Özgün/bağımsız, toplumsal misyonu olan kültür üretemeyen, kültürel içerik üretemeyen toplumlar emperyalist kültürler tarafından kolaylıkla kuşatılabiliyor
İslam dünyası toplumları biçimsel bağımsızlıklarla malûl bulundukları için, hiç bir şekilde kendilerini yeniden tahayyül edemiyor, kimi zamanlarda ve durumlarda Türkiye’de yaşandığı üzere, ideolojik-seküler mitolojilerin, kimi zamanlarda ve durumlarda da muhafazakar-romantik mitolojilerin hakimiyeti altına giriyor. Seküler-ideolojik mitolojiler de, muhafazakar-romantik mitolojiler de, yaşayarak tecrübe ettiğimiz üzere tektip kitleler oluşturuyor. Bu tür toplumlarda yapısal değişim/dönüşüm/inşa gündeme gelmiyor, getirilemiyor. Toplumlarımızın, maruz kaldıkları biçimsel bağımsızlıklar sebebiyle eşsiz ve benzersiz yanılsamalar biriktiriyoruz. İdeolojik ya da romantik mitolojilerin hakim olduğu toplumlarda kültürel incelikler, kültürel zarafet, yoğunluk ve nitelikler gerçekleştirilemiyor.
Kültürel bir ortamda/çevrede her şeyden önce niteliklerin sesi duyulurken, kültürsüzlüğün hakim olduğu ortam ve çevrelerde kaba-nümayişçi-partizan tarafgirliklerin sesi yükseliyor. Hangi toplumda olursa olsun kültürel nitelikler çok yönlülük temelinde somutlaşırken, nümayişçi tarafgirlikler tek yönlülük temelinde somutlaşıyor. Çok yönlülük bir bütünleşmeye işaret ederken, tek yönlülük ve tek boyutluluk parçalanmalara işaret ediyor. Kültürel yoğunluklar, bilgelikler toplumları mükemmelleşme yönünde biçimlendirirken, seküler ya da muhafazakar kitle mitolojileri toplumları yozlaşmalara, karşıtlıklara sevk ediyor.
Hangi toplumda olursa olsun, romantik-mitolojik fantezilerden, bu fantezilerin kurbanı olan politik hareketlerden/yapılardan/iktidarlardan bir gelecek vizyonu çıkmıyor. Romantik fanteziler umutların yozlaşmasına neden olabiliyor. Özgün/bağımsız, toplumsal misyonu olan kültür üretemeyen, kültürel içerik üretemeyen toplumlar emperyalist kültürler tarafından kolaylıkla kuşatılabiliyor. Bir kültürün özgünlüğünü koruyabilmesi için içerik üreterek, ürettiği içeriği yayması gerekiyor. Resmi ideolojilerin-resmi sınırların içerisine hapsedilen kendilerini kültürler partizanlıkla sınırlandırıyor. İslam ve Müslümanlar evrensel ve kozmopolit bir kimlik bilincini, tecrübe ve pratiğini inşa etme imkanına sahipken, bugün, ulus-devletler yerli-milli kimlikleri tahkim etmeye çalışıyor. Ulus-devletler yerli-milli kimlikleri tahkim etmeye çalışırlarken, yeni medya düzeni, serbest iletişim, homojenleştirilen piyasalar, homojenleştirilen kültür bir dünya görüşü emperyalizmi oluşturarak yerli-milli kimlikleri yersiz-yurtsuzlaştırabiliyor.
İslam dünyası toplumları, halkları, kültürleri, sömürgeci-narsist-kibirli entelektüel-felsefi bilincin saldırıları ile yüzleşmek-hesaplaşmak yerine, bu saldırılar karşısında teslimiyetçiliği seçerek, sömürgeci bilince maruz kaldığı için, ideal/özgün/bağımsız bir kendiliğe sahip olamıyor. Başkalarının bilincine maruz kalanlar, kendi sözcüklerine, kavram ve kurumlarına, kültür ve medeniyet tasavvurlarına, dünya görüşlerine bağımsızlık kazandıramıyor. Sömürgeci-narsist-entelektüel kibir, farklı olanı özümseyemiyor, bu nedenle de farklı’yı dışlama-etiketleme-aşağılama yolunu seçiyor. Toplumlarımızda düşünce ve kültür hayatı, farklı’yı yani İslam ve Müslümanları dışlayan narsist ve ırkçı bir kültürle yüzleşmek yerine, bu kültüre öykünme/taklit yolunu seçiyor. Düşünce ve kültür hayatımız, modernliğin Batı dünyasının kutsadığı bir geleneğe dönüştüğü için, büyük bir tıkanma ve çözümsüzlükle karşı karşıya bulunduğunu, bu nedenle de yeni açılımlar yapma imkanına sahip olmadığını göremiyor.
Günümüz dünyası, ahlaki ve akli bir mantığı olmayan ideolojilerin ve ırkçılıkların hizmetinde olan bir aklın ve siyasetin ürettiği tehditler, şiddet ve kötülükler karşısında ahlaki bir öfkeyi somutlaştıramıyor, toplumsallaştıramıyor, siyasallaştıramıyor. Kimlik ve kişiliklerinden hangi nedenlerle olursa olsun feragat eden ve başkalarının bilincine maruz kalan bireyler ve toplumlarda tutarlı ve bütünlüklü kendilikler çıkmıyor. Varoluş ve hayatın araçlaştırıldığı bir dünyada/toplumda ilkesel tercihlerin yerini pragmatik/faydacı tercihler alıyor.
Kendilerini kendi dünya görüşleri temelinde tanımlamaya çalışmak yerine, farklı’yı sorun olarak görerek, dışlayarak, etiketleyerek bir karşıtlık-düşmanlık-nefret dili temelinde bir “biz” duygusu oluşturmaya çalışmak, anlam-ahlak ve ilke dünyasına-ilişkilerine yabancılaşan kirli bir zihniyete işaret eder.
Statükoya, konfor ve iktidar alanlarına eklemlenen bir zihin-ruh dünyası, yeni tartışmalar çözümlemeler yapamaz, yeni eleştiriler ve öneriler üretemez. Bu tür bir zihin-ruh dünyası, nostaljik bir tarih yaklaşımı ile büyülendiği için yeni ve sahici tahayyüller oluşturamaz. Küresel ölçekte kültürel üretim ve tüketimin yapıldığı bir dönemde içe kapanarak kültürel kabileler halinde, hamaset temelinde bir savunma durumuna geçmek, çok talihsiz yetersizlikler içerisinde bulunduğumuzu gösterir. İdeolojik-seküler evrenselliğin tehditleri karşısında, İslami evrenselliğin imkanlarını harekete geçirmek yerine, yerli-milli mitolojilere başvurmak ikna edici bir çözüm olamaz.
Kendi sözcükleriyle, kavram ve kurumlarına, dünya görüşüne bağımsızlık kazandıramadıkları için, sömürgeci bilgi-iktidar yapılarına maruz kalan topluluklar, gerçek topluluklar değil, taklit topluluklardır. Taklit topluluklar, gerçek kimlik ve kişiliklerle değil, kırılgan kimlik ve kişiliklerle varoluşlarını sürdürürler. Kırılgan kimlik ve kişilikler psişik tutarlılık ve bütünlüğe sahip olamazlar. İslam dünyası halkları, tek akla, tek yoruma, tek (resmi) kültüre mahkûm edildikleri için, insanlık tarihinin bütün bilgeliklerine, zenginliklerine yabancılaşıyor. Günümüzde, paramparça olan İslami bünyenin yeni bütünlük ve birliktelik biçimlerine ihtiyacı olduğu açıktır. Yerli-milli kimlikler ve ulus-devlet tercihleri temelinde bu bütünlüğün ve birlikteliğin sağlanamadığını görmek gerekir. İslami bilincin, bağlılığın ve sorumluluk duygusunun yerel topluluklara çok özgün ve özgür evrensel tahayyüller kazandıracağı muhakkaktır. İslama yabancılaştıkları için, para ve iktidar sınavında yüz kızartıcı ve utanç verici sonuçlar alan muhafazakar kesimlerin, popülist politik güncel gündeme kapanarak hayatlarını kıylükal ile geçiriyor olmaları nedeniyle, evrensel ve bağımsız bir İslami tahayyül oluşturmaları imkansızdır.
Evrensel İslami tahayyül-tasavvur oluşturabilmek için, İslami bilincin bütün boyutlarıyla somutlaştırılarak özgürleştirilmesi gerekir. Başkalarının bilincine maruz kalmak daha çok ideolojik-seküler tahakküm politikalarıyla ilgili bir konudur. Başkalarının bilincine maruz kalmakla, başkalarının bilincini gönüllü olarak seçmek birbirinden çok farklı şeylerdir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *