Çam ağacı kültü pagan bir gelenek, noel ile bir ilişkisi yok, bizdeki toptancılığı bir kenara bırakırsak. Pekiyi bizdeki ‘çaput ağacı’ kime aittir? Nereden, kimlerden tevarüstür?
ÇAM AĞACI MI, ÇAPUT AĞACI MI?
Yılın son günlerini yaşadığımız evrede yine her yıl tekrarlanan tartışmalı kucağımızda bulduk, buluyoruz. Bu durumun biteceği de yok! Biteviye önümüze getirilip duruyor, duracak. Ta ki bizler, ayartıcılardan kurtulana dek, ayıkana, aklımızı başımıza alana kadar…
Hani insanımız daha ‘noel’ ile ‘çam ağacı’ farkının farkında değiller ya, -ki halkımız hadis ile sünnet ayırımının bile farkında değil- neye, niçin karşı çıktığının da ayırdında değil! Hep bir tepkisellik, hep bir reaksiyonerlik… Bilinç, yok, şuur yok, bilgi yok, hikmet yok… Dolduruşa getiren, dolmuşa binen çok! Bedavadan kahramanlık, ucuz bir beklenti… öteki üzerinden, başkalarının yanlışları üzerinden kendini kurtuluşta, doğru yolda görme yanılgısı…
Yılbaşı adı verilerek tartışıldığında bunu, ne olduğunu, niçin olduğunu, sebeplerini, sonuçlarını bilip düşünmeden ‘hicri yıl’ karşıtlığı ile kotardığı hissiyatı… ‘Noel’ dendiğinde Hıristiyan adeti, günah diyerek yadsıma geleneği… Kurban olgusuna ‘hindi’ üzerinden meşruiyet arama kolaycılığı… ‘Çam ağacı’ söz konusu olduğunda ağaç katliamı, çevre sorunu üzerinden yanlışlama desteği üretme girişimleri… gerçi son zmanlarda bu tür çıkışmalara, kapitalizm ve tüketim kültürü, yapay/çakma palastik alternatifler, horoz ve kaz üzerinden cevaplar üreterek çıkış yolları da bulmakta pek mahir olduğunu göstermektedir, tutarsız muarızlarına karşı!
Çam ağacı kültü pagan bir gelenek, noel ile bir ilişkisi yok, bizdeki toptancılığı bir kenara bırakırsak. Pekiyi bizdeki ‘çaput ağacı’ kime aittir? Nereden, kimlerden tevarüstür? Dinimizle bir alakası var mıdır? Bunları soran, düşünen yok! İnanınız çam ağacı, çaput ağacına kıyasla çoktan daha çok masum kalır, yeter ki aklı selim ile düşünülsün! Burada amaç, birine masumiyet atfedip diğerini karalamak değildir, bilesiniz… Al birini, vur ötekisine! Çaput ağacı kültü, çam ağacının aksine bu topraklarda adeta ruhlara kazınmış, yol olmuştur! Ne de olsa bize(!) aittir! Bir oranlama yapılsa çaput ağacı açık ara birinci gelecektir! Rengin tonları, versiyonları hesaba katılırsa hele, kıyası dahi kabil değildir! O kültün üzerine eklenen ritüeller, seromoniler, olmazsa olmaz kabilinden bileşenler, öncesi ve sonrası hesaba eklendiğinde çok farklı bir algı ve dünyayla karşılaşmak, devasa bir tüketim (maddi manevi, dini dünyevi) olgusuyla yüz yüze kalmak durumu söz konusudur. Üstelik çam ağacı gibi bir güne münhasır değil; günlere, yıllara sari, yedi yirmi dört devam eden bir inanış ve yaşayışla karşı karşıya kalmak olasıdır.
Yine bir tarafı kayırıyor olmak yanılsamasına düşmeden, noel inanışı üzerinden bir okuma yaparsak, bu da bir tüketim çılgınlığına alet edilmiş, ‘aparatçik’ olarak kullanılan bir duruma evrilmiştir. Nasıl bir oyun ve kurgudur ki ‘domuz eti’ yemeyen bir toplum, ‘bu işte bir domuzluk var’ diyememektedir? Nasıl oluyor da ‘kumarın’ haram olduğunu bilmeyen yok iken, bu topraklarda, sistem eliyle işletilen ‘millisinden’ piyango çekilişinden hiç kimse zerre miskal şüphelenmemekte, ‘bu işte bir iş var’ diyememektedir? Bu ne menem aymazlıktır! Bu, zokayı midemize kadar yuttuğumuzun resmidir!
Yılbaşı kutlamak günah, yılbaşı tatili ne ala! Keşke uzasa! Yenilse, içilse, ama o amaçla değil de, masumane! Her yeri kırmızılar sarsa! Dostlar alış verişte görse! Noelin sakallısı bari hediyeler dağıtıyor, bizim ‘dede’ dediğimiz sakallılar üstüne bir de bizi ütmeseler!
Şimdi vaazlar, hutbeler, broşürler, tweetler; kınamalar, ayıplamalar, her kesimden, yüksek perdeden itirazlar… Pekiyi, piyangoya, çalıp çırpmaya, adaletsizliğe, liyakatsizliğe, yalana talana, faize kumara niye ‘çıt’ çıkaran yok! ‘Alan razı, veren razı’ durumu mu yoksa! ‘Domuz eti’ haram da, ‘kamu/yetim malı’ helal mi? Pekiyi, hindiyi haram yapan başkalarına benzemekse, başkalarına/ötekine benzemeyen neyimiz kalmış? Şehirlerimizde, mekanlarımızda İslam’ı, İslam’ın ahkamını ve ahlakını, güzellik ve yüceliğini yansıtan bir şeyler kalmış mı, dışı hoş, içi (her açıdan) boş camiler, minareler dışında! Daha dün o başkaları adına hutbelerden ‘’Allah katında din ancak İslam’dır’’ ifadesi ellerimizle kaldırılmamış mıydı? Kendimizi unutup başkalarına bakmak çok kolay!
‘İsa Şam’a inecek, onlar çama anlamış!’ diyerek işi karikatürize edenler, çaput ağacı için niye iki kelam etmezler?! Edemezler; zira dükkan kapanır, müşteriler kaçar! Bonuslar yiter! Çıkarlar çöker! Yanmayan kefenler, takunyalar, kopya telkinler, okunmuş Yasin ve dualar ticareti biter! Devirler ıskat olur!
Yani dostlar başkalarının yanlışından bize bir doğu çıkmaz! Yanlışları doğrular götürür, başka yanlışlar değil! ‘Bizim yanlışımız güzel, bizimkisi başka, onlara benzemez…’ vs demek ‘Benim hırsızım, arsızım, yolsuzum, haramzadem daha iyi!’ demeye benzer! Bu yol yol değildir! Burası çıkmaz sokaktır! Biz önce kendi evimizin, dükkanımızın, mekanlarımızın önünü süpürüp temizleyeceğiz ki, başkalarına birşeyler söylemeye yüzümüz olsun!
Biz kendi gündemlerimizi, kendi davamız ve muktesebatımız etrafında sahiplenip sürdürmedikçe daha çok oyalanır durur, kandırılırız. Bakınız bunun tartışması dahi o gündeme tav ve av olduğumuzun göstergesidir. Bundan kurtulamıyor ve ister istemez eklemlenmiş oluyoruz. Yılın başında bu sıkıntılar, sapmalar var da ortasında, sürecinde ve sonunda yok mu? Sadece o gün mü bu arızalar var? Adamlar öyle veya böyle bir sahiplenme, ‘din’ algısı etrafında bir titizlenme gösteriyorlar da, biz kendi davamızı sahiplenmede, son ve hak din iddiasıyla müntesip olmakla övündüğümüz dinimize hassasiyetle aidiyet göstermede, temsiliyet izharında aynı titizliği sergileyebiliyor muyuz?!
Yeni yıllarda ve önümüzdeki günlerde aklımız başımıza alabilmek ve hep elimizde tutabilmek temennisiyle…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *