduğunuz cihaza yansımayan şeylerin peşinden koşanımız çok azaldı. Kağıt kitap hala tahtını koruyor ama arşive gitmek diye bir adetimiz yok. Hele de gazete arşivlerine. Internet üzerinde ulaşabildiğimiz gazete tarihi 1996’dan geriye gitmiyor. Cumhuriyet iyi kötü bir arşiv koydu ama kullanım kolaylığı ve arayüz için, onun dahi epey yol alması gerekiyor, .

Hal böyle olunca da 1990’ları ve öncesini yeni nesillere anlatamıyoruz. Gençler de önlerindeki bardağa ne konursa onu içiyorlar. Hem de öyle bir içiyorlar ki ne yaşadıkları günün kıymetini biliyorlar ne de kendi dününü saklayan güruhun gerçek yüzünü.

İşte bu mecrada bazı konuların üzerinde ısrarla durmamın asıl sebebi de gençlerin, hatta geçmişi unutanların önüne içmeleri için zehirlerini akıtanlardan ziyade, o zehri içmesi istenen insanlara bazı şeyleri hatırlatmak veya meselelerin asıl veçhesini göstermek. Zehir akıtanlar umrumuzda bile olmamalı. Çünkü olan biteni tüm detaylarıyla da gösterseniz bin defa da gösterseniz bin defa aynı teraneyi tekrar edecek. Çünkü inansalar da inanmasalar da görevlerinin gereğini yapıyorlar. Gerçeği tersyüz edip bir zehre dönüştürüyorlar ve sundukları kişilerden onu içmelerini istiyorlar.

Kızılay’a Yaylım Ateş

Kızılay zaten bir süredir hedefte. Hatırlarsınız soda şişesinin üzerinde Cumhuriyet tarihi boyunca yazmayan Türk Kızılayı ibaresi bir sene yazıp, sonra etiket orijinal haline dönünce koparılan fırtınayı. Veya daha sonrasında mülklerle ilgili ortaya atılanları. Olmayan yalılarda sürülen “sefaları”.

Bugüne gelirsek deprem gününden itibaren kurum adeta yaylım ateş altında. Öyle ki, dünyanın bütün Kızılay ya da Kızılhaç örgütlerinin bir afet anında ilk refleksi olan yardım kampanyası başlatıyor, o güruh kafasını ininden çıkarıp zehrini akıtıyor, “nerede deprem vergileri?” diye ilgisiz bir soru sorup dilencilikle suçluyor.

Bu varta atlatılıyor. Şu ana kadar binlerce kez Kızılay, Diyanet Vakfı, Yeşilay ve daha nicelerince uygulanan “şartlı bağış” gündeme geliyor. Meseleyi şu ana kadar bilmeyenlere bağış ve vergi muafiyeti nedir sıfırdan anlatıyorsunuz. Çünkü zehirlenmişler.

O bitiyor bu defa Başkan’ın oğlunun Genç Kızılay’da seçilerek geldiği görevi bir nepotizm olarak sunuluyor. Oysa ortada bir maaş filan yok; gönüllü çalışan bir genç var.

Kızılay’daki Virütik Yapı

Şartlı bağış konusunda asıl sorun, denetime açık bir işlemin, tarafların uygun gördüğü mahremiyeti de ihlal edilerek kurum belgelerinin ortalığa saçılması ve binlerce uygulaması olan bir konunun ilk defa oluyormuşcasına ve sanki bir cürüm işlenmişcesine yansıtılması.Özellikle benzerleri arasından tek bir dosyanın seçilmesi (Başkent Gaz, Ensar Vakfı) ve Kızılay’ın hedefe bunlar üzerinden konması da niyeti faş ediyor. Kurum’un, protokol yaptığı yasal diğer kurumlar üzerinden de yıpratılması..

Burada sadece bu konularla yakından ilgilenen kişilerin vakıf olduğu bir prosedür, kamuoyunun geniş kesimlerinin cehlinden istifade edilerek namertçe servis ediliyor;hem de adeta bundan sonra bu mekanizmayı kullanmak isteyen hayırseverler üzerinde olumsuz/caydırıcı bir etki bırakması istenerek. Kızılay’ın kendi bünyesindeki bu virütik unsurlardan bir an önce kurtulması lazım.

Akrabacılık Kızılay’da Geçmişte Kalmış Bir Hastalıktır

Yine Kızılay Genel Başkanı Dr. Kerem Kınık’ın oğlu Furkan Kınık, Genç Kızılay’daki Genel Başkan Yardımcılığı görevini gönüllü olarak yaparken, bunun bir ücretli ve kayırılmış “pozisyon” olarak yansıtılması da yine bilmeyenlerin bilmemesinden Kızılay aleyhine devşirilmek istenen bir nefrettir.

Gerçi bakmasını bilen ve Genç Kızılay nedir diye araştıran için, niyeti şer olsa da güzel bir bilgiye ulaşma vesilesi de olabilir. Merak edip bakanlar görür ki:

Genç Kızılay (kendi tanımıyla) ”gençlerin de insan ızdırabının azaltılması yönündeki çalışmalara katılımını sağlanmakta, bu konuda gönüllü gençleri hedef alan çok sayıda eğitim faaliyetleri yürütmektedir. 60 il teşkilatı ve 152 üniversitedeki Genç Kızılay Topluluğunda 50 bine yakın gönüllü genç bulunmaktadır.”

Dahasını merak eden genckizilay.org.tr adresine bakarak merakını giderebilir hatta yardım da edebilir.

Furkan Kınık şayet Kızılay’da ücretli bir işe “yerleştirilmiş” olsaydı akrabacılık/hemşehricilik ithamı doğru olabilirdi. zira geçmişte Kızılay’ın böylesi zamanları oldu.

1979’dan 1999’a kadar görev yapan eski ve gedikli başkanlardan Kemal Demir’in istifa etmek zorunda kaldığı sürecin son günlerindeki tabloya bakarsak, yönetimde bulunan kişilerin ücretli pozisyonda çokça akrabasını görebiliriz.

Mesela 1999’daki deprem esnasında Kızılay yönetimine ve onların işe aldıklarına şöyle bir bakalım:

Genel Başkan Kemal Demir’in büro şefi Figen Lostar (Demir’in kızının görümcesi)

Başkanvekili Nurettin Özdemir’in yeğeni Mehmet Serhan Özdemir; kurum avukatı.

Başkanvekili Erkan Gönen’in yeğeni, Altuğ Gönen mimar/mühendis kadrosunda.

Genel Sekreter Ahmet Kalkanoğlu’nun yeğeni Hayati Kalkanoğlu, müdür kadrosunda; diğer yeğeni Özlem Kalkanoğlu, memur; bir başka yeğeni Haldun Kalkanoğlu kontrolör; dayı kızı Mehtap Kordullu memur; dayı torunu Hakan Günbulut memur, kardeşinin kayınbiraderi Kaya Tuna inşaat teknikeri; kızkardeşinin eşi Osman Kocamemik Hukuk Müşaviri; teyzesinin torunu Gamze Karataş memur kadrosunda

Yönetim Kurulu üyesi Tahsin Kaplan’ın yeğeni Filiz Hancıoğlu memur.

Yönetim Kurulu üyesi Kadir Kurt: Emel Kurt (Dış yardımlar memuru, kızı), Mehmet Konyalı (Mutemet, kız kardeşinin torunu), Denizay Tonyalı (Sekreter, kızkardeşinin gelini), Gönül Çatana Tonyalı (Memur, yeğeni), Yasemin Tonyalı (Memur, kız kardeşinin gelini)

Yönetim Kurulu üyesi Muktedir Ballı: Hediye Ballı (Arşiv memuru, amcasının gelini), Fatih Ayhan Ballı (Memur, amcasının oğlu)

Merkez Kurulu üyesi Mustafa Şimşek: Kezban Şimşek (Memur, yeğeninin eşi)

Merkez Kurulu üyesi Cahit Ulutaş: Yasemin Ulutaş (memur, kızı)

Merkez Kurulu üyesi Fadıl Ünver: Şahin Ünver (Şubeler Müdürü, kardeşi), Cengiz Ünver (Elektrik teknisyeni, kardeş torunları)

Merkez Kurulu üyesi İhsan Saraçlar: Muhsin Özer (Müdür Yardımcısı, hemşehrisi), Emine Sarıgül (Sekreter, hemşehrisi.) (Kaynak: Milliyet)

1999 Depremi’nde Kızılay

1999 Marmara Depremi’nin ardındaki süreçte Kemal Demir istifa etmek zorunda kalıyor ve yerine Prof. Dr. Yüksel Bozer geliyor. Demir’i istifaya zorlayan tablonun medyaca görünür hale gelmesinin sebebi de 1999 Marmara Depremi’nde kelimenin tam anlamıyla çuvallayan Kızılay’ın artık tüm toplumu rahatsız etmesi ve medyanın bu tepkiyi mecburen dile getirmesi. Sayıca zaten yetersiz olan ve kötü depo koşullarında çürüyen çadırlar, alabilen vatandaşın elinde kalıyor, hiçbir işe yaramıyor, düzgün bir yemek veya sağlık hizmeti verilemiyor, üstüne üstlük Kemal Demir’in bir de Büyük Ankara Oteli’nde (şimdiki Rixos Ankara) bir suitte kaldığı (üç gün beş gün değil, ikametgah olarak) ortaya çıkınca kamuoyu iyice irrite oluyordu. (Bugün atılan yalı iddiası iftira çıktı ama suit gerçek).

Aslında birazdan bahsedeceğimiz tablodan, o güne kadar Kızılay’ı çevrelemiş tabakanın bir rahatsızlığı yoktu. Ama 99 Depremi’nde Kemal Demir yönetimi öyle bir travma yaşattı ki Uğur Dündar bile sonraki başkan Bozer ile çektiği programa dair şunları yazdı:

“Prof. Bozer’i ziyaretimizin asıl nedenine gelince… Kendisini, Kızılay’da tıkır tıkır çalışan rüşvet tezgáhlarıyla, ihale yolsuzluklarını anlatan iki kişiyle görüştürdük. Bunlardan biri yıllardan beri Kızılay’a çadır bezi satıyor……bu çadır bezi üreticisi, Kızılay çadırlarının çürüme nedeni olarak, dokuma aşamasında iplik çalınmasını gösteriyor. ‘Hatta bir seferinde ben de çalmak zorunda kaldım!’ diyor. Bazı ihalelerde, firmasına ait boş antetli káğıtlara kendisinin yerine teklifleri, Kızılay yetkililerinin yazdığını ileri sürüyor……Hele sözü, kendisinden istenilen rüşvete getirince dehşet içinde kaldım. Çadır bezi üreticisi, zorla alınan rüşveti tüm ayrıntılarıyla Başkan Yüksel Bozer’e anlattı…” (Hürriyet – Uğur Dündar)

Kemal Demir’in istifasının ertesi günü ne oldu dersiniz? Kızılay Genel Merkez Kurulu kendisine “Üstün Hizmet Madalyası” verdi. Kararı, kamuoyunun gözünün içine baka baka yeni atanan Yüksel Bozer açıkladı. Dedik ya Demir’i çevreleyen kişilerin rahatsızlığı ortaya çıkan tablodan ziyade kamuoyunun diline düşmüş ve farların üzerlerine çevrilmiş, huzurlarının biraz bozulmuş olmasıydı; aralarında nasıl bir bağ veya sır varsa artık?

Bosna Hersek Savaşı Esnasında Kızılay

Öncelikle vurucu bir veriyle başlayalım.

1992 yılının Nisan’ında başlayan Bosna Hersek’in Sırp Çetnikler tarafından işgali ve soykırımı esnasında, dünyanın dört bir yanından insani yardım ve sivil toplum kuruluşları Saraybosna’da ofis, temsilcilik açtı veya misyonları doğrultusunda operasyon yaptı. IHH’nın da temellerinin atıldığı süreçte kısa bir zaman diliminde toplam 350 (evet üçyüzelli) kuruluş şehirde kayıt altındaydı.

Kızılay mı? Onu da önce Ecevit’in ağzından dinleyelim, onu şahit tutalım. DSP’nin muhalefet döneminde (yani DYP – SHP koalisyonu) 19 Temmuz 1995 Çarşamba 143. Birleşim’de yaptığı konuşmadan:

“…Belki Sayın Soysal’ın bakanlığı döneminde Kızılayın daha çok etkinliği olmuştur; ama, son zamanlarda, birçok başka ülkeden, ulaşım zorluklarına karşın, insanî yardım malzemesi ulaştırılmakta olduğu halde, artık Bosna-Hersek’te Kızılayın adı bile görülmüyor, anılmıyor. Geçenlerde, tıpkı Bosnalı Müslümanlar gibi kahramanca görev yapan bir hanım gazetecimizin, Şerif Turgut’un da açıkladığı gibi, uzun zamandan beri Boşnaklar, Bosnalı Müslümanlar, Türk Kızılayını görmeye hasret kalmışlardır. Bir an önce Kızılayın da, elbette varlığını bildiğimiz güçlüklere karşın, yardım elini Türk Ulusu adına Bosna-Hersek’e yeniden ve daha etkin biçimde uzatması gerekir…” (Kaynak: TBMM Tutanakları)

Aynı birleşimde Vehbi Dinçerler (ANAP) :

“Almanya, mültecilere insanî yardım gönderdi; nedir; 90 ton ilaç. Biz, askerî uçakla, Bosna-Hersek’e gidiyoruz; 50 kişilik uçakta 14 kişiyiz, yani uçakta boş yerimiz var; rica minnet -sanıyorum Sayın Genel Başkan dahi araya girdi, Rıfat Bey ve diğer arkadaşlar araya girdiler- bize 2 koli su verdiler; yani, serum; götürdük bizim birliğimize verdik. Kızılaya soruyoruz; nerede yardım?.. “Paramız yok” diyorlar; ne yapıyorsunuz; “Hükümete gidiyoruz, Hükümet para vermiyor” diyorlar”

Aynı birleşimde Mustafa Baş (Refah Partisi):

“Bu hadiseler devam ederken -yine, Kızılay yardımları konusu, burada zikredildi- şu anda, Bosna-Hersek’te, Saraybosna’da, Kızılayın bir tek temsilcisi yoktur ve Kızılayın gönderdiği yardımlar, orada, Kızılhaça teslim ediliyor;”

Evet bu konuşmalardan da birkaç ay sonra, savaşın bitimi olan Dayton Anlaşması’ından bir ay önce, 1995 sonbaharında (Ekim) nihayet Kızılay’ın aklına Saraybosna’da olmasa bile Zenica’da bir ofis açmak geliyor. Şimdi samimi olarak soruyorum: şu anki Kızılay yönetimi böyle bir aymazlık ve kabızlığa girer mi?

Bu arada yanlış duymadınız; Kızılay kendisine teslim edilen yardımları Kızılhaç’a veriyor, yardımları Kızılhaç dağıtıyordu. Onlar da adalet adına üçe bölüyor; Sırp, Hırvat ve Boşnaklar’a dağıtıyordu. Peki aynı Kızılhaç, sizce başka bir ülkeden gelen yardımı da mı böyle yapıyordu? Yani onların da mı üçte birini Boşnaklar’a veriyordu. Savaşı gören Boşnaklar orada, gidin sorun.

İçler Acısı Depolar, İşe Yaramayan Malzemeler

O dönemlerde Kızılay depolarını gezen hekim bir tanıdığım, depolarda gördüğü ve 1940’lardan (İkinci Dünya Savaşı) kalma cerrahi malzemelerden bahsetmişti. Antipas amacıyla üzerine kaplanan koruyucu yağlar artık zamk gibi olmuş, tonlarca hurda. Ne bize yar olmuş ne bir başkasına.

Çürük çadırlar, delik deşik battaniyeler ve onları yiyen fare ordusu.Uğur Dündar’ın bu konuyu işlediği 2000 yılındaki Arena programının linkini vermek isterdim ama sanırım “hatır üzerine” o programı koymamış. Hatta o dönemi tamamen hafızadan silmiş Dündar. Dedik ya! Nasıl bir kardeşlikse, dediğini yutturuyor insana.

2000’lerde Kızılay

Her şeye rağmen 2000’lerde Kızılay’da bir silkinme başlıyor.

Aslını sorarsanız eskiden beri bir yandan kendi tertip maliyetini dahi karşılayamayacak düzeyde az bağışın toplandığı Kızılay Baloları, aralarında kemikleşmiş ve adeta görmediğimiz bir bağ olan Merkez Kurul üyeleri ve başkanlarıyla gerçekten hantal bir kast yapısı süregiderken diğer yandan Kan Merkezi gibi bazı hizmetler ve Maden Suyu işletmesi gibi gelir kaynakları en azından kendi rayında işliyordu. Ama gerçek anlamda neşter 2003’te vuruldu.

Ama 2003’ün 1 Mayıs’ındaki Bingöl Depremi’nde Kızılay’ın, o sıralar yeni olan AKParti Hükümeti ve Başbakan Erdoğan’ın hızına ayak uyduramaması ve bunun da ötesinde Başkan Ertan Gönen’in hükümetle siyasi polemiğe girmesi sonucunda görevden alınması aslında kurumdaki neredeyse kırk yıllık Demirel’in ahbapları dönemini resmen bitirmişti.

Bundan sonraki dönemde gelen başkanlar artık başka bir frekansta konuşmaya başlamıştı. Kızılay’ın hem reaksiyon süresi gittikçe kısalıyor hem de depoları yenileniyordu. Sırasıyla Tekin Küçükali, Ahmet Lütfü Akar ve Kerem Kınık dönemlerinde performans ve büyüme verileri geriye gitmeksizin gelişiyordu.

Kerem Kınık

Göreve 2015’te gelen, öncesinde de kurumun yönetiminde bulunan Kınık’ı Türkiye, Yeryüzü Doktorları isimli kuruluşun başkanlığı sırasında tanıdı. Yeryüzü Doktorları, 1999 depreminde birbirlerini bulan veya birlikte gönüllü olarak hareket eden bir grup sağlıkçının 2000 yılında kurduğu dernektir. Kendi ağızlarından bu süreci şöyle anlatıyorlar:

“Yeryüzünde herkes aynı imkânlara sahip değil. Bazıları refah ve varlık içinde yaşarken, bazıları yokluk ve çaresizlikle mücadele ediyor. Afet, iç karışıklık, savaş, yoksulluk, açlık gibi birçok neden birilerini diğerlerine göre daha mahzun, daha yoksun edebiliyor.

Bu durumlara gözlerini yumamayarak ilk olarak Bosna, Kosova savaşları ve 17 Ağustos depreminde harekete geçen bir grup gönüllü sağlıkçı, her ne sebeple olursa olsun sağlık hizmetine erişemeyen ihtiyaç sahiplerine ulaşarak, hayata tutunmalarını sağlamak amacıyla, 2000 yılında Yeryüzü Doktorları’nı kurdu.” (Kaynak: yyd.org.tr)

Bu aşamayı kuruculardan Dt. Süleyman Gündüz daha detaylı anlatıyor:

“Bu duygular içinde bir grup gönüllü hekim 2000 yılında bir organizasyon kurmaya karar verdi. Yeryüzünde yoksulluk, doğal afetler ve savaşlardan etkilenen insanlara sağlık yardımını amaçlayan bir yapı olacaktı.

Bu gönüllü organizasyonun kurumsallaşmasını, adının “Yeryüzü Doktorları” olmasını Dr. Ahmet Özdemir teklif etti ve kurucu başkanı oldu. 2000″de İngiltere”de sekretaryası oluşturulan kuruluş 2004″de ülkemizde dernekleşti. Dr. Özdemir, Hayat Vakfı”nda gönüllü misyonuna sahip çıkacak medeniyet perspektifine sahip hekimleri yetiştirmek ve desteklemekle meşgul. İngiltere”deki organizasyonu Somali Mogadişu Büyükelçimiz Dr. Kani Torun yürütmüştü.” (Kaynak: Yeni Şafak)

Kerem Kınık’ın, 2013 yılında başkanlığına geldiği kurum, 2004’teki Açe depremi ve tsunamisi ile başlayan ilk operasyonunun ardından, 2005 Muzafferabad depremi, sonrasında Sri Lanka iç çatışmaları, Gazze krizleri, Van depremi, Soma faciasından tutun da Batı Afrika Ebola Salgını, Yemen ve Arakan krizleri gibi birçok afet ve savaşta vaziyet alıyordu. Hem Türkiye’de hem de dünya çapında kurdukları irili ufaklı sağlık üniteleri ve eğitim programlarıyla da etkin hizmetler veriyordu, halen de veriyor; yolları açık olsun.

Görevi esnasında Kınık’ın başında bulunduğu en önemli misyon (bence) 8 Temmuz 2014’te başlayan ve yaklaşık 7 hafta (51 gün süren), binlerce kişinin öldüğü İsrail’in Gazze saldırılarındaki operasyonuydu. Kendi sözleriyle okuyalım:

“Hastaneler tıpkı bir mezbaha gibiydi. Ağır vakaların bir kısmı müdahale beklerken vefat etti…. Evet, El Aksa Şehitleri hastanesinin yoğun bakım ünitesini vurdular, yoğun bakımdaki beş hasta şehit oldu. Beyt Hanun Hastanesi’nde çok sayıda küçük klinikler vuruldu. Vefa Hastanesi tam bir enkazdı. Burayı vurduklarında 14 yatalak hasta vardı. İsrail “hastaneyi vuracağız boşaltın” dedi. Hastanenin başhekimi “burada bizim yatalak hastalarımız var, iyileştirme hastanesi burası boşaltmaz” dedi. İsrail’in tehdidinden sonra aralarında Avrupalı doktorların da olduğu beş gönüllü doktor hastaneye girdi. İsrail en üst kattan tankla vurmaya başladı. Onlar vurdukça hastaları birer kat aşağı indirdi doktorlar. Hastanenin yanlarını vurmaya başladılar. Doktorlar çaresiz o yatalak hastaları dışarı çıkarmak zorunda kaldı…. Biz “400-500 ne kadar hasta varsa götüreceğiz” dedik. Burada yerler ayrılmıştı. Şifa hastanesi, Nasr hastanesi, Avrupa hastanesi, Naccar Hastanesi, Kemal Udwan Hastanesi’ni gezdik. Normalde 13 hastane, 54 tıp merkezi var Filistin Sağlık Bakanlığı’na bağlı, ancak savaşta ayakta durup çalışan hastaneler bunlardı. 150 civarında getirilmesi gereken hasta vardı. Birçoğu için İsrail’den ya da Mısır’dan izin çıkmadı.” (Kaynak: islamianaliz.com – Kerem Kınık mülakatı)

Bu olaydan bir yıl sonra, Yeryüzü Doktorları’nın öncülüğünde düzenlenen 1. Filistin-Türkiye Cerrahi Kongresi 26-28 Mart 2015 tarihleri arasında Gazze’de gerçekleştirildi. Ama ilginç olan şu ki İsrail’den Gazze’ye geçmek için izin gerekiyor. Araya Dışişleri Bakanlığı’nın girmesine rağmen kongreye katılımı için İsrail Hükümeti Kerem Kınık’a izin vermiyor. Organizatör kuruluşun başkanı Kınık kongreye telekonferans ile katılabiliyor.

Ayinesi İştir Kişinin

2015’te Kızılay Genel Başkanlığı (kendi deyimiyle nöbeti) görevine geldikten sonra, performans ve gelirlerde büyük bir sıçrama oluyor. Örneğin Kızılay’ın yıl içinde dokunduğu kişi sayısı 750 bin seviyesinden 2019’da 22,5 milyona yükseliyor. Son yaşadığımız Elazığ Depremi saat 20:55’te oluyor, 21:04’te kamyonlar yüklenmeye, malzemeler hazırlanmaya başlıyor.

Bugünlerde en önemli işleri, İdlib Krizi’ni sınırın içinde tutarak, yüzbinlerce yeni savaşzedenin ülkemiz yerine orada iaşe ve ibatesini sağlamak, böylece yeni bir göç dalgasının önüne geçmek. Hissetmediğimiz krizin büyüklüğünü de göremediğimiz için yapılan işin kıymetini vermekte zorlanabiliriz. İnsanoğlunun en nankör olduğu durumlardan biridir bu; hastalığı iyileştiren doktoru çok severiz de hastalığı ortaya çıkmadan önleyen doktorun ne yaptığını dahi anlayamayabiliriz. (Misal, Kemal Demir yönetimine, sınırdan içeri girmemiş bir Suriyeli’ye yerinde yardımın mantığını anlatmak mümkün müydü?)

Tüm bunlar olurken, Kızılay’ın yıllık 900 milyon TL civarı olan gelirleri 7 milyar seviyesine çıkıyor, 2020 gelirleriyse 8 milyar olarak bütçeleniyor. Kızılay’ın 5bin civarı, çoğu değerli gayrımenkulü tek tek ele alınarak piyasa şartlarında akara dönüştürülüyor. Öyle ki üç otuz kiraya verilmiş kıymetli mülkler piyasa rayicini buluyor, tek tek. Yani, bu yönetim varlıkları değere dönüştürüyor.

Neden Kerem Kınık Hedefte?

Kızılay’daki eski yapı, o yapının nasıl değişime zorlandığı ve bu değişimin kimlerde nasıl bir rahatsızlığa yol açabileceği sanırım anlaşılmıştır. Bir örnekle anlatayım: 2000 yılında tartışılan bir konu da 65 yaş üstü yöneticiler ve gitmemekte ısrarlı halleriydi. Elini taşın altına sokmadığı gibi oturduğu avantajlı koltuktan kalkmayan bir kast, yıllar içinde çözülüyor ve daha dinamik bir yapıya dönüşüyor. Bu yeni ve kökten inşa sürecinin Kınık’a nasip olması, onun aynı zamanda hedefe konmasının başlıca sebeplerinden.

Kızılay mülkleri üzerindeki bu varlık yönetiminin böylesi kemikleşmiş ve iç içe geçmiş bir şebekede kimleri, hangi mahfilleri rahatsız edeceğini bilemezsiniz. Aleyhine yürütülen kampanyanın borazancıbaşlarına bakınca bazı ipuçları alıyoruz. Kınık’ın hedefe konması için güzel bir sebep daha.

Sosyal medya figürlerini saymazsak, gazetelerin hangi gazeteler olduğu, patronajları ve en önemlisi Kınık’ın arasını, onu korumaya çalışması gerekenlerle açmaya çalışan, onu yalnızlaştırmayı hedefleyenleri gördükçe, bu tekniklerin sahiplerini, tıynetlerinden seçmeye başlıyorsunuz.

Kınık’ın bir de İsrail’in radarına “yakalandığını” da düşünürsek, hedefte olmasına değil, olmamasına hayret etmemiz lazım!

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

1 Comment

  • İlker Akkaya
    4 Şubat 2020, 19:35

    Allah Kerem Kınık’tan razı olsun, bütün bu yazılanlar elhak doğrudur.Ben de bu süreci yakından takip eden birisi olarak tamamına katılıyorum.

    REPLY