MS. 415, İskenderiye’de kadın filozof Hypatia taşlanarak öldürüldü. Muhammed (a) daha doğmamış ama hikaye aynı; akletmeyen zalimler, iktidarları için din adına zulüm üretti. Karanlık çağ diye nitelendirilen bu çağlar asırlar boyu devam etti. Büyük mücadelelerle Aydınlanma dönemine gelindiğinde artık kilise ve din adamları kendiliğinden saf dışı ediliyordu. Devlet laikleşmişti. Çünkü bilim, adeta dinin doğmalarına zıt
MS. 415, İskenderiye’de kadın filozof Hypatia taşlanarak öldürüldü. Muhammed (a) daha doğmamış ama hikaye aynı; akletmeyen zalimler, iktidarları için din adına zulüm üretti. Karanlık çağ diye nitelendirilen bu çağlar asırlar boyu devam etti. Büyük mücadelelerle Aydınlanma dönemine gelindiğinde artık kilise ve din adamları kendiliğinden saf dışı ediliyordu. Devlet laikleşmişti. Çünkü bilim, adeta dinin doğmalarına zıt olarak gelişti. Her şey gözlemle-deneyle açıklanıyordu. Dolayısıyla vahye, dine yer yoktu. Bu pozitivist görüş sonraları dünyada kendini o kadar hissettirdi ki, çoğu ülke batının ürettiği sosyal bilimlerle kendini tanımlamaya başladı. Ülkeler ulusçu kimliğe bürünerek batının tahakkümü altına girmeye başladı. Siyaset, hukuk, en çok da eğitim alanında ilkokuldan üniversiteye kadar, dayatılmış ezberlerle, yazılmış tarihlerle, batı, insanları kendi içinden kuşattı. Bazı ülkeler, batının sınıflandırdığı dillere göre kullandığı harfleri bile değiştirdi.
Peki bu aydınlanma çağı gerçekten ışık mı saçıyordu? Ruhban tanrılarının yerine, artık ‘akıl’ yeni tanrı olmuştu. Bu tanrı ise sadece bireylere değil, toplumlara kitlelere zulüm uyguluyordu. Aydınlanma döneminde sömürü, köleleştirme zirve yapmış ve dünya tarihinde belki de zalimlik en üst seviyeye ulaşmıştı. Aslında kiliseye karşı özgürlük mücadelesi, reelde bir iktidar olma mücadelesiydi. Ortaçağın şimdiki çağlardan daha karanlık olmadığını düşünen filozoflar vardı. Evet, Batıda tarihselcilik artık gündemleri iyice meşgul etmişti.
Batıdaki Tarihselciler, değersizleştirilen ve yok sayılan kutsal metinleri, kendi tarihine inerek anlamaya ve anlamlı kılmaya çalıştı. Metinleri “hermenötik” yöntemle yorumladı. Böylelikle olağan üstü, mantığa aykırı gelen olayları insan aklının anlayacağı forma soktu. Amaç: ‘Akıl’ ile kendini sınırsız görenlere karşı, ‘İnsan’ denilen varlığın tarihten, bulunduğu ortamdan etkilenen, tabiri caizse sınırlı ve aciz bir varlık olduğunu vurgulamaktı. Bunun için Tarihsellikle ilgili birçok filozof yorum geliştirdi. Her biri tarihe başka anlamlar yükledi. Konu bambaşka bir hal alarak akıl tanrısın yerine bu sefer de ‘Tarih’i tanrı yapmaya çalışanlar oldu. Buna da eleştiri getirenler oldu. Zaten insanlar farkında olmasa da temel mesele şirk değil midir. Tarih tanrısının yerine ne ikame edildi, ne ikame edilecek? Hali hazırda batıda tarih tartışmaları sürmekte ve değişmektedir. Batıda tarihselcilik bir bakıma mutlak akılcılığa eleştirel olarak çıktı. Türkiyedeki tarihselcilik ise tam tersi pozitivist bakış açısıyla kendini gösterdi.
– Hindistan’dan Pakistan’a, Cezayir’den Mısıra kadar birçok Müslüman düşünür tarihselciliğe farklı açılardan da olsa sıcak bakmıştır. Konu çok geniş olduğu için ne Batıdaki ne de Türkiye dışındaki Müslüman Tarihselcilerin görüşlerine yer vereceğiz. Sadece, yaşayarak tanık olduğumuz Türkiye’deki Tarihselcilerin görüşlerini irdeleyeceğiz. İsim vermekten de ayrıca kaçınacağız. Çünkü dikkat çekmek istediğimiz nokta Tarihselcilerin kendileri değil durdukları çürük zemindir.
– Öncelikle tarihsel ile tarihselcilik konularını ayrı ele almak istiyoruz. Tarihsel demek: tarihte olan demekse -ki kabul görmüş anlamı budur- insan, zamandan bağımsız bir varlık olmadığı için elbette ona indirilen kitap da belli bir zamanda- yani tarihte inmiş olacaktır. Ki ‘Hakikat’ asla zamanla değişmez! Kur’an, arapça dilinde indirilmiştir. Dil, bir kültüre sahip toplumun etkileşimi, iletişimini sağlar. Böylelikle gelişir, şekillenir. Kur’an’ı elinize alıp derinlemesine okumak istediğinizde ilk olarak karşınıza bir set olarak “dil” çıkar. Doğal olarak o kültüre, o tarihe giriş yaparsınız. Bir ayeti anlamak için tarihe gitmek ayrı (ki bu yöntemi tarihte uygulamayan müfessir, alim yoktur) o ayet tarihte kaldı demek apayrıdır. Ayrıca Arapça’da zamanla bazı kelimeler değişerek yeni anlamlar kazansa da, Kur’an’da geçen kavramları, yine Kur’an’ın kendisi açıkladığı için vahiy bundan etkilenmemiştir. İşte bu, Allah tarafından değişime karşı muhteşem bir korumadır. Bazı Tarihselciler, bir kavrama (örneğin şeriat kavramı) Kur’an’ın verdiği anlamdan başka bir anlam yükleyebiliyor. Ama bunu bir yere kadar yapabiliyor. Tarihselciler, Kur’an’ın lafzını değiştiremedikleri için onu yeniden yorumlamak daha doğrusu tarihte bırakmak istiyor.
– Türkiyede iktidar yanlısı muhafazakar tarihselciden tutun da anarşist tarihselciye kadar onlarca tarihselci kişilik vardır. Bunların ortak görüşü şudur: “bazı hüküm ve ayetlerin sadece indiği döneme hitap ettiği ve dolayısıyla günümüzde işlevliğini kaybettiğidir.” Tarihselciler, kendi tezlerini güçlendirmek için, en hurafecilerin bile reddettiği rivayetlere, tarihteki çere-çöpe, yalan-yanlış içtihatların hepsine sahip çıkar. Ne kadar geleneğini, adetini, örfünü din edinen varsa, ne kadar cahil, yobaz, kafa kesen varsa, doğruları ıskalamış ama adını geniş çevrelere duyurmuş ne kadar düşünür, yazar, imam varsa bunların hepsi tarihselciler için dine dahildir. Tarihselcileri dinlerken, geleneği bir över bir döver tavrından kafanız karışabilir. Tarihselciler bazen vicdanı titreten Kur’an’dan konuşur sonra bir bakarsınız aynı Kur’an’ı yerden yere vurur. Bu tür zikzaklarla hakikatin bir tarafından tutarak dil oyunlarıyla, kendilerine alan açmaya çalışır. Tarihe dair malumatlara hâkim olarak, tabiri caizse bilgileriyle insan avlar. Kur’an’ın maksadını anlayan her insan, tarihselcilere biraz kulak kabarttığında ilkesizlik, yöntemsizlik ve çelişkiler yumağını hemen farkedebilir.
Bu arada bazı tarihselciler, teistler ve eleştirdikleri gelenekçilerle çoğu zaman aynı noktada buluşmaktadır. Örneğin: “Işid İslam değil’ diye bir eleştiri getirdiğinizde, tarihselciler de ateistler de hemen rahatsız olur. İki taraf da “Hayır! Gerçek İslam Işid” diyerek itiraz eder. Çünkü biri vahyi tarihte bırakarak, diğeri de vahyi yok sayarak Işid’i kendi tezlerine dayanak yapmaktadır. Tarihselcilerin gelenekçilerle ortak noktası; gelenekçiler ‘Kur’an’ı anlamayız’ diye rafa kaldırır. Tarihselciler ise ‘tarihte kalmıştır’ diye.
– Burada bir parantez açarak Müslümanın tarihle olan ilişkisine değinmek istiyoruz. Kur’an, tarihe nasıl bakmamızı istiyor? Kur’an, bir hidayet kitabı olduğu için geçmiş ile geleceği birbirine bağlayarak bize bir bilinç oluşturur. Sünnetullahı anlatarak, her şeyin bir yasası olduğunu vurgulayarak ayaklarımızın yere sağlam basmasını sağlar.
Tarihselciler, İslam dünyasının şu anda geri kalmışlığını, sömürüye açık hale gelmesini, Kur’an’dan biliyor. Oysa kimler Kur’an’ın ilkelerini hakkıyla yaşıyor? Tarihselcilerin anlayamadıkları nokta, dünyada İslam ile bir ilerleme varsa bu doğrusal değil, dikeydir. Allah’tan hakkıyla korkanlar (birey olsun ya da toplum olsun) İslam ile yücelmiştir. Aksi halde inişe geçmiştir. Müslümanların şu an içinde bulunduğu durumun sebebi Kur’an’ın -haşa- tarihte kalan ilkeleri, hükümleri değil, Müslümanların Allah’tan hakkıyla korkmamalarıdır.
Tarihselciler, dünyaya, batının doğrusal daha doğru bir ifadeyle ‘İlerlemeci Tarih Anlayışı’ (geçmiş ilkel, gelecek hep daha gelişmiştir anlayışı) üzerinden bakmaktadır. Oysa vahiy, insanlık tarihinde nice toplumun üstün iken, sonrasında yok olup gittiğini anlatır.
– Tarihselciler, tarihselcilik metodunu, başlarda rivayetlere, içtihatlara uygulayarak yumuşak bir giriş yapmıştır ki bu çoğu zaman anlamlı olabilir. Çünkü bir beşerin yaşadığı çevreden, olaylardan etkilenmesi olağandır. Ama Allah’ın gönderdiği bir kitaba tarihselcilik metodunu uygulamak haddi aşmaktır. Allah -haşa- bir olaydan etkilenerek baskı altına alınamaz. Bu hadsizliğe tarihselciler şöyle bir kılıf uydurmaktadır: “Vahiy Allah’ın sözü değildir, Muhammed kendisine indirilen vahyi zihin dünyasında toparlayarak kendi kültürünün insanlarına anlayacakları dilde açıkladı”. Tarihselciler kısaca “Kur’an Muhammed’in sözüdür” diyorlar. Halbuki Kur’an, kendisini ısrarla Kitap olarak nitelemektedir. Ve “arabça” bir dilde Elçi’nin kalbine indirildiğini söylemektedir. (Şuara 193-195). Yabancı bir dilde ya da melekçe değil!
Tarihselciler çok konuşuyor ama yine de anlaşılmamaktan dert yanmaktadır. Çünkü kavranabilecek bir yöntemleri yoktur. Tutunabilmek için kendi doğrularıyla sürekli sınıflandırmalar yapmaktadır. Tarihselciler, “Bir ayeti anlamak için tarihe inerek nüzul sebebinin bilinmesi lazım” diyor. Onları tutan yok elbette tarihe inebilirler. Bu arada tarihten günümüze kadar gelen tüm rivayetleri kullansalar da, yaklaşık 100 tane ayetin nüzul sebebi açıklanabiliyor. Geriye kalan binlerce ayet nasıl açıklanacak? Cevaplanması gereken o kadar soru var ki… Günümüzdeki Araplar için hükümler halen geçerli mi? İlerideki çağlarda, aile, evlilik vb. konular toplumda çağ dışı olarak görülürse aynen miras konusu gibi evlilik hükmü de mi ortadan kalkacak? Sınırları kim belirleyecek?
Tarihselciler sürekli, “İlk muhataplar vahyi nasıl okumuş, şu ayeti nasıl anlamıştır?” gibi sorular soruyor. Keşke gerçekten tarihe inseler de bir ayetle iman ederek şehit olan Yasir’in ailesini görebilseler! Tarihselciler de çok iyi biliyor ki yeryüzünde milyonlarca Müslüman gelmiş-gitmiş… Sahabeler de dahil tüm ayetleri hakkıyla kim anlamış? Kur’an’da 1400 yıl önce hiç denizi görmeyenlere, soğuk ile sıcak suyun karışmadığı da anlatılıyor. Şu an biri tefsir yazıyor ve bir ay sonra yazdığı tefsirin yüzlerce yerini değiştiriyor ama imanı eksilmiyor. Bir hikmet deryasında biliyor ki o ayetleri kendisi kavrayamadı. Evet, sorun her ayeti anlamaktan çok bir iman meselesidir. Vahiy bir defa vicdanınızı titretti mi artık her ayetin bir hikmeti olduğuna inanırsınız.
– Bir de İlahiyatçı olmayan tarihselciler var. Bunlar için Kur’an, tarihselcilik metodunu uygulamak için bile değmez. Zaten çoğu ilahiyatçı tarihselciler de meslekleri olduğu için Kur’an’la uğraşıyor. Tarihselciler önceleri birkaç hükmün tarihte kaldığını söylüyorlardı. Son zamanlarda Kur’an’daki Allah tasavvurunun bile arap aklına göre şekillendiği söyleyen tarihselciler var. Kaçınılmaz olarak artık olay tevhidi sorgulamaya kadar gelmiştir. Bu tarihselciler çok felsefe kitapları okuyan insanlardır. İmanlarında zaaflar olanlar, felsefi okumalar yaptıkça, İslam’dan uzaklaşmaktadır. Burada felsefeyi olumsuzlamam, onun asla sorgulamaya, düşünmeye sevk eden yönü için değildir. Dikkat çekmek istediğim nokta bazen doğruya isabet etseler de filozofların bir zemin ve sınırının olmamasıdır. Her anlamda aciz ve sınırlı bir varlık olan insan için vahiy gibi bir zemin şarttır. Felsefe tarihinde bir filozof diğer filozun tam tersini söyleyebilmektedir. Felsefe, birbirlerinin tezlerini çürüterek ilerlemiştir.
Bu Tarihselciler her filozof gibi kendi çağını tanımlamak her şeyi yeniden yorumlamak istiyor. Felsefe onlar için araç değil amaç oluyor. Bu yüzden felsefe temelli okuma yapanlar ile vahiy temelli okuma yapanlar artık konuşamaz hale geliyor. Çünkü bu iki insanın değerler sistemi değişiyor; birinin terazisi altın tartıyor, diğerinin terazisi gümüş, bronz vs… Sonuç olarak ne kadar konuşulursa konuşulsun söylenenler iki taraf için de bir anlam ifade etmiyor. Çoğu tarihselci Müslüman; varlık, irade, toplum vb. konuları filozofların çıkarımlarıyla anlamaya çalışıyor. Onun için bu insanlarda sınırsız bir huzursuzluk, fikri anlamda tatminsizlik, belirsizlik doğuyor. Dolayısıyla artık; imtihan, gayb, ümmet gibi konular onlara ütopya geliyor. Kur’an’ın bir zikir -hatırlatıcı- olduğunu unutarak, onu okunmuş bitmiş olarak görüyor. Tarihte bazı Müslümanlar da filozofların sınıflandırmalarını mutlaklaştırarak hakikati açıklamaya çalışmıştır. Oysa felsefe tarihi, daha doğrusu filozofların birikimi, adeta bir gayya kuyusudur. Sözlerime şu satırlarla açıklık getirmek istiyorum. Karl Popper kitabına Kant’ın şu sözleriyle başlıyor: “Bugünlerde moda olan bütün o bilgelikle dolu kitap ciltlerinin şişirme özentisine ancak iğrentiyle bakabildiğimi saklamak istemiyorum. Çünkü kesinlikle biliyorum ki kullanılan metotlar bu çılgınlıkları ve saçmalıkları sonu gelmez bir yolda çoğaltacaktır; bütün bu yalancı başarıların toptan yok edilmesi bile, batasıca verimliliğiyle bu düzmece bilimin kendisi kadar zararlı olamazdı.”
– Tarihselcilerin kendilerine dayanak yaptığı bir diğer konu: “NESH”
Bazı tarihselciler, Allah diğer ümmetlerin şeriatlerinin bazı hükümlerini nesh ettiği (değiştirdiği) için kendilerinin de şeriatı nesh edebileceği öne sürmektedir. Kur’an’ın kendinden önceki şeriatlarda bir değişime gittiği doğrudur, ama bu tamamen Allah tarafından gerçekleştirilmiştir. Tarihselciler buna şöyle itiraz etmektedir: “Önceki hükümleri Allah değiştirdi, artık vahiy gelmeyeceği için değişikliği bizler yapmalıyız.” Kur’an’da buna en ufak bir ima yok iken tarihselciler bu yargıya nereden varmıştır? Biz son ümmetiz, ortada değişen bir ümmet yok, dolayısıyla şeriat, Allah’ın koyduğu hükümler de değişmez. Allah bütün elçilere küçük değişiklikler haricinde aynı ilkeleri emretmiştir. Son olarak dini kemale erdirdim diye kitabı tamamlamıştır. Ayrıca Rabbimiz değiştirdiği hükümleri -haşa- hayırsız, kötü olduğu için değil, daha iyisiyle ya da benzeriyle değiştirmiştir. (Bakara 106).
Bazı gelenekçi Müslümanlar, Kur’an dışı gelen bir vahiyle bazı hükümlerin nesh edildiği iddia eder. Ne Kur’an dışı bir vahiy vardır, ne de bir ayetin başka bir ayetle nesh edilmesi vardır.
Tarihselciler, çoğu zaman eleştirdikleri haricilerin mantığıyla hareket ediyor. Örneğin; hariciler, Kur’an’daki, Müslümanların zulme uğradığı zaman “önce sabredin, sonra savaşın, sonra onları gördüğünüz yerde öldürün” ayetlerini yanlış anlayarak, bu ayetlerin birbirini nesh ettiğini iddia etmiştir. Evet Müslümanlar için, zulme uğradığında güçsüzken sabır, çıkar yol bulamayınca hicret, güçlenmek, sonra aşırıya gitmeden savaşmak, şartlar oluşunca düşmanla antlaşma yapmak dahi vardır. Basiretsiz Müslümanlar, sanki bir daha güçsüz ve fakir düşme ihtimali yokmuş gibi sabır ayetlerinin artık nesh edildiğini hükmünün kalktığını iddia ettiler. Tarihselciler de bu ayetleri günümüze uygulayanlar var diye (Işid’in direkt bir insanı kafir diye öldürmesini örnek göstererek) Kur’an tarihseldir diyebilmektedir. Bu sonuca göre Tarihselciler de ayetleri Işid gibi anlıyor. Aksi halde telaşa kapılmazlar. Çünkü Hakikat değişmez! Kimse ona ne ekleme ne de çıkarma yapabilir.
– Tarihselcilerin kıyametleri kopardığı bir konu; Kur’an’daki hükümler. Oysa üzerine konuşulan hükümler parmaklarımızın sayısını geçmeyecek kadar… Bunun dışında zaten Allah insana fıkhetmesi için, içtihat için geniş bir alan bırakmıştır. Fıtrata uygun sınırlar, hududullah bellidir.
Hükümler konusunda, akıllara ziyan bir Prof. var ki Tarihselciliği savunmak için nefes almadan konuşmaya başlıyor ve direkt kadınların duygularına hitap ederek: “Kur’an’ın hükümleri bugün geçerli ise hadi eşleriniz 4 defa evlensin! Hadi mirastan az pay alın! Kadının şahitliği yarımdır! Hadi kız çocuğunuzu 6 yaşında yaşlı bir adamla evlendirin!” diyor. Benzer örneklerle konuşmasına devam ediyor: “Baklava çalan çocuğun elini kesin! Evinize arka kapıdan girin. Savaş için at besleyin” diyor. Köleler, cariyeler derken konu haram aylara gelince Prof. adeta kendinden geçiyor. Bu Profesör’ün o kadar seviyesiz örnekleri var ki: “Bir adam, karınızı dövün ayeti havada kalmasın diye, sırf o ayeti günümüzde uygulamış olmak için karısına hafifçe vurmuş.” Bu örneklerle salondakiler kahkahaya boğuluyor. Hep olduğu gibi söz tarihselcilerin bamteli olan “Işid” mevzusuna gelince, çoğu dinleyici hemen tarihselcilik “mezhebine giriyor”.
Bu tarihselci profesörün verdiği örnekler ufak bir dalgayla yıkılacak kumdan kaleler gibi. Bu iddialara kısaca cevap vermeye çalışacağız:
* Öncelikle, Tarihselcilerin dil oyunlarına karşı çok dikkatli olunmalıdır. Onlar Kur’an’dan bir örnek verdiklerinde o verdikleri örnek bir emir (farz) mi yoksa ucu açık bir serbestlik mi olduğuna dikkat edin. Çünkü tarihselciler, sanki vahiy erkeğe 4 eş almayı farz kılmış gibi lanse ediyor. Oysa bu sadece bir serbestliktir. Dünya, yaşadığımız çevreyle ibaret değildir. Biraz empati yaparsak tek evliliğin farz olması durumunda bazıları için tahmin edemeyeceğimiz zorluklar doğabilir.
* Diğer bir konu miras. Kur’an’ın bütünlüğü muhteşem, bu miras konusunda da geçerlidir. Kadının rolü, aile, toplum, ümmet, hepsi birbirine bağlıdır. Zaten moderniteyle zehirlenen gençliğe, ona panzehiri, vahyi, hikmeti hatırlatmak yerine, kadının rolünü modernitenin penceresinden tanımlamak! Oysa bu konular cesurca dile getirilmelidir. Kadın, mecbur kalmadıkça ev geçindirmek zorunda değil, mirastan yarım pay alabilir. Bunun maddi durumu zayıf olanlara bir haksızlık olduğunu düşünenler için de çözüm vardır. Mirasta da vasiyet serbestliği… Eğer miras sahibi isterse vasiyetle mirası istediği gibi pay edebilir. Zaten Müslüman zayıf, düşkün olanı korumak zorundadır.
* Tarihselcilerin çok suistimal ettiği bir diğer konu: Çocuk yaşta evlilik. Kur’an sanki çocuğunuzu 6 yaşında evlendirin diye emrediyor. Bu konuda bir serbestlik bile yoktur! Kültüre göre çocuk iken beşik kertme, nişan, söz vs. olabilir. Bu kültürleri kastetmiyoruz. Bu konuyu buraya taşımamızın sebebi, tarihselciler küçük çocukların adet görmeden gerdeğe girdiğini iddia etmeleridir. Üstelik bu iddiaya da Kur’an’dan delil bulmaya çalışmaktadır. Öncelikle konuyu daha iyi anlamak için şu nokta çok önemli: “Kur’an’da gerdeğe girmeyenlerin iddet bekleme süresi yoktur (Ahzap 49). Bu ayet kilit noktadır. Talak suresinin 4. ayetinde, kimin ne kadar iddet beklemesi gerektiği açıklanıyor. Tarihselciler, bu ayette geçen, henüz adet görmeyen kadınları çocuk gelin olarak tefsir ediyor. Tarihselciler, gelenekçiler gibi “çöl sıcağında çocuklar daha çabuk olgunlaşarak adet görür” diye bir çıkarım dahi yapıyor (ki bu da yanlış bir çıkarım ama en azından daha insaflı). Tarihselciler her anlamda olgunlaşmayan çocukları gerdeğe sokuyor. Bu çocuğun fiziksel anlamda bile hayatta kalması olanaksız. Bu olaya tarihsel demek insanların vicdanlarını rahatlatacak mı? Bir zamanlar Allah çocukları böyle ölüme mi terk etmiş? Tarihselciler böyle bir Allah’a mı inanıyor? Tarihselcilere itiraz getirerek, adet görmeyenlerin, çocuk değil de hayatında hiç adet görmemiş kadınlar (ki bu binde bir görülen bir kadın hastalığı) olabileceğini söylediğinizde tarihselciler küplere biniyor. Doktorlar işlerine baksın ayetleri ilahiyatçılara bıraksın diyor. Özünde pozitivist olan bu tarihselciler işlerine gelmeyince hemen bir ruhbanlık havasına girerek; bilimi Kur’an’a bulaştırmayın diyor. Evet, bilim bazen yanılabilir. Ama bu konu gayet net, doktor olmaya bile gerek yok ki, etrafımızda, yakın çevremizde henüz hiç adet görmediği halde yıllarca evli olan bayanların durumuna şahidiz. Tarihselciler buna da karşı çıkıyor; çünkü neymiş! Bu ayetteki iddet süresi, gebelik var mı yok mu bunun açıklığa kavuşması içinmiş ve hayatında hiç adet görmeyen kadının hamile kalamayacağı için onun iddet süresi olmazmış. Peki henüz adet görmeyen çocuk hamile kalabilir mi ki iddet süresi bekliyor? Buna cevap vermek yerine Müslüman ülkelerden çocuk evliliğe örnek veriyorlar.
* Tarihselciler, Borç meselesinde, iki kadının şahitliğinin bir erkek şahide eşit olmasını, kadını aşağılayan bir durum olarak sunuyor. Bu şahitlik bütün konularda geçerli değil! Bu şahitlik çok istenilen bir durum mu? Bakara 282. ayette şahitlik için çağrıldıklarında gelmemezlik yapılmasın diyor. Ve iki kadınlardan biri unutursa diğeri hatırlatsın diyor. Bir alacaklı-verecekli günümüzde bile haklı-haksız tartışmalarında birbirini darp edebiliyor. Araya kimse girmek istemiyor. İki kadın şahit olması bence kadının lehine onu rahatlatan bir durum. Kadın ile erkek eşit olacak diye ikisine aynı ağırlıkta yük yüklemek adalet değildir. Bir erkeğin taşıdığı ağırlığı bazen iki kadın ancak taşıyabilir.
* Tarihselciler, hırsızın elinin kesilme mevzunu da saptırıyor. Hz. Ömer’in bile el kesme hükmünü uygulamadığını iddia ediyor. Hz. Ömer de olsa kimse bir ayetin hükmünü değiştiremez eğer değiştirmişse yanlış yapmıştır. Lakin bu mevzuyu incelediğinizde, Hz. Ömer hırsızın elini kesmiyor ama bu, Allah’ın hükmünü değiştirdiği için değil, tam tersi Allah’ın hükmünü uygulayacak durumun değişmesinden dolayıdır. Yani hırsızlık yapan kişi, hırsızlığı ahlak edindiğinden değil, çaresizlikten, açlıktan yapmışsa el kesme hükmü zaten uygulanmaz. Hırsızlığı meslek edinenlere karşı el kesme hükmü, bence Müslüman bir toplumun, haksızlığa karşı bakış açısını netleştiren bir kimliği olmalıdır.
* Tarihselciler, Enfal suresinin 60. ayetine atıf yaparak, hadi bugün de savaş için atlar besleyin diyor. Ayette, düşmana karşı hazırlık için bir “Kuvvet” hazırlayın diye vurgu yapılıyor ki bu kuvvet her çağda her şey olabilir; uçak, tank… Sonrasında ise ‘atlar besleyin’ diyor. Zaten “Kuvvet” kelimesinden sonra at beslemek, ister 1400 yıl öncekilere bir misal vermek için olsun isterse günümüzde geçerli bir emir olsun. Hiçbir şekilde sorun teşkil etmemektedir.
– Tarihselcilerin “Vahiy; arap toplumuna göre şekillendi… Onlara yabancı olan hiçbir şey söylemedi” iddiaları:
* Mekke’de arap müşrikler putlara tapıyorlardı, bu adamların dini değişti. La ilahe illahlah demeleri, başlı başına bir dönüşümdür. Vahiyle beraber, araplar adeta sözlü kültürden yazılı kültüre geçti. Bir tarih metodolojisi gelişti. Bilime bakış değişti. Tarihte Arap ilim adamları ilklere imza attı.
* Bu vahiy, onlara yabancı olan bir şey söylemediyse neden amca-yeğen, baba-oğul karşı karşıya savaştı. İşte bu nokta hep sümen altı ediliyor. Tarihselcilerin üstünü örttükleri nokta burasıdır. 1400 yıl önce müşrikler elçiye ”Bu eskilerin yaşadığı masallar, gel başımıza lider ol ama kölelik düzenini, şirk düzenini bozma dediler” Elçi bu teklifi kabul etmedi.
* Örneğin ”cum’a” toplanma günü. Bir tarihselci diyor ki: “Bu araplara has bir toplantı günü idi Allah bunu aynen devam ettirdi.” Öncelikle, toplanmak, istişare etmek her toplumda vardır. Evet araplar da toplanıyordu. Fakat köleler çalışırken kavmin ileri gelenleri toplanıyordu. İslam’dan sonraki toplantıda; arabı, arap olmayanı, kölesi, zengini, fakiri omuz omuza namaz kıldı. Allah’tan başka kimsenin önünde eğilmedi! Araplar koyu kavimcilikten sıyrılarak bu hale geldi! Bu devrimsel gerçeğin üstü bu kadar mı örtülerek itibarsızlaştırılır. Günümüzde, ırkçı zihniyetin penceresinden bakan, batıya hayran aşağılık kompleksi olan tarihselciler bu gerçeği göremiyor. Onların imtihanı da elçinin arap olması… Bu sığ düşünceden kurtulup Müslüman ufkuyla ayetlere, olaylara bakarlarsa, arapların değil insanlığın hikayesi olduğunu görürler… Ve Âdem’den, Nuh’tan, Hz. İbrahim’den İsa’dan Muhammed’e kadar gelen tevhidi mesajı “Arap aklına” indirgemezler. Her Elçi’ye kendi kavminin diliyle vahiy inmiştir. Ha İbranice ha Arapça… Vahyedilen hakikatin yanında bu çok küçük bir ayrıntıdır!
* Yine tarihselci bir prof. ‘Kur’an yalnızca arap toplumuna hitap etti’ iddiasını desteklemek adına şu örneği veriyor: “Kur’an, neden diri diri gömülen kız çocuklarından bahsediyor da Nil’e bırakılan çocuklardan bahsetmiyor?” Bu prof. örneklerine devam ediyor: “Neden vahiy müşriklerin putuna karışıyor da doğrudan güneşe tapanlardan bahsetmiyor?” Bu profesöre şu soruyu sormak istiyoruz: “O zaman neden Muhammed (a) diğer ülkelere mektup yazarak vahyi tebliğ etti?” Hele ki Yahudi ve Hristiyanları şu an bile doğrudan ilgilendiriyor Kur’an, onların yanlış bildiklerini düzeltiyor.
Bu ayetleri araplara has görmek yahudileşmektir. Yahudiler, avlanmanın yasak olduğu gün, çok balık olduğu için ağı geceden atarak yasaktan sonra balıkları çıkarıyordu. Sözde zina günahına düşmemek için bir gecelik muta nikahı kıyanlar gibi… Evet, Allah bizim tertemiz olmamızı istiyor, bunu başaramayanlara Rabbin sonsuz sayıda her an her dakika örnek vermesi gerekir; çatala, bıçağa, ay’a tapmayın diye. Oysa maksat tevhidi kavramaktır. Temiz kalabilmektir.
* Tarihselciler, Kur’an’da anlatılan cennet tasvirinin bile çöl sıcağında yaşayan araplara hitap ettiğini söylüyor. Onlara göre yeşillikler, akan ırmaklar arapların zihin dünyasına göre şekillenmiş… İstanbul’da Polonezköy civarında yaşıyoruz. İnsanlar birkaç saat, avuç içi kadar yeşillik görmek için saatlerce trafikte çile çekiyor. Tarihselciler en küçük örneği vermekten dahi kaçınmıyor. Tarihselcilere göre, Nur suresi 58. ayette geçen mahrem vakitlerden olan öğle vakti, o devirde insanların aşırı sıcaklarından kaçmak için öğle vakti evlerine çekilme geleneğiyle ilgiliymiş. Günümüze hitap etmiyormuş bu ayet. Yukarıdaki satırlarda dediğimiz gibi Müslümanın ufku bu olmamalı, Kur’an’ın maksadı bu değil! Yine de empati yapabilmeleri için kendilerinin tarzında bir cevap vermek istiyoruz: Öğle saatindeki bir uykunun verimi yüzde 400 imiş. Günümüzdeki bazı insanlar hücrelere faydalı diye öğle vakti uyuyor. Ne olacak şimdi?
– Tarihselcilerin “Muhammed’in (as) aile hayatıyla ilgili olan ayetler bugün işlevsizdir” iddiası…
Bir ayet işlevsiz kalmaz; tam aksine; aklını işletmeye, araştırmaya, düşünmeye hatta Kur’an’da geçen bir kavramı açıklamaya yarar. Beni en çok diri tutan şey Muhammed’in (a) insani yönüyle ilgili olan ayetler. Ve bu öyle çarpıcı şekilde gözler önüne seriliyor ki İsa’yı tanrı yapan insanoğlu, Muhammed’e (a) bir ilahlık yakıştıramıyor. Ayrıca bu ayetlerden alacağımız öğüt ve hikmetler var:
Örneğin: Tahrim 1. ayette, Elçi’nin eşleriyle olan özel hayatından ziyade şunu anlıyoruz: Allah’ın haram kılmadığı bir şeyi elçisinin bile haram kılmaya hakkı yoktur.
Yine başka bir ayetteki, evlatlığının eşiyle evlenmesi meselesi, Bir şeyi Allah helal kılmışsa, o şeyden Elçi de olsa toplum ne der diye çekinmemesi lazımdır.
* Bu arada konu Muhammed (a)’ın insani yönünden açılmışken mucize konusuna kısaca değinmek istiyoruz. Tarihselcileri eleştiren “Buhari siyaha beyaz derse o artık beyazdır” diyen gelenekçiler, kendileri gibi düşünmeyen Müslümanları da tarihselcilerin içine dahil ederek modernist etiketi yapıştırıyor. Bu gelenekçiler, batıdaki tarihselcilerin, metinlerdeki (mucize, olağan üstü şeyleri) akla mantığa uygun hale getirmek için uğraş verdiklerini biliyor, bu ayrıntıya dayanarak, özünde İslamcı bir tutum sergileyen Muhammed Abduh’un da tarihselci olduğunu ima ediyor. Çünkü Abduh, Fil suresindeki vakayı, bilinen mucizenin dışında bir yorum getirerek doğa olaylarıyla, aklın anlayabileceği şekilde tefsir etmeye çalışıyor. Abduh’un bu bakış açısı ister batıyla uyuşsun ister uyuşmasın (ki batıya göre doğru-yanlış çıkarımı yapacak değiliz) benim için Abduh’un tarihselci kategorisine girmesi için yeterli değil. Çünkü Kur’an’a göre mucize isteyenler hep iman etmeyenler, insan başlı başına bir mucize, dünya, evren… Bunlara hayret etmeyen insan zaten akletmiyordur. Bir şeyin mucize olması için bir anda olması gerekmez, benim için Sünnetullaha uygun doğa kanunlarıyla olması da mucizedir, nasıl yaratıldığından ziyade bir şeyin yaratılmış olması mucizedir. Aksini düşünmek yaratılışı küçümsemektir. Ki Allah ayetlerden de “mucize” diye bahseder. Evet, Roger Garaudy’i okurken satır aralarındaki tarihselciliği görmek beni üzmüştür. Lakin Abduh’u okurken tarihselciliğe sıcak baktığına (ez azından şu ana kadar) rastlayamadım.
– Tarihselciler en büyük evrenselcilerdir. Zaten dertleri evrensellikle değil, Kur’an’ın ‘evrensel’ olmayışıyla ilgilidir. Tarihselciler, Elçi’nin aile hayatıyla ilgili inen bir ayeti cımbızlayarak, bu ayet evrensel mi, bu ayet Amerika’daki bir adamı bağlar mı diye soruyor? Sizi iki kavram arasına sıkıştırıyor; yani bu ayete evrensel dediğinizde saçmalamış olursunuz çünkü Amerikalı için bu ayetin bir değeri yoktur… Evrensel değil dediğinizde, onlara göre tarihselciliği kabul etmiş oluyorsunuz. Oysa evrensellik batının ürettiği bir kavramdır. Siz o kavramla kendinizi, dininizi şekillendirebilirsiniz ama bir Müslüman İslami kavramlarla kendini ifade eder. Tarihselcilerin evrensellik zokasını yutmayarak, kendimizin içerik, kavram üretmemiz lazım. Uzay çağında da olsak Kur’an’ın ilkeleri insan fıtratına uygundur. Örneğin: Amerika’da bir ateist Kur’an’ı okuyor ve sorularına cevap bularak Müslüman oluyor. Ama bu adam Kur’an’ı ne kadar okursa okusun namaz kılmak için diğer Müslümanlara ihtiyaç duyuyor, tabiri caizse Kur’an onu mümin kardeşlerine yönlendiriyor, rüku edenlere, secde edenlere… Hac, Cuma namazı, Namaz, Vahiy her şey Hikmetli Allah tarafından Müslümanları birbirine bağlar. Şimdi tarihselcilerin üstteki sorusuna cevap verelim: Elçi’ye inen o ayet artık Müslüman olan bu Amerikalı adamı ilgilendirir… Yani bir insan için Kur’an’ın ayetleri, onun kendi iradesiyle iman etmesinden sonra anlam kazanır. İman etmeyenlerin ise zulmünü artırır. Evrensellik kavramı, günümüzde dünya ülkelerini dizayn etmeye çalışan dayatmacı emperyalist (insan hakları adı altında başka ülkelere demokrasi götürmek gibi) zihniyetlerin makyajıdır.
Peki Türkiye’de 80 milyon da ‘demokrat’ iken Tarihselciler neden bu kadar rahatsız? Üstelik araştırmalara göre Kur’an’ı mealinden okuyanlar % 1’e bile tekabül etmiyor. Bu yüzde 1’in içinde tekfircisi, tarihselcisi, Kur’an diyeni hepsi mevcut… Doğruya isabet eden kaç kişi onu da Allah bilir. Kur’an görüldüğü gibi zaten tarihte bırakılmıştır. Aslında tarihselciler, sosyal medyada ‘Tarihten kopuk, meal okuyup paylaşan sözde evrenselcilerden’ rahatsız değildir. Tarihselciler, Kur’an’ı hakkıyla okuyanlardan rahatsızdır. Kur’an’da anlatılan zalim Firavun, Nemrut, Ebu Leheb gibi figürleri, günümüzde yaşatmaya çalışanlara karşı İslami bir duruş sergileyenlerden rahatsızdır. İnsanların üzerinde hakimiyet kurmak isteyenlere karşı, İslam hükümlerinin tam anlamıyla uygulanabileceği bağımsız bir İslam düzeni olmalı diyenlerden rahatsızdır. Çünkü çoğu tarihselcinin, İslam ile siyaseti yan yana düşünmeye tahammülleri bile yoktur. Kur’an tarihseldir diye kendilerini yıpratmalarının sebebi budur! Din onlar göre, bireysel ahlak içindir, aksi halde din, toplumu kısıtlayan, sınırlayan, zulüm üreten bir doğmadır. Tarihselciler, kendi dininden, zulüm üretir diye korkarak emperyalistlere peşinen teslim olmuştur. Bu tarihselciler demokrasiye şükür namazı kılıyor! Tek dertleri laikliği muhkemleştirmektir. Oysa bireysel olarak ahlaklı olanlar, yönetimde niye ahlaksız oluyor? Ruhbanlığa karşı, dini suistimal etmeye karşı, gayri müslimlerin de dinini yaşayabildiği, şahsın değil Müslümanların istişareyle yönettiği, çağa uygun bir yönetim biçimi neden konuşulamıyor. Tartışılması gereken konu budur.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *