Bir Dönemin Muhasebesi İçin Birkaç Not

Bir Dönemin Muhasebesi İçin Birkaç Not

Araştırmacı yazar Asım Öz’ün İslamcı dergilerin 1980-2000 yılları arasındaki durumları ile ilgili Özgün İrade Dergisi 2019 Aralık Sayısında yayımlanan yazısı…

BİR DÖNEMİN MUHASEBESİ İÇİN BİRKAÇ NOT

Asım Öz

“Dergiler, uzun yıllar boyunca tabir caizse siyasi ve edebi hareketlerin “piştiği bir kazan” olmuştur. Bu açıdan; Batıcılığı savunan fikri ve siyasi hareketlerle, bu anlayışa karşı duran/direnen ve İslâm’ı referans kabul eden İslâmcılık cereyanının dönemler içinde değişen ve dönüşen konumunu tüm boyutlarıyla kavramak için dergi mecralarına bakılması gerekir.”

***

Cumhuriyet Türkiye’sinde hangi meseleyi ele alırsak alalım, bir şekilde Osmanlı’dan günümüze uzanan modernleşme sürecini ve buna karşı çıkışları yahut onu belli boyutlarıyla öne çıkaran anlama biçimlerini ele almaya başlamışız demektir. Diğer bir ifadeyle, mesele olarak önümüze konan hususlar neticede modern dünya, daha dar anlamıyla Batılılaşma sorunuyla şu ya da bu şekilde kesişmek durumundadır. Hâliyle Türk modernleşmesi diye adlandırılan süreç, bir yönüyle fikri akımların ve dergilerin tarihidir.

Modernleşme döneminde olup bitenleri süreklilikler ve kopuşlar zaviyesinden inceleyebilmek için, düşünce, edebiyat, kültür, kadın, çocuk ve haber dergilerinin sayfalarını taramak gerekecektir. Zira düşünce ve edebiyatın aktığı kanallar olarak dergi formu modernleşmenin bir neticesi olan matbuat macerasının başında toplumsal hayata dâhil olmuştur. Dergiler, Batılılaşmanın sonucu ama aynı zamanda bu sürece itirazı, eleştiriyi ve uyumu içeren farklı yaklaşımların mecrası şeklinde görülmelidir.

Türkiye’de, fikriyat ve sanata dair yönelişler muharrirler ve edipler kanalıyla dile getirilirken, muharrir yahut ediplerin hatta bunlarla münasebeti gerilimli olan cemaatlerin yaklaşımlarını, tasarımlarını, düşüncelerini ve anlayışlarını kamuoyuyla paylaşma kanalı ise dijital mecraların ortaya çıkışına kadar genellikle dergilerce belirlenmiştir. Dolayısıyla dergilerin uzun yıllar boyunca farklı fikri cereyanların, meşreplerin düşünce ve edebiyat telakkilerini izlemeyi mümkün kılan platformlar olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Üç tarzı siyaset ve türevi ideolojilerin belirlediği siyasi, fikri ve edebi anlayışlar kendilerini dergilerde göstermiş, bilhassa 1980’lerin sonlarından itibaren ama esas olarak 1990’larda farklı ideolojik anlayışlar birbirleriyle hem dergilerde buluşmuş hem de tartışmışlardır. Bunları besleyen bir kanal olarak dergi yazarlarının katıldığı konferans ve paneller üzerinde de ayrıca durulması icap eder. Zira dergiler, uzun yıllar boyunca tabir caizse siyasi ve edebi hareketlerin “piştiği bir kazan” olmuştur. Bu açıdan; Batıcılığı savunan fikri ve siyasi hareketlerle, bu anlayışa karşı duran/direnen ve İslâm’ı referans kabul eden İslâmcılık cereyanının dönemler içinde değişen ve dönüşen konumunu tüm boyutlarıyla kavramak için dergi mecralarına bakılması gerekir. Şimdi süratli paragraflarla 1980’lerden 2000’lere uzanan yirmi yıllık dönemi birkaç hususu merkeze alarak çerçevelemeye çalışalım.

Sürekliliklerin Tespiti

Çağdaş İslâm düşüncesinin duyuş ve düşünüş beraberliğini yansıtan Urvetü’l Vüska’dan itibaren doğup gelişen özellikle İkinci Meşrutiyet sonrasında belirginlik kazanan erken Cumhuriyet devrinde sindirilen ve 1940’lardan sonra tekrar hareketlenen İslâmcı dergiler, 1960’lardan 1980’lere kadar genellikle resmî kültür siyasetine ve onun “vicdan azabı” diye nitelenen Türk soluna karşı eleştirel ve muhalif tutumuyla öne çıkmışlardır.

Türkiye’de İslâmcı dergilerin 1980 öncesi ve sonrası şeklindeki ayrımı sadece zamansal olarak değil başka açılardan da yapılabilir, ama eğer birbirlerinden çok farklı dergiler, kuruluş amaçları ve işlevleriyle tanımlanmak istendiğinde, tüm farklılıkları silen bir süreklilikten ve aynılıktan söz edilebilir. Dergilerin yayın hayatları boyunca neşrettikleri düşünce yazılarının ve edebi verimlerin odak noktasını İslâmî düşünce ve duyarlığın meydana getirdiği tespitini yapmak mümkün.

İslâmcılığın belli başlı temalarını yeniden yorumlayan yazarlarla, bu meselelere ilgi duyan okuyucuların buluştuğu nokta olan İslâmcı dergiler, aynı zamanda dini anlama ve yorumlama şekillerinin, İslâm tarihinin, dünyada olup bitenlerin, Batı’nın, modernleşmenin, emperyalizmin, sömürgeciliğin, anamalcılığın, Kemalizm’in tartışıldığı, eleştirildiği ve değerlendirildiği bir platform olarak görülmelidir. Böylesi bir değerlendirme Türkiye gerçekliğine, bu gerçekliğin özellikle İslâmcı bir teori ve pratik tarafından algılanmasına, Türk düşünce dünyasının değişik kamplarındaki teorik mücadelelere ilişkin geniş bir açılım imkânı sunmaktadır.

Türkiye’de hemen her zaman siyasi ve toplumsal altüst oluşlar meydana geldiğinde amatör ve profesyonel bir süreli yayın salgını buna eşlik eder. Bu askeri darbelerin kesintiye uğrattığı siyasi ve sosyal süreçlerin ardından daha bariz bir şekilde yaşanır. 1980 sonrasında da tıpkı kendisinden önceki 1960’lar ve 1970’lerde olduğu gibi süreli yayınlarda ciddi bir artış gözlenmiştir. Siyasi baskı yanında kâğıt ve baskı maliyetlerinin artmasına rağmen yeni dönemde ister “kültürel dayanışma” şeklinde olsun isterse başka düzlemlerde olsun dergilerin çıkarılması için imkânlar zorlanmıştır.

Gelgelelim bir geleneği olan dergilerin her zaman canlandırılamadığını da göz ardı etmemek lazım. Sözgelimi, darbenin derin sarsıntısından etkilenen Nuri Pakdil’in Edebiyat dergisi taşıdığı bütün üstün niteliklere rağmen 1984 yılında yayın hayatını sonlandırmış ve tekrar yayımlanmamıştır. “Satış yok, abone yok, insan yok” diyen Pakdil’in mektupları ve diğer yazarların günlükleri okunduğunda, bu sonun beklenmedik bir durum olmadığı anlaşılmaktadır. Edebiyat’ın Şubat 1969’dan itibaren on beş yıl yayımlanması; sayısız derginin ancak birkaç yıl, hatta birkaç ay yaşayabildiği bir ülkede kısa bir zaman değildir. Hiç şüphesiz dergi çıkarma iştiyakı çeşitli olumsuzlukların beslemesiyle zaman içinde zayıflıyor, dergi mutfağındakiler yorgun düşüyor.

Buna karşın önemli ölçüde kırılganlık içeren kişisel tartışmalardan kafamızı kaldırarak büyük resme baktığımızda bu dönemde dergi dünyasının canlandığını görebilmek zor değildir. Mesela Türkiye İslâmcılığında tarihsel ve toplumsal gerçekleri medeniyet perspektifiyle yorumlama çabasıyla özgün bir yer tutan Sezai Karakoç’un 1980’lerde fasılalarla da olsa Diriliş dergisini tekrar çıkarmaya başlaması bunun önemli göstergelerinden birisidir. Yaşar Kaplan’ın edebiyat dergiciliğini düşünceye doğru genişleten Aylık Dergi’si 1988’e kadar çıkmaya devam etmiş, dönemin gençliğini birkaç yıl besleyen, tartışma ortamını zenginleştiren Girişim dergisi ise 1985’te yayın hayatına başlamıştır. Okuryazarlar üzerinde ciddi bir etki uyandıran Ercümend Özkan’ın alıntılardan bir birikim meydana getiren İktibas dergisi ise 1983’ten itibaren yayımlanacaktır. 1980’lerin ikinci yarısında, etrafı günden güne ıssızlaşan Edebiyat dergisinin kapanmasıyla giderek içine kapanan Nuri Pakdil’in çevresindeki bazı yazar ve şairler 1987 yılında Yedi İklim dergisinde yeniden görünmeye başlar.

Söylemeye bile lüzum yoktur tabii, bu dönemde daha önceki dönemlere benzer bir şekilde farklı yazar ve okur kitlesi oluşmuştur. Abartmadan belirtmek gerekir ki bu, dergilerin –ve tabii bir yandan da İslâmcılığın– belki de en çok övünebileceği başarısıdır. Dolayısıyla bu dönemin fikri, sosyal ve kültürel tarihine ilişkin olarak en önemli kaynakları oluşturan dergilerin darbeye, sıkıyönetime ve onun etkisine rağmen yayın hayatına devam edebilmeleri, 1980’lerin kültürel iklimine ilişkin olarak yapılacak çalışmaların belli kişi ve çevrelerle sınırlandırılmasının yanlışlığını da ortaya koyar.

Canlı Tartışma Ortamı, Yeni Çıkışlar ve Müşterekler

Türkiye’de genellikle “12 Eylül rejimi” diye anılan 1980’li yıllarda dergi çıkarmaya kolay kolay izin vermeyen bürokratik bir yapılanma söz konusudur. İstanbul’da çıkarılan dergilerin mutlaka Selimiye Kışlası’ndaki denetleme bürosuna bırakılması gerekiyordu mesela. Epey yorucu ve sıkıntılı olan bu süreçte bürokratik aşamalardan kurtulmak için kimi dergiler ilerleyen yıllarda “seçki” adıyla basılmıştır. Genel olarak 1990’larda da devam eden bu zorluklara rağmen 12 Eylül sonrasında bir tür İslâmî düzen oluşturmayı amaçlayan İslâmcı dergilerin sayısında kademeli bir artış meydana gelmiştir. Göreceli yumuşamanın da etkisiyle pek çok yayın organında İslâmî uyanışla İslâmî hareket arasında gidip gelen bir duyarlıkla Ortadoğu başta olmak üzere farklı ülkelerdeki Müslümanların durumu üzerine hayli metin yayımlanmış, İslâm davasının öncelikleri, yöntemi üzerine canlı bir tartışma başlamıştır. Ses getiren, ilgi uyandıran bu canlı tartışma ortamı ve toplumsal hareketlilik dergi bürolarından kitabevlerine, matbaalardan üniversitelere kadar pek çok kurumda karşılık bulmuş, dönemin gençliğini cezbetmiş ve kendine çekmiştir. Bugün farklı alanlarda tanınan pek çok isim gençlik yıllarında, bu dergilerin kültürel ikliminden istifade etmiştir.

Zor zamanların ve ümitlerin eşlik ettiği 1980’lerden 2000’lere uzanan yirmi yıllık bir dönem, bu temayülü belirgin kılmış ama aynı zamanda tepkisel dilden belli noktalarda uzaklaşmayı hatta tümüyle uyumcu diye, anılabilecek mecraların sayısındaki artışı beraberinde getirmiştir. Ayrıca edebi değerleri aktüel siyasetten ayıran, yazarlar için bir vitrin ve forum hizmeti gören güncel edebi üretime katkı sunan edebiyat dergileri bu dönemde yükselişe geçmiştir.

1980’li yıllarda İslâmcılar, İslâm’ı toplumsal, siyasi, kültürel ve iktisadi alanları İslâm devleti kanalıyla düzenlenmesi gereken bir ideoloji olarak algılıyorlardı. Buna göre İslâmî anlayış demokrasi, laiklik, milliyetçilik, kalkınma, bireysel özgürlükler gibi Batılı yaklaşımlardan uzak durmalı ve kendi özgünlüğünü belirginleştirmeliydi. Fakat Soğuk Savaş sonrasında İslâmcı aydınların çoğunun bu konulardaki fikir ve kanaatleri önemli ölçüde değişti. Bunun yerine bilhassa Refah Partisinin yükselişiyle birlikte dindar öznelerin yerini sağlama almayı öne çıkaran bir siyaset öne çıktı. Dolayısıyla İslâm devleti yerine Kemalizm karşısında demokrasi, insan hakları ve çoğulculuk gibi kavramlar eksenindeki tartışmalar dönemin siyasi içerikli dergilerinde dile getirildi.

Yeni İslâmcı aydınların aktüel siyaseti yönlendirmeye aracılık etmek ve siyasi meselelerin tartışıldığı bir forum olmak üzere ikili işleve sahip olan dergileri, 1990’larda belirgin bir şekilde öndeyken 2000’lere doğru itibar kaybına uğramış, edebi olan dergiler daha çok öne çıkmıştır. Bunun farklı boyutları akim kalan Aralık adlı dergi girişiminin ardından 1990 yılının Mart ayında yayın hayatına başlayan ve ilk dönemlerinde edebiyat kadar tarih, toplum ve düşünce metinlerinde yer veren Dergâh’ın oluşturduğu iklimden itibaren takip edilebilir. Nitekim aynı yıllarda tekrar yayımlanmaya başlayan Yönelişler dergisi bağlamında 2000’li yıllarda ifade edilen farklı kanaatler süreli yayınlar içinde edebiyat dergilerinin merkezi rolünü kavramaya katkı sunar. Edebi toplaşmanın en bariz göstergelerinden biri ise 1997 Şubat ayında yayın hayatına başlayan Hece dergisidir. İlk sayısı iki baskı yapan dergide, vaktiyle Edebiyat dergisinde yazan pek çok isim tekrar bir araya gelmiştir. Hiç şüphesiz bu güzergâh değişimi, bir yanıyla Türkiye’deki İslâmcılığın sürüp gelen ocaklarının ağırlıklı olarak edebiyat merkezliliğinden ayrı ele alınamaz.

İslâmcı dergiler, kültür-sanattan düşünceye, siyasetten kadınlara bir fikri akımın bütün hayata yansımalarını, tekliflerini, geçmişteki mahfillerini, muhitlerin atmosferini; muhit ve meşreplerin fikri, edebi ve siyasi dalgalanmalarını takip edebilmek açısından değerlidirler. Belli aralıklarla, belli konuları çeşitli yazarların bakış açısıyla sunan dergilerin, 1960 sonrasında da 2000’ler sonrasında da ne yapmayı, neyi gerçekleştirmeyi düşündülerse hangi kaygılarla yola çıktılarsa, 1980’ler ve 1990’larda da temelde aynı sorumlulukla harekete geçtiklerini en azından sadece çıkış yazılarına bakarak bile söylemek mümkün.

Fikri, edebi ve dini hareketlerde etkili olan dergilerin tümü ana hatlarıyla; yeni bir nesil yetiştirmek, fikri ve edebi meseleleri yeniden ele almak, düşünce ve edebiyat dünyasında yeni bakış açılarını gündeme taşımak, dini doğru anlamak, yerli düşünce, toplumun ıslahı için mücadele etmek, Allah rızasını kazanmak, İslâm âleminin sorunlarına dikkat çekmek, iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak, kültürel hayata katkıda bulunmak şeklinde özetleyebileceğimiz bir misyonla yola çıkmışlardır.

Onlarca dergiyi bir çırpıda ele almak, farklı alanlarda yaptıklarını bir çırpıda sayıp dökmek kolay iş değil. Her bir dergi koleksiyonunu dönemin gelişmelerini dikkate alarak baştan sona gözden geçirmeyi gerektirir bu. Daha doğrusu, fikri, edebi ve siyasi içerikli dergilerin Türkiye’nin kültür hayatındaki yerini iyice belirtebilmek böyle genel bir yazının sınırlı sayfaları içinde mümkün değildir. Gene de, İslâmcı dergilerin özelliklerinden bir bölümünü değerlendirmeye değil ama hatırlamaya çalışmak gerekir. Şüphesiz her derginin kendine özgü özellikleri bulunmakla birlikte birtakım müşterek noktaları da vardı.

Türkiye’de 1980’lerden önce çıkan ve 12 Eylül darbesi sonrasında yayın hayatını kesintili bir şekilde sürdüren edebi ve kültürel yönü baskın dergilerin çıkış yazısı ile 1980’lerin sonundan itibaren sayıları artan fikri içerikli ve daha aktüel olanların çıkış yazıları karşılaştırıldığında, en azından dil ve terminoloji bakımından hayli farklı metinle karşılaşılır. Bu açıdan; Diriliş, Edebiyat, Mavera, Aylık Dergi, Yönelişler, Girişim, Kelime, Vâride, Yedi İklim, Kayıtlar, Dergâh, İlim ve Sanat, Hüner, Bilgi ve Hikmet, Tezkire, İzlenim, Edebiyat Ortamı, Kitap Dergisi, Düş Çınarı, İpek Dili, Matbuat, Kaşgar yahut Dîvan ile İktibas, İslâm, Ribat, İslâmî Araştırmalar, Kriter, Cuma, Kalem, Yörünge, Mektup, Kadın ve Aile, Altınoluk, Bu Meydan, Değişim, Dünya ve İslâm, Yeni Zemin, Ülke, Yeni Yeryüzü, Haksöz, Umran, Sözleşme, İslâmiyât gibi onlarca derginin çıkış yazılarına bakılması hem dönemin hem de ilgili derginin kendi alanına, muhataplarına ve Türkiye’ye yaklaşımını yansıtması hasebiyle başlı başına bir inceleme konusu olmayı hak eder.

Süreli yayınlara atfedilen önemi gösteren dergilerin başından sonuna kadar tümünün İslâmcı diye adlandırılıp adlandırılamayacağı tartışması hatta “İslâmcı tanımının yakınından bile geçmek istemiyorum, Müslümanın, bu yetiyor bana” mealindeki karşı çıkışlar bir yana bırakılırsa hepsinde ortak tespit ve ifadeler şüphesiz daha fazladır, ama dilin ve argümanların bir hayli değişik olduğu da ortadadır. Adı anılan ve anılmayan dergilerin tümü belli bir çizgiyi izlemeseler de İslâmî yahut muhafazakâr/dindar ortak bağında birleşirler. Türkiye’nin Batılılaşma sürecine bakışları arasında ayrıntılara gidildiğinde birtakım farklılıklar olmakla birlikte, temelde ister fikri/edebi isterse güncel düzeyde Batı ve Batılılaşma eleştirisi yaptıkları için günümüzde Post-Kemalizm olarak kavramlaştırılan bir dünyanın imkânlarını düşünürler; fikir, hareket, edebiyat yahut ümmetin kardeşliği üzerinden İslâm âlemine yönelik ilgiyi daima canlı tutmuşlardır. Açık ya da örtük bir biçimde bireyin ve toplumun kurtuluşunun ancak İslâm’la, İslâmî anlayışla olabileceğinin altını çizmişler fakat İslâmcılığın içerden ve dışardan yaşadığı dönüşümün beraberinde getirdiği yorgunluk zamanla din ve mesuliyet birlikteliğini aşındırmış; dindarlık ve haklar vurgusu bariz biçimde öne çıkmıştır.

Kişi Merkezlilik, Kurumsal Sorunlar ve Dönüşüm

Türkiye’nin kültür hayatında, ister birbirlerine eklemlenen bir silsile şeklinde isterse müstakil olsun İslâmî hassasiyete sahip pek çok dergi çıktı. 1980 sonrasında genellikle bir ya da birkaç kişinin adıyla özdeşleşen hatta karizmatik kurucularıyla anılan İslâmcı dergilerde bir düşüş yaşanmış ama bu durum tümüyle ortadan kalkmamıştır. Türkiye’de İslâmcı dergilerden bahsedildiğinde akla ilk gelen; Mehmet Akif (Sıratı Müstakim- Sebilürreşad); Necip Fazıl (Büyük Doğu); Nurettin Topçu (Hareket); Sezai Karakoç (Diriliş); Nuri Pakdil ( Edebiyat); Ali Bulaç (Düşünce), Yaşar Kaplan (Aylık Dergi), Ercümend Özkan (İktibas) gibi adı hep bir dergiyle anılan isimler 1980’lerden sonra da görülmüştür.
Başlangıcından itibaren bir kişinin damgasını taşımak şeklinde özetlenebilecek handikap başka bir ifadeyle dergi banisinin belirleyici olduğu; Rasim Özdenören’in ifadesiyle “sahibinin solosunu terennüm eden” anlayış kimi dönemlerde sorgulanmıştır. Mesela Edebiyat dergisinin niçin kapandığı ele alınırken, 12 Eylül Darbesinin, ülkenin kültür, sanat, edebiyat ve düşünce dünyasında meydana getirdiği olumsuz atmosferin etkisinden söz edilse de, temel sebebin Nuri Pakdil’in otoriter tavrı olduğu ifade edilecektir. 1970’lerin ikinci yarısında yayın hayatına başlayan Mavera, başlangıcından itibaren bir kadro hareketi olmayı hedeflediği için Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Ersin Nazif Gürdoğan, M. Akif İnan gibi birden fazla isimle anılmıştır. Fakat Aylık Dergi, Yönelişler, Girişim, Yedi İklim, Dergâh, hatta çok anlamlı teorik tartışmaların yansıdığı Bilgi ve Hikmet, benzerleri arasında kolaylıkla ayırt edilebilen Hece gibi dergiler dahi uzun yıllar genelde bir isimle özdeşleşmiştir. Hele kimi dergilerin, kendilerine Türkiye’de yayımlanan hiçbir dergiye benzemeyecek kadar özgün, özgül ve sistem dışılık payesi vermeleri de kişi merkezlilikten kaynaklanır. Aslında sonradan başka güzergâhlara yönelse de Necip Fazıl çizgisinden gelen edebiyatçıların çoğunda bir tür benmerkezcilik vardır. Vehimlerle karışık duyguların sökün etmesine yol açan bu tutum dergilerle ilgili hatıralara, günlüklere ve mektuplara doğrudan yansımıştır.

Diğer dergiler ise belli dönemler hariç kişilerle değil kurumsal varlıklarıyla öne çıkmıştır. Dergileri çıkaranların memuriyetle uğraşmaları ya da maddi zorluklar, kişisel çekişmeler gibi sebeplerle dergiler bir türlü uzun soluklu olamamıştır. Tüm bu durumlar; çok titiz, dikkatli ve geleceğe ışık tutacak bir bilinçle ele alınmalıdır. Bununla birlikte 1990’larda yayın hayatına başlayan dergilerin birkaçı nispeten de olsa uzun ömürlü olmayı başarabilmiştir. Soğuk Savaş’tan sonra Türkiye’de ister İslâmcı isterse yerli olarak adlandırılsın belli bir anlayışın ve kültürün fikriyatını ve edebiyatını yapmak için yola çıkan Dergâh, Haksöz, Umran, Hece gibi dergilerin kendine has ortak özellikleri bir yana uzun yıllar ciddi bir devamlılık göstermesi önemli bir kültür hadisesidir. Düşüncenin elitler arasında bile doğru dürüst deveran etmediği ve karşılık bulamadığı vasatta bu dergilerin başarısı tek kelime ile alkışa layıktır.

1960’ların ikinci yarısında belirginlik kazanan ayrışmalar bu dönemde “asri zamanların ilk devrimi” diye selamlanan İran İslâm Devriminin etkileriyle oluşan tecrübe, İslâm dünyasının mevcut durumu, İslâmcılığın geleneksel sahih/öze dönüş dilindeki şablonculuklar, tarihselci yorumlara alan açan yeni nesil tercümelerle farklı bir boyut kazanmıştır. İslâmcı dergilerin İkinci Meşrutiyet döneminden 1960’lara oradan günümüze kadar en önemli başlıklarından biri İslâm’ın temel kaynaklarını doğru anlamak ve anlatmak olduğu dikkate alınırsa bu tercüme dalgasının oluşturduğu kırılma çok daha net bir şekilde kavranabilir. Hiç şüphesiz 1980’li ve 1990’lı yıllar hem temel kaynakların hem de çağdaş İslâm düşüncesinin klasik metinleri bir yandan Türkiye’deki İslâmcı hareketin “acemiliğine” bağlanabilecek nedenlerle, bir yandan da kısa vadeli hedefler; “strateji” ve “taktik”ler uğruna göze alınan çarpıtmalarla son derece yanlış anlaşıldığı ve anlatıldığı yıllardı. Bunun akabindeki 28 Şubat rejiminin devlet kurumlarında başörtüsünü yasaklaması, İmam Hatip Liselerine yönelik sindirme harekâtı, dini faaliyetleri sıkı gözetim altına alması ve İslâmcı siyasi kimliği sindirmeye matuf uygulamaları dergiler dünyasındaki sorunları çok daha belirginleştirmiştir. Bu süreçteki dergilerin kimi sayılarında 1980’lerde ve 1990’ların başlarında sıklıkla kullanılan fakat sonrasında hiç de kullanılmayan deyim ve ifadelerin hemen göze çarpması bundan bağımsız değil. İslâmcıların pozisyonlarını daha ılımlı noktaya çeken bu dönem bazılarınca Post-Kemalizm’in siyasi yönünü tamamlayan Post-İslâmcılığa giden yolu hızlandırmasıyla ele alınmıştır. Peki, gerçekten öyle midir? Aslında İslâmcılığın klasik fikriyatının postmodern müktesebatla ve sivil toplumcu bir perspektifle gözden geçirilmesi süreci ilkin Soğuk Savaş sonrasında çıkan dergilerde başlamıştır. Toplumun gündemindeki tartışmaların önemli bir bölümünü üreten içinde yaşandığı için algılamakta güçlük çekilen bu dergilerle eş-zamanlı yaşanan büyük dönüşümdür. Şu rahatlıkla söylenebilir; adları unutulmuş olmakla birlikte Yeni Zemin’den Sözleşme’ye uzanan ve sadece bu ikisiyle sınırlandırılması mümkün olmayan dergiler zihniyet dünyasında etkisini hâlâ sürdürmektedir. Fakat yayın hayatına 1990’ların ilk yarısında başlayan, arada zorunlu (ya da sorunlu) dönemler geçirmiş olmasına karşın bugüne dek varlığını sürdüren dergiler bu bakımdan daha da önem taşımaktadır. Söz konusu yayınları o yıllarda okumamış, okuyamamış olanlar dergilerin 28 Şubat’tan önceki sayılarını açıp okusunlar, bunun bir abartma olmadığını göreceklerdir.

Tarihsel dönemeçleri, önemli olayları hatırlamak ve analiz etmek için önemli bir imkân sunan İslâmcı dergilerin 1980’lerden 2000’li yıllara uzanan dönemi hakkında sağlıklı bir görüş geliştirebilmek için gazete ve dergi ayrımını bazı yayınlar için göz ardı etmek lazım. Zira gazeteler, gibi büyük halk çoğunluğuna hitap eden sadık takipçisi bulunan cemaat dergileriyle haftalık yahut günlük çıkan ve fikri öne çıkan okuyucu sayısı sınırlı gazetelerin varlığı dikkate alınmalıdır. Hâl böyle olunca 1960’lardaki Yeni İstiklal’i 1970’lerdeki Yeni Devir’i hatırlatan gazeteler de (Selam gibi) İslâmcı dergilere eklenmelidir. Vaktiyle kitap ve gazete ile kıyaslanan dergilerin bu iki forma da tekabül eden örneklerinin bulunduğu dikkate alınırsa, Cemil Meriç’in ifadeleriyle “zamanın dışında” ya da “kendisi” olan dergilerden rahatlıkla bahsedilebilir. Fazla ciddi olan kitabı hatırlatan akademik yahut düşünce dergileriyle; fazla sorumsuz olan gazeteyi aratmayan aktüel siyasi dergiler bu dönemin çehresini olduğu gibi kavramak için mutlaka birlikte değerlendirilmelidir. Başka bir ifadeyle; çoğu zaman aktüalitenin tuzağına düşen, dosya konusunu her zaman layıkıyla dolduramayan, egemen imzaların yazı başlıklarını okuyunca peşinen neler söylemiş olabileceğini az buçuk kestirebilmek düşünce dergilerin handikabı fakat pür düşünceye açıldığı iddiasını öne çıkaran dergilerin ise sempozyum kitaplarını andıran metinleri ve memleketteki gelişmelerden uzaklıkları özellikle dile getirilmesi eleştiriler hanesine eklenmelidir.

Türkiye İslâmcılığının son kırk yılına ciddi biçimde eğilen herkes bir gerçekle karşılaşacaktır: Bu ülkenin İslâmcılarında genel kabul gören, neredeyse tartışılmaz sayılan pek çok şey, genellikle en az bilinen şeydir. İki örnek verilebilir: Türkiye İslâmcılığı, kültürel alanın dolayısıyla yayıncılığın önemini kabul etmeye hazırdır. Ama kültürün ne olduğu ya da neyin kültüre dâhil edileceği konusundaki bilgisi inanılmaz ölçüde yüzeyseldir. Benzer biçimde, kendini dindar, muhafazakâr ve İslâmcı sayan hemen herkes için hafıza önemlidir fakat bu olumlu bakış açısının gerisindeki tecrübe bilgisi yok denecek kadar azdır. Burada, tek başına dergilerden bahsedilmediği göz ardı edilmemelidir. İslâmcılığın dergileri de içeren kültürel ilgi serüveninin genel bir trendini çıkarıldığında ve bunun dergilere de belli ölçülerde yansıdığı rahatlıkla söylenebilir.

1990’ların sonundan beri şahit olduğumuz küresel olaylar ve ülke içindeki gelişmeler Müslümanlar arasında güvensizlik ve bir kuşatma altında olma duygusu yaratmıştır. Bu durum zaman içerisinde insanların kimliklerini ve topluluk bağlarını kuvvetlendirmiş fakat bu aynı düzlemde dergiler dünyasına yansımamıştır. Hiç şüphesiz yaşanan bu dönüşümün kendine has özellikleri vardır; fakat bu süreç dergi odaklı yayın mecralarında ciddi bir dönüşüm meydana getirmiştir. Okur ve yazarların başka kaygılar peşine düşmesiyle birebir ilişkili olan kültürel iklim dergi takibini hayli azaltmıştır. Dergilerin adını bile duymamış yahut sadece adını duymuş, ama hiçbir sayısını okumamış birçok yazarın varlığı, dergilerin maruz kaldığı ilgisizlik karşısında hayıflanmaya yeter de artar bile. Bu sebeple, dergilere dair konuşmaların/yazıların çoğu basmakalıptır ve on yıllardır böyledir. Gazetelerin dergi bölümlerini önce posta pulu boyutlarına indirmeleri ardından tümüyle kaldırmaları ancak bu bağlam içinde hakkıyla kavranabilir.

Geride kalan yirmi yıla şöyle bir dönüp bakınca, bugün yayın hayatındaki düşünce dergileri arasında en kıdemlisi, en tecrübelisi olanlarda bile sarsıntının 2000’lerden sonra da devam ettiğini fakat sadık bir okur kitlesi bulunan edebiyat dergilerinin bunu nispeten daha az hissettiklerini görmezlikten gelinemez. Dergiler ölüyor mu, diye endişelenmeye gerek yok aslında. Hiç bu kadar çok dergi olmamıştı. Ama belki artık musibete bir sağlık uyarısı eklemenin zamanı gelmiştir.

Kaynak: Özgün İrade Dergisi 2019 Aralı Sayısı (ozgunirade.com)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *