Nihilizm

Nihilizm

“Nihilizm hiçbir düzeni kabul etmemekte, aile, devlet ya da din gibi otoriteleri reddetmekte, toplumsal düzene baş kaldırmaktadır. Bu haliyle nihilizm gerçek bir bunalım felsefesidir.”

Latince ‘hiç’ anlamına gelen ‘nihil’ kelimesinden türetilmiş nihilizm, reel olanı bilemeyeceğimizi ileri süren, anlam ve değer yüklü herhangi bir şeyin var olmadığını ileri süren, bunalımlı, inkârcı bir görüştür. Türkçede ‘hiççilik’ olarak ifade edilmektedir.

Varlık felsefesi itibariyle nihilizm hiçbir şeyin, dolayısıyla Tanrının da var olmadığını savunur. Bu yönüyle nihilizm bir tür ateizmdir. Fakat nihilizm ateizmden daha radikal bir inkâr felsefesi olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü ateizm bütün varlığa egemen, kâdiri mutlak bir tanrı inancını reddeder. Nihilizm ise sadece tanrıyı değil, tüm boyutlarıyla varlığı da reddeder. Daha doğrusu varlık olarak hiçbir şeyi kabul etmez. Varoluş boşunadır, anlamsızdır ve hiçtir.

Nihilizmin bilgi felsefesi varlık görüşüne uyumludur. Bilginin imkanını reddeder. Buna göre her tür bilgi bir aldanmadan ibarettir. Hiçbir doğru, genel-geçer bir bilgi yoktur. Toplumsal bilimler ve klasik felsefi sistemler yok hükmündedir. Nihilizm açısından hiçbir şey var değildir, var olsa da bilinemez; bilinse de başkalarına aktarılamaz. Bu yönüyle nihilizm agnostisizme (bilinemezciliğe) yaklaşır. 

Nihilizmde ahlakın bir yeri olmadığı kendiliğinden anlaşılır; ahlakı reddeder. İnsan eylemlerini belirleyen değerleri kabul etmez. İnsanın beden ve ruh diye iki yapısı yoktur. Hakikat, ideal, şuur, madde, ruh gibi kelimeler boştur. Metafizik onun literatürüne girmez. Mevcut olan değerlere ve kurulu toplumsal düzene baş kaldırır. Esasında nihilizm hiçbir düzeni kabul etmez. İlkesel olarak hiçbir iradeye boyun eğmemeyi savunur. Devlet, din ya da aile gibi otoriteleri reddeder. Bütün ahlaki ve toplumsal baskılara karşıdır. Devletin, insanın ahlakını bozduğunu ileri sürer, dolayısıyla devletin ortadan kaldırılması gerektiğini düşünür. Erdemlerin zayıf olanları güçlülere karşı korumak için uydurulmuş en büyük yalanlar olduğu görüşündedir. Denilebilir ki nihilizm en yüksek değerlerin değerini yitirmiş olmaları ve bunun bilincine varılmış olması halidir. Martin Heidegger (ö.1976) nihilizmi batı felsefesinin ana özelliği olup, onun tarihi seyrinin zorunlu aşamalarından biri olarak değerlendirir.

Nihilist felsefe Yunan filozofu Gorgias’a (m.ö.374) kadar götürülmekte, kendisi nihilizmin fikir babası sayılmaktadır. Nihilizm 19. yüzyılda önce Rusya’da genç entelektüeller arasında kabul görmüştür. İlk başta, yeni bir toplumsal düzen kurmak adına, yerleşik düzene bir başkaldırı; tanrısal, ahlaki ve kültürel değerlerin hiçbir kıymetinin olmadığı temel teziyle ortaya çıkmış, bilahare her türlü düzeni reddeden, hiçbir toplumsal kurumun birey üstünde baskı kurmasını onaylamayan köktenci bir felsefeye evrilmiştir. Nihilist akım Rus devletinin bazı tedbirleriyle karşılaşmışsa da bu durum, sürekli yeni taraftarlar bulmasına engel olmamıştır.

Nihilizm kelimesini ilk kullanan değilse de, kavramsal olarak ilk yaygınlaştıranın Alman filozofu Friedrich Heinrich Jacobi (ö.1819) olduğu ileri sürülmektedir. Nihilizme damga vuran filozoflardan bazıları şunlardır: Max Stirner (ö.1856), Arthur Schopenhauer (ö.1860), Henry Thomas Buckle (ö.1862), L. Andreas Feuerbach (ö.1872), Herbert Spencer (ö.1903), Albert Camus (ö.1960), Jean Paul Sartre (ö.1980). Nihilizme asıl felsefi karakterini kazandıran ise Alman filozofu Friedrich Nietzsche (ö.1900) olmuştur. O, nihilizmin en önde gelen temsilcisidir. Nietzsche’nin fikirlerini ise, hocası Schopenhauer’un ürünü olarak görmek mümkündür. Yine de Nietzsche’nin şu hakkını teslim etmek gerekir: O, nihilizmin yaşamı olumsuzlayan boyutunu kabul etmemiş, yaşamın olumlanmasından yana olmuştur. Nietzsche, değerlerin geleneksel dayanaklarının çöktüğünü, bütün değerlerin yeniden üretilmesi gerektiğini savunuyordu. İnsanın ‘üstün insan’ vasfını kazanabilmesi, yeniden değer üretmesine bağlıydı. Nietzsche’ye göre insanlar güçlüler ve zayıflar diye ikiye ayrılır. Mevcut ahlak düzeni köle ahlakıdır ve bunu zayıf insanlar üretmiştir. Kölelik tembellik, durağanlık ahlakıdır. Köleler (yani zayıf insan) gerçek hayattaki zayıflıklarını unutmak için tanrı adında kurmaca bir değer üretmişlerdir. Hristiyanlığı da köle ahlakı meydana getirmiştir. Üstün insan ise efendi ahlakını üretmiştir. Üstün insan çağının her türlü kokuşmuş değerini reddeder. Kendi değerini ve ahlakını kendisi oluşturur. Nietzsche nihilizmi sonuna kadar yaşamış ve kendi iddiasıyla onu aşmış bir insandır. 

Nietzsche’ye göre her şey anlamsızdır. Dünya can sıkıcıdır. Yaşam her geçen gün daha da değerden yoksunlaşmakta, tür olarak insanın kemali (olgunlaşması) geriye ket vurmaktadır. Tanrı ölmüş, insanlar bireysel yalnızlıklar içine gömülmüştür. İnsan alışkanlıklarına hapsolmuştur. Alışkanlıkların alt-üst edilmesi insana hareketlilik kazandıracak, insanı bulunduğu yerden bir adım daha ileriye taşıyacaktır. Bu da yeni değerlerin üretilmesi demektir. İnsan bu rahatlık zindanından kurtulmalıdır. 

Nietzsche’nin felsefesinde tanrı öldüğüne göre, her şey boştur. Bu ‘boş’luk Nietzsche’de, edilgin bir şekilde ölüp gitmek gerektiği fikrini doğurur. İnsan hiçbir şey irade etmemelidir. Tanrı ölünce, ondan doğan boşluğu insan almıştır; batmak isteyen insan… İnsan, pekâlâ tanrısız da yapabileceğini kanıtlama çabasındaydı. Yeni misyonunun icabı olarak insanı, eski değerlerin yerine yenilerini geçirmek gibi bir görev beklemekteydi. Tanrı ölünce din de ölmüştür çünkü din (Hristiyanlık) artık iş görmemekteydi. Tanrının ölümü sonrasında dinin yerine ahlak, tanrısal değerlerin yerine yararlılık ve ilerleme gibi ‘değerler’ getirildi. Nietzsche yine de nihilizmi insanın son durağı gibi kabul etmez; nihilizmi, aşılması gereken bir ara durum sayar.

Nietzsche nihilizmin Hristiyan ahlak yorumundan kaynaklanan en yüksek değer ve ideallerin mantıksal bir sonucu olduğu görüşünde ısrarcıdır. Ona göre Avrupa nihilizminin kökeninde, dünyanın Hristiyan ahlakı açısından yorumlanması bulunmaktadır. Hristiyanlık kurgusal bir dünya yaratmış, her şeyi bu kurguya bağlamıştır. Her şeyin kurgu olduğunun anlaşılmasıyla, insanlar daha önce hiç bilmedikleri bir hiçliğe batmışlardır. Artık iki bin yıldır Hristiyan olmanın bedelini ödeme zamanı gelmiştir. 

Nietzsche nihilizmi etkin ve edilgin diye iki kısma ayırır. Etkin/mükemmel nihilist düşen şeylerin düşmesine (bir nevi tabii seleksiyon: doğal ayıklanma) izin verir. Düşenleri yaşatmaya, ölü olanı diriltmeye çalışmaz. Hatta, düşene bir tekme de biz vurmalıyız der. Tedavi etme ve edilme bir tür yozlaşmadır. Mevcut durumdan şikayetçiysek ve eğer ortadan kaldırılması gereken bir şeyler varsa, buna engel olmamalı, kalkmasına izin verilmelidir.

Nietzsche, sosyalist sistem kurucularını ahlaksızlığın, hastalığın, fahişeliğin, ıstırabın yok olma derecesine geldiği durumların var olabileceğini tasarlamaları nedeniyle eleştirir; bu tasarlamayı onların yüz karasıdır sayar. Hastalık nasıl yok edilemezse, ahlaksızlık da öyle, yok edilemez. Kimse çöküşün önüne geçip, durduramaz, çöküşle mücadele edemez. Psikolojik ve ahlaki tedavi girişimleri de çöküşü durduramaz. Çöküş (dekadans/inhitat) zorunludur. Her çağda, her toplum dekadansa maruz kalır. 

Batı düşüncesini nihilizme sevk eden nedenler, nihilizmin ön biçimleri olan çilecilik (asceticism), hazcılık (hedonism), kötümserlik (pesimizm) ve çöküş (dekadans) gibi düşünce ve davranış biçimleridir. Çilecilik ve hazcılığın varıp karar kılacağı son nokta nihilizmden başkası zaten olamazdı. Zira biri hayatın değerini hazla, öteki ise acıyla ölçmektedir. Haz ve çilenin haricinde başka bir anlamın var olabileceği kabul edilmemiştir. Hazcı ve çileci bir insanın ortaya koyabileceği bir irade, öne sürebileceği bir amaç ve anlam söz konusu olamaz. Buna göre nihilizm, gelişi engellenemeyen bir yazgı, kaçışı ve çıkışı olmayan bir girdabı andırmaktadır.

Nietzsche içinde yaşadığı çağın (19. yüzyıl) büyük bir çöküntü (dekadans) ve çözülme çağı olduğu, bu çağın gençliğe acı çektirdiği görüşündeydi. Ona göre bu çağın en büyük özelliği dağılma ve belirsizlikti. Bu çağda hiçbir şey ayakları üstünde sağlam durmuyordu. Bu çağda yaşamak, kaygan ve her şeyin tehlikeli olduğu bir zeminde yürümekle eş anlamlıydı. Nietzsche diyordu ki, dünya hiçbir zaman 19. yüzyıldaki kadar maddi (dünyevî) olmamış, hiç bu kadar sevgi ve iyilikten yoksun kalmamıştı. Bilim-sanatın sadece, gelmekte olan barbarlığa hizmet etmekte olduğu kanısındaydı. Dünyada her şey parayı ellerinde tutan en kaba, en kötü ve zorba güçler (barbarlar) tarafından belirlenmekteydi. 

Nietzsche çağını şöyle okumaktaydı: Çağın insanı olan-bitenin farkında dahi değildir. İnançsızlık gerçek olmuş, tanrı ölmüştür. Buna göre Nietzsche nihilizminin ana karakterinin bir tür ‘inanç krizi’ olduğu anlaşılmaktadır. Nietzsche, mahsulü topladık ama bütün meyvelerimiz çürüdü, bütün emeğimiz boşa gitti, bütün pınarlarımız kurudu diyor. Bu bunalımda Nietzsche, boğulacak bir denizin olup olmadığı derdindedir. İdeal olan her şey Zerdüşt’ün tavrıyla yok edilmelidir. Aksi takdirde her şeyin boş ve anlamsız olduğu; yapılacak en iyi şeyin yok olmak olduğu anlayışı varlığını sürdürecektir.

Anlaşılacağı üzere nihilizm bir tepki felsefesidir; Tanrıya, metafizik dünyaya, başka/hakiki bir dünya düşüncesine, dinin ölümden sonraki dünya tasavvuruna, yüksek değerlere, iyi ve hakiki olana tepki. Başka türlü söyleyecek olursak: Birer uydurma ve sayıklama oldukları gerekçesiyle, varlığı reddedilen ve gerçek sayılmayan şeylere bir tepkidir. Bir inkâr ve değerleri tersine çevirme arzusudur. Daha sonra bu karamsar ve yıkıcı anlayışı Sartre ve onun gibi bazı varoluşçu filozoflar geliştirerek ateist bir varoluşçuluk üretmişlerdir.

Dinî dünya görüşü ile beşerî düşüncenin ayrıştığı nokta işte burasıdır: Dini düşünce en temelde, eşsiz-benzersiz bir büyük yaratıcının bütün evreni hiç yoktan var ettiği temel inancına dayanır. Yaratıcılık düşüncesi, bütün sistemi baştan kurar: Allah hakikatin ta kendisidir. Bütün varlık, var olmasını sadece ve sadece Allah’a borçludur. Hayatın yegâne ulu gerçeği olan Allah’ın varlığı tartışmaya açılınca, artık yerinde kalacak hiçbir değer, tepetaklak olmayan hiçbir varoluş silsilesi, tahrif olmayan hiçbir hakikat kalmaz. Allah yoksa elbette makul, mantıkî ve hakiki hiçbir şey yoktur. Allah yoksa her şey mubahtır.

Allah’ın var olması değerleri var kılar. Hayata anlam veren, Allah’ın varlığıdır. Varlık kitabını okuyacak alfabeyi sadece insan sökebilmektedir. Varlığı okumasıyla insan değerlerin farkında olunmasını sağlar. İnsan varlığa anlam verecek, değerleri kavrayacak -bilinen- yegâne varlıktır. Yaratılıştan neş’et eden değerler insan sayesinde değerdir. Değerleri kavramak, erdeme inanmak için öncelikle yaratılışa iman etmek gerekir. Bunalımlı batı felsefesi, dogma olur korkusuyla iman kavramını insan zihninden kazıyınca, nihilizm gibi absürd düşünceler üremiştir.

Nihilizmin hiçbir şeyin bilinemeyeceğini iddia etmesi gülünç, acınası ve sefil bir tez olmasının yanında, kendini de tekzip etmektedir. Madem hiçbir şey bilenemez, bilinse de başkalarına anlatılamazsa, o halde bu tez nihilizm denilen düşünceyi de -örümceğin kurduğu tuzak misali- kendi ağı içine çekip, yutmaz mı? Nihilizm adında bir felsefe, bilinsin ve anlaşılsın istenmiyorsa, neden başkalarının idrakine sunulmaktadır?

Nihilizm hiçbir düzeni kabul etmemekte, aile, devlet ya da din gibi otoriteleri reddetmekte, toplumsal düzene baş kaldırmaktadır. Bu haliyle nihilizm gerçek bir bunalım felsefesidir. Zaten Nietzsche’nin yakınmalarından bu bunalım anlaşılmaktadır. Savaşlardan, acıdan şikâyet etmektedir. Bir düşünürün, hayattaki acılardan, toplumsal ve siyasi baskılardan, hatta işkenceden, Hitler’in fırınları veya temerküz kampları gibi insanı küle ya da yaşayan ölülere dönüştüren zulümlerden nihilizm gibi bir ‘hiççilik’ felsefesi üretmesi insanlığa atılacak en büyük kazıklardan biridir. Kötü örnekler hiçbir zaman örnek değildir. Tarihte bir milyon kere devlet kurulmuş olsa, bunun biri haricinde hepsinde insana kötülük yapılmış olsa, sırf o bir iyi örnek için devlet fikri savunmayı hak eder. Aynı benzetmeyi aile ve dinî kurumlara da teşmil edebiliriz. Ailenin otoritesine itirazı muhtemelen Nietzsche’nin yaşadığı sıkıntıların etkisiyledir, kişisel bir tecrübenin eseridir, dolayısıyla bir doktrin oluşturma bakımından bir ‘hiç’tir. 

Nietzsche ne kadar ‘her şey boş, her şey anlamsız’ dese de, hiçbir şey boş, hiçbir şey anlamsız değildir. Her şey anlam yüklüdür. Nietzsche’nin ölümüne göklerin ve yerin ağlamamış olması, akıl tutulması kabilinden yargılarının anlamsızlığına verilmiş en ‘tabiî’ cevap sayılmalıdır. Bir düşünürün boş olmayan ve anlam yüklü bir tek şey olsun görmemesi için nasıl bir psişik yapıya sahip olması gerekir? Üç beş filozofun, kendi siyasal gelenekleri, toplumsal baskılar, kırılgan kişilikleri gibi faktörlerle ürettikleri bunalım felsefesi esas alınarak hayata ‘anlamsız’ ve ‘boş’ etiketi yapıştırılamaz. Hayat çok ama çok anlamlıdır. Hayata anlamsız ve saçma demek, balta girmemiş uçsuz-bucaksız bir ormanın kıyısında durup da, burada orman şöyle dursun, hiçbir şey yok demek gibidir. Hayattaki anlamı, güzelliği, değerler zincirini, ancak onun farkına varacak bir bilince sahip, uyanık zihinler kavrar. Bu bakımdan dinin sabır, hakkı tavsiye, diğerkamlık, sevgi, fedakarlık, bencil olmama, mal tutkusundan arınma, ıslah, takva, anne-babaya öf bile dememe gibi erdem tavsiyeleri anlamın; hiçliğin değil, ‘hep’liğin ta kendisidir. 

Nietzsche’nin, “düşene bir tekme de biz vurmalıyız” önermesini, en koyu dindar toplumlarda bile onaylayacak, Nietzsche-meşrep yığınlarca insan bulunabilir. İnsan olarak bir an kendimizi ‘boş’ bırakınca, Nietzsche’nin önermesinin haklılığına bizi inandırmaya yönelik şeytanî dürtülerin zihnimize üşüştüğünü fark ederiz. Ama bu, hakikati tersine çevirmez. Tam da burada yani şeytanî dürtünün geldiği durumlarda “Allah’tan başka güç ve kuvvet yoktur” diyerek, şeytandan ve nefsimizin kışkırtmalarından Allah’a sığınmak ve hakkın, hakikatin arayıcısı olmak erdemin ta kendisidir. İnsan, yaralı bir köpeğe, çukura düşmüş yırtıcı bir hayvana, susuz kalmış bir kediye gösterdiği şefkat ve merhameti insana göstermez de, ona bir tekme de ben atmalıyım yarışına girerse, orada insandan değil, hasta bir kişilikten bahsedilebilir. Şayet Nietzsche hayattayken ‘düşmüş’ olsaydı, onun düştüğünü görüp de, bir tekme de ben vurayım ve bir an önce ölsün gitsin demeyecek yığınlarca insan bulunurdu. Nitekim Nietzsche’nin ölümünden on sene öncesinde, sahibi tarafından dövülen bir ata koşarak boynuna sarıldığı ve ağlayarak yere yığıldığı anlatılır. Rivayete göre Nietzsche o olaydan sonra iflah olmamış, on sene boyunca akıl hastalığı ve başka bedensel hastalıklar çekmiş, bu esnada annesi, kız kardeşi, doktorlar, hemşireler ve başka birçok insan tarafından ilgi görmüş, bakımı yapılmıştır. Nietzsche’nin ilkesiyle hareket etseydiler en başta annesi ve ablası olmak üzere, onu bir an önce ‘hiç’liğe mahkûm etmeleri gerekirdi. Doktorların tedavisi yerine, tekmesine maruz kalması icap ederdi.

Nietzsche Hristiyan kültürüne tepkilidir lakin bu kadar zeki bir insan ve derinlikli bir entelektüel olarak, Alman (ve batı) toplumunun yaşadığı dinin gerçek Hristiyanlık olmadığının, gerçek Hristiyanlığı bulup ortaya çıkarmanın bir entelektüel olarak kendisinin de görevi olduğunun acaba neden bilincinde değildir? Bazı kitaplarında İslam’la ilgili olumlayıcı sözleri nakledilmekteyse de, yine de İslam’la ciddi bir tanışma içerisine girmemiş olmasının ‘hiç’ bir mazereti olamaz. Bu, bütün batılı düşünürler için geçerlidir. Bugün de bütün batı entelijansiyası İslam’a, Kur’an’a, son peygamber Muhammed (sav)’e yapılan ve başka hiçbir insana reva görülmeyen hakaret ve saldırılara karşı tamamen sessiz ve duyarsızdırlar.

Reformasyonla başlayan bir müdahale sürecinde Hristiyanlıkla yollarını tamamen ayıran ve onu tamamen bir tapınak etkinliklerine, dua dinine dönüştüren putperest batı düşüncesi, içindeki fasit bulguları kimi zaman ‘nihilizm’ olarak kusmuş, kimi zaman varoluşçuluk (egzistansiyalizm), kimi zaman liberalizm, kimi zaman hümanizm v.b. olarak. Ama bilinmelidir ki bu batı kusmuklarından insanlığın derdine ‘hiç’ bir deva olmaz. ‘İzm’ uzantılı ideolojiler sadece insanı, Allah’ın Kur’an vasıtasıyla son kez kurtarmayı murad ettiği ateş çukurunun içine yuvarlayabilirler. İnsana armağan edecekleri bütün servetleri ateş çukurundan ibarettir.

Bugün bütün dünyanın olduğu gibi, kendi toplumumuzun da geldiği nihai noktanın deizm-ateizm-agnostisizm-nihilizm karışımı bir bunalım halîtası olduğunu ilmel, aynel, hakkal yakin olarak görüp, yaşamaktayız. İşin aslına bakılırsa, bugünkü toplumsal durumun bir nihilizm olduğunu söylemek de büyük bir iddia olur. Nedenine gelince: Nihilizm sonuçta bir düşüncedir ve bir teze dayanmaktadır. Bir şeyleri ispat etmeye, bir şeyleri (tüm şeyleri) çürütmeye odaklanması hasebiyle -yüzde yüz haksız bulsak da- bir iddiayı dile getirmektedir. Bugünkü toplumsal seviye ise nihilizmin bile oldukça gerisinde, nihilizmin dûnundadır. Çünkü nihilizmi (hiççiliği) bile bilmeyen ama yine de hiçbir derdi, tasası, kaygısı olmayan, hiçbir değer tanımayan, batan gemiden arta kalmış tahta parçası misali, şehevi duyguları kendisini nereye sürüklerse oraya doğru sürüklenen, evet sadece sürüklenen bir yeni insan türü, şehirlerimizi istila etmiş vaziyettedir.

Bununla beraber biz müminler her kötülüğe olduğu gibi, nihilizme karşı da umutsuz, karamsar, kötümser ve bitkin değiliz. Bilakis umut doluyuz. Çünkü muharref Hristiyanlığa ayar çekmiş, insanlığı nihilist/ateist gibi ejderhaların önüne atmış, hayatı bütünüyle beşerin bilimsel insafına(!) terk etmiş batı uygarlığı gibi şaşkın, köksüz ve pusulasız değiliz. Bizim pusulamız çok sağlam, bize yol göstermek isteyen rehberimiz çok güvenilir, bizim yolumuz tam doğru bir yoldur. Müslümanlar açısından felah ve selamet için asırlarca beklemeye bile gerek yoktur. Öyle eşi benzeri görülmemiş ‘cins’ felsefi düşüncelere, akla hayale gelmedik ideolojilere de gereksinimimiz yoktur. Bizim kurtuluş reçetemiz hiçbir bozulmaya uğramamış, tazeliğinden hiçbir şey yitirmemiş olarak bizi, kendisine iman edip, imanının gereğini hayata aktaracak izzetli öncüler olarak göreve davet etmektedir. Bu erlerden olarak bir tek kişinin bile doğru olan adımları atmasıyla hemen bugün o felah sürecinin başlaması mümkündür.

Son söz olarak diyebiliriz ki nihilistlere öfkelenmekten ziyade, bütün nebilerin gösterdiği sabır ve merhamet içerikli uyarı dilini kuşanarak, doğruları söylemeli, varlığı var eden Allah’ı dilimizin döndüğü, ilmimizin yettiği oranda anlatmalıyız. İnsanların kalpleri bizim değil, Allah’ın elindedir.

İKTİBAS

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

1 Comment

  • Sureyya
    27 Ocak 2021, 13:15

    Bu çalışma 2019 yılında yayımlanmış ancak ben yeni farkedip okudum. Keşke felsefi ekolleri ve kavramları İslamî bağlamda aynı bu şekilde ele alan çalışmalar periyodik olarak yayımlanmaya devam etse. Çok değerli bir emekle hazırlanmış bu çalışma için çok teşekkür ediyorum.

    REPLY