‘Tanzimatla birlikte laikleşme sürecine giren Osmanlının ders kitaplarında laik eğitimin müfredatlara girmesiyle, gençlerin laik ve batılı ahlak ile yetişmesinin önü açılmıştır.’
Meşrutiyet’ten Bugüne Vatandaşlık Eğitimi
Abdi Keçeli / Venhar
“(…) İnsan ne Allah’a, ne hükümete, ne de hiçbir kimseye güvenmelidir. Ancak kendisine, kendi iktidar ve kabiliyetine kendi say ve gayretine güvenmeli, itimat etmelidir.” Doktor Hazık
Sizlere tanıtmaya çalışacağım kitap, Füsun Üstel’in iletişim yayınlarından ilk baskısı 2004 yılında çıkmış, ancak elimde ki kitap 2016 yılında 7. baskı olarak çıkan kitabıdır. Kitap geniş bir kaynakçasıyla 372 sayfadan ibarettir.
Tam olarak “Makbul Vatandaş’ın Peşinde, II. Meşrutiyet’ten Bugüne Vatandaşlık Eğitimi” isimli kitap, Giriş ve Sonuç’la birlikte şu bölümlerden oluşmaktadır:
”II. Meşrutiyet ve Vatandaşın “İcad”ı”,
”Tek Parti Döneminde “Okul”da Yurttaş Eğitimi”,
”Çok Partili Demokrasi Yurttaşlığı”.
Ulus-kimlik inşasında son derece kritik bir öneme sahip olan vatandaşlık eğitimi ve üretimi, Tanzimatla birlikte laikleşme sürecine giren Osmanlının ders kitaplarında laik eğitimin müfredatlara girmesiyle, gençlerin laik ve batılı ahlak ile yetişmesinin önü açılmıştır.
İdeal vatandaşlık eğitimin temelini, hiç şüphesiz okullarda okutulan ders kitapları ve eğitim programları oluşturmaktadır. Elimdeki kitap, söz konusu programlar ve müfredatların içeriğini II. Meşruiyetten doksanlı yıllara kadar tarihsel incelemesini yapmakta ve devlet için “makbul vatandaşın” üretiminde rol alan ideolojik amaçları ve nedenleri daha belirgin hale getirmektedir. Eserin, özellikle cumhuriyet dönemi eğitim tarihini merak edenlere önemli katkı sunacağını söyleyebilirim.
Füsun Üstel, ortaöğrenimini Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi’nde, yükseköğrenimini AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde tamamladı. 1982’de İÜ iktisat Fakültesi Uluslararası ilişkiler Bölümü’nde araştırma görevlisi oldu. 1987’de “Türk Ocakları (1912-1931)” başlıklı teziyle AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden doktor unvanını aldı. 1993’te doçent, 2000’de profesör oldu.
Füsun Üstel, Milli Eğitim Bakanlığınca farklı dönemlerde değiştirilip yürürlüğe konan eğitim programlarının ayrıntılı analizini yapmakla birlikte yeni bir siyasal toplum yaratma çabasında olan Cumhuriyet Türkiye’sinde, vatandaşlığın tarihi gelişimini meşrutiyetten iki binli yıllara kadar siyasal kadrolarca tasarımlanmış “makbul vatandaş”ın gelişimini incelemiştir.
için makbul vatandaş profili, zaman ve döneme göre farklılık arz etse de amaç bakımından bir değişikliğin olmadığını görebiliyoruz. Yazar bu farklılıkları ve dönemleri şöyle sınıflandırmaktadır: İttihat ve Terakki döneminde uygulanmaya konan “Meşrutiyet yurttaşlığı” (ki bu dönem ders kitaplarında tebadan vatandaşlığa geçişin kodları verilmektedir), Cumhuriyet’in kurulduğu erken dönemde “milli ve yurtsever vatandaş,” 1930’larda parti-devlet yönetiminin tek taraflı siyasal dayatmalarının olduğu dönemde “militan vatandaş”, 1950’den sonra ki çok partili dönemde “demokrasi vatandaşı,” son olarak 1980 sonrası “olağanüstü hal vatandaşı” olarak değerlendirmektedir.
Üstel, kitabın başında Batı’daki makbul vatandaşın oluşum temellerine ve gelişimine kısaca değinmektedir. Özellikle Fransa’daki siyasal vatandaşlık anlayışı ile Almanya’daki toplulukçu/organik vatandaşlık anlayışından ve söylemlerinden örnekler vererek daha sonra Türkiye’de de bu söylemlere paralel bir şekilde siyasi erk ile birlikte milli eğitimin de aynı sözü ettikleri ve aynı yoldan gittikleri görülmektedir.
Füsun Üstel, Batı’da yurttaş eğitimin temel yapısına ve felsefesine kısaca değinirken, Fransız İhtilali ile başlayan yeni vatandaş üretimi kapsamınca Batı’da “Yurttaşlık Bilgisi”nin bağımsız bir ders olarak okul programlarında yer almasına ve eğitimin özellikle ilkokulun dönüştürücü rolünün yönetici seçkinlerce teşhisine değinmektedir. Laikleşme sürecinin etkisiyle hız kazanan tanrısal kaynaklı egemenlik anlayışına karşı, egemenliğin kaynağının ve kullanımının “milli egemenlik” ilkesi çerçevesinde dünyevileşmesi sonucu ihtiyaç duyulan yurttaş modeli ve yine Batıda çocuğa verilen önem üzerinde dururken Türkiye’de de aynı şeyleri yaşadığınız hissini vermektedir.
Ulus devletlerde okulun görevi, yeni ulusun oluşumuna ve bu ulus anlayışının devamına hizmet verecek siyasal bir araç konumunda olduğunu unutmamak gerekir. Batıda ki eğitim müfredatlarından kısaca bahsederek diyor ki Üstel:
“Batı’da XIX. yüzyılın başından itibaren ortaya çıkan “modern okul”un çocuğun (ya da gencin) toplumsallaşmasında geçmişin kurumlarını oluşturan kilise, lonca ve ailenin yerini aldığı bir zaman kesitidir. (…) Almanya 15 Ekim 1875 tarihli eğitim planıyla “vatanseverlik duygusu ve hanedana bağlılık”ın yanısıra Alman tarihine damgasını vurmuş prens ve devlet adamlarına “hayranlığı” teşvik edecek bir yurttaş eğitimini öğretim programlarına dâhil ederken” (s.16), “Fransa’da ise öğrencilerde cumhuriyetçi ahlakın belli başlı mitleri ve sembollerine dayalı bir yurttaşlık bilincinin geliştirilmesi yönünde çaba gösterirler” (s.17)
Batı’da modern okulun, özellikle “Yurttaşlık Bilgisi” derslerinin, başat hedefi “makbul yurttaş”ın inşaası ve yurtseverliğin telkinidir. Yurttaşlık ve yurtseverlik toprağa yönelik bir sadakat duygusunun ötesinde rejimin belli başlı kurum ve değerlerine yönelik sadakati de içermektedir. Yurtseverliğin telkininde “vatan”a ilişkin bilgi özellikle önem taşımaktadır.” s.20
Fransa, 1882 eğitim yasalarıyla ilkokul öğretmenlerinden öğrencileri üzerinde özellikle “cumhuriyet, Fransa, vatan ve devlet aşkı”nı geliştirmekle sorumlu kılınmışlardır. (s.21)Yazar, yurttaşlık duygusu özellikle Fransa’da Cumhuriyetçilerin vatandaşlardan cumhuriyet ahlakına sahip olmalarını, yasalara saygı duymalarını ve itaat etmelerini, okula giden çocukların “Yurttaşlık Bilgisi” derslerinde yurttaşlık duygularıyla birlikte siyasal amaçlar doğrultusunda eğitilmelerini ve davranışlarını kontrol altına almalarını istemektedirler” böylece bu derslerin adeta “siyasal idarenin bir ilmihali” niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır. s.23
II. MEŞRUTİYET VE VATANDAŞIN İCAD’I
Tanzimatla laikleşmenin projeleri çizilerek belli bir kıvama getirilen Osmanlı’da, laik eğitim için II. Meşrutiyetle iyiden iyiye harçlar karılır ve temeller atılmaya başlanır. Bundan sonra eğitimde esin kaynağı Fransa’dır ve müfredatın ana teması ulusal kimliğin inşaası ve yurtseverliğin ve vatanın telkinidir. Bu dönem aynı zamanda Kanun-ı Esasi (Anayasa) vatandaşı yetiştirme dönemidir. Dönemin “Malumat-ı Medeniye” ders kitaplarında Kanun-ı Esasi, bir kutsal metin düzeyinde yüceltilir.
Teba’dan vatandaşa geçiş sürecinde II. Meşrutiyet’in öngördüğü siyasal modernleşme, “cemaatten topluma; mekanik dayanışmadan organik dayanışmaya geçişle tarifini bulan yeni bir siyasal-kamusal alan olan ve onun aktörü olacak “vatandaşı” gerektirir.” İşte yeni “vatandaş”ın yetişeceği adres okuldur. Okul, özellikle ilkokul, Tanzimat döneminde bağımsız bir özne olarak keşfedilen çocuğun, meşrutiyet döneminde vatandaş olarak inşa edildiği yerdir. Bundan sonra çocuk, toplumun ve rejimin geleceği açısından önemli bir yere sahiptir. O halde çocuk yalnız ailesine ait değildir. O, artık kamusal bir aktör olarak toplumun geleceği, ırkın geleceğidir. Çocuk,”yarının nesli, ‘hürriyet, müsavat, adalet uhuvvet’ ilkeleri doğrultusunda yetiştirilmelidir. Bundan böyle yeni nesiller okullarda yurttaşlık bilinciyle donatılarak yeni bir meşrutiyet nesli hedeflenir.” s. 32 Bu itibarla gelecek nesiller için çocuğun önemi o kadar artar ki “Kızlara Mahsus Terbiye-i Ahlakiye ve Medeniye” isimli ders kitabında çocuğun düşürülmesinin millete karşı işlenmiş bir cinayet, düşüren kadınında bir vatan haini olarak belirtildikten sonra … çünkü o düşürülen çocuk yalnız ailesinin değil vatanın ve milletin malıdır… Çünkü o doğacak çocuk erkekse vatana asker olacak; kız ise vatana asker doğuracaktır” denilerek çocuğun kamusal bir araç haline getirildiğini görmek mümkündür.
Kanunlarla belirtilen temel sınırlar ders kitaplarında sık sık dile getirilmektedir. Laikliğin dine olan mesafesi ile birlikte ve aklı ön plana çıkarması sonucu yine bu dönem özgürlük adı altında dine olan mesafede iyice ortaya konur. Din bu dönemde Tanrı ile insan arasında “beşeri muamelat” olarak nitelenirken siyasal ve toplumsal hayatta hiç bir şekilde etkili olmaması ileri sürülerek, vicdanların ötesinde rol oynamasının tehlikelerine vurgu yapılır. Heva ve hevesin (aklın) ilahlaştırılmasının önünün açıldığı bu dönem meşrutiyet yurttaşı “aynı zamanda davranışlarını aklın rehberliğinde düzenleyen bireydir. Doğru ile yanlış davranışlar, sevap günah ikileminin sınırlarını aşarak, akla uygunlukla temellendirilir Aklın rehberliğine tabi olmak bireysel anlamda özgürleşmenin temel koşullarından biridir.” s.78 Dönemin ders kitaplarından biri olan ” Malumat-ı Ahlakiye ve Medeniye” ders kitabının yazarlarından olan Doktor Hazık , “(…) İnsanlar ne Allah’a ne hükümete ne de hiç bir kimseye güvenmelidir” dedikten sonra “…Görmediğiniz bilmediğiniz aklınıza muvaffak gelmeyen şeylere inanmayınız…” s.79 telkiniyle Meşrutiyet dönemi, ileriki yıllarda, seküler birhayatın aktörleri olacak olan makbul vatandaş inşaasının temellerinin okullarda atıldığı dönem olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kitap, yukarıda belirtildiği gibi Fransa’da ki “vatan” millet” devlet” üçlemesinin Meşrutiyet döneminde de sadakat kurumları olarak önemli bir yere sahip olduğu ve popüleritesinin arttırıldığını ifade eder. Yine bu dönem bir çok milletin Türk sülalesinden olduğu da kitaplarda ki yerini almıştır.
Kitapta devlet için makbul vatandaşın temellerinin ikinci meşrutiyet döneminde atıldığını gözlemlemiz mümkündür.
TEK PARTİ DÖNEMİNDE “OKUL”DA YURTTAŞ EĞİTİMİ
Meşrutiyet yönetiminin, ulus kimlikli vatandaş inşaasının temellerini attığı “tebadan vatandaşa geçiş” sürecinde eğitim proğramlarının daha çok laik çizgiye yakın olduğunu, bu yönüyle Cumhuriyet yönetiminin alt yapısını oluşturduğu görülmektedir. Erken Cumhuriyet döneminde Maarif bakanı olan Vasıf Bey’in önderliğinde ki bir heyet “Osmanlı dönemi ideolojisine bağlı olan görüşleri “ayıklayarak” yerine Cumhuriyetin temel ilkeleriyle uyumlu görüşleri koymuştur.” Yine Hasan Ali Yücel’in ifadesiyle “mevzular(ın) Cumhuriyet rejiminin iyiliklerini telkin edecek surette” düzenlenmiştir. s.129
Cumhuriyetin kurucu önderlerinin “yurttaşlarının ulusal toplulukla bütünleşmesinde özel bir yer tanıdıkları “okul”, Cumhuriyetçi ideololoji ve özelde Fransız cumhuriyetçilerinin bu kurumdan beklentileriyle büyük ölçüde örtüşüyordu. Cumhuriyet seçkinleri için “okul”, devletin ideolojik aygıtlarından biri olarak bilginin, ulusal değerlerin, ve özellikle de ulusal kimliğin bel kemiği olan Türkçenin aktarımında Temel bir öneme sahipti. Son olarak “okul” inşa edilmek istenen seküler-toplum, laik-devlet projesinde vicdanların eğitim ve denetimini tek merkezden yönlendirebilmek ve biçimlendirebilmek avantajını sunuyordu.” s.127
“1930’lu yıllar, erken Cumhuriyet döneminin yurttaşlık algısı ile bir devamlılık oluşturur. Ancak bu dönem yeni yurttaşın görevleri ve düşünceleri biraz daha belirgin hale gelir. Bu militan Parti-devlet yurttaşlığıdır. Bu militan yurttaşlığın okul aracılığı ile yaygınlaştırılması elbette devlet eliyle hız kazandırılmalıydı nitekim de öyle oldu. Bunu dönemin Maarif vekili Esat Bey’in 1931 tarihli talimatında açık bir biçimde görmek mümkündür: “Türk Mektebi,eline teslim edilmiş her türk çocuğunu Cumhuriyet rejiminin psikoloji ve ideolojisini tamamıyle kavramış, Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti azami derecede faydalı bir Türk vatandaşı haline getirmeye mecburdur.” s.137
Füsün Üstel, 1936’lı yılları parti-devlet özdeşliğinin doruğa çıktığı bir dönem olarak adlandırır. Bu dönem, “makbul yurttaş’ın CHP’nin altı ideolojik okuyla kuşatılmasıdır. “Yine bu dönem, “1936 ilkokul müfredat programı CHP ideolojisine ve eğitim anlayışına göre değiştirilerek, Cumhuriyetçi, ulusçu, halkçı, devletçi, laik ve devrimci yurttaş yetiştirmek, bütün öğretim derecelerinde yüküm ve özen noktasıdır” ifadesi ile “parti-devlet yurttaşlığı” ilköğretimden başlanarak inşa edilir” s.143 demektedir.
Eğitim müfredatlarında Cumhuriyet rejiminin iyiliklerini telkin etmedeki amaç, Cumhuriyetin kendi dinamikleri üzerinde yükselmesini sağlamaktır. Mesela İslam’ın dayanışma anlayışıyla birlikte toplumsal merhameti zinde tutan zekât, sadaka, infak, fıtre gibi unsurlarına karşılık, “Hilal-i Ahmer, Himaye-i Etfal, ya da Teyyare Cemiyeti gibi kurumlara vurgu, Cumhuriyet rejimini hem bir “merhamet rejimi” yapar hem de merhametin sivil boyutunu kamusallaştırır.” s.181
Makbul vatandaşın kontrol altında yetiştirilmesi sadece okulla sınırlı kalmaz. Nüfusun ortalama yüzde seksen’inin yaşadığı yer olan köylerde yapılması gereken, Cumhuriyeti köylüyede de sevdirmektir. Köylü saftır, temizdir. Saf olma durumu aynı zamanda bir uyarı olması bakımından köylü aldanabilir. Bu yüzden köylü her türlü tehditlere karşı dikkate alınmalı, uyarılmalı ve ötekileştirilmemelidir. Çünkü Köylü, “bizi doyurandır, ordumuzun temelidir, yurdun nüfus desteğidir. Bu yüzden köylü yurdun öz sahibidir, İfadeleriyle bir nevi köylünün şivendiğini söylemek mümkündür.
Ahlaklı bir yurttaş yetiştirmekte Cumhuriyetin görevidir. Ahlak denince İslam ahlakı değil Cumhuriyet ahlakı söz konusudur. Bu ahlak, “bireysellik alanından çıkarılarak kaynağını ulusta bulan toplulukçu bir teoloji içinde sunulmasıdır. s. 224 Bir işin ahlaki kıymetinin olması için kişilerden değil milletten sadır olması gerekmektedir. Bu dönemde ahlak, dinsel kaynaklardan koparılarak dünyevileştirilir, daha sonra ise millileştirilir. Söz konusu millileştirme işleminde ahlak, seküler bir kutsallıkla buluşturularak “Milli his” , “dini his”in yerine geçen bir karşı kutsallık oluşturulur.
ÇOK PARTİLİ DEMOKRASİ YURTTAŞLIĞI
Parti-Devlet döneminin yetiştirdiği yurttaş anlayışı, milliyetçi bir aidiyat duygusuyla militan bir yurttaş yaratmaktı. Nitekim bu yurttaşlık bilinci devletin her alanına bürokratik milliyetçilikle, okullarda yeni öğretmenlerle, köylerde muhtarlarla ve ulaşılabilecek her beldeye de halk evleri ile ulaşma çabası içinde olarak toplumu dönüştürmek için çaba sarf edilmiştir.
Kitapta, çok partili siyasal döneminin parti programları ile eğitim müfredatlarında tek parti dönemine oranla fazla değişikliğin olmadığını görüyoruz. Tek parti döneminin programlarını öven, kuvvetli altı ok ilkesini benimseyen öğrenci/yurttaş yetiştirme amacı taşıyan, kısaca devrim ilkelerine bağlılık, Cumhuriyetçi, ulusçu, halkçı laik ve devrimci birer yurttaş yetiştirmek hedeflenmektedir. Adnan Menderes hükümetlerinin temel vurgusunun milli ahlak ve vatan etrafında şekillendiğini görüyoruz.
Çok Partili dönemde demokrasiye fazla yer verildiğini, tek partili döneme göre insanların farklı düşünebileceğini ancak buna saygı duymanın gerekliliği ön planda tutularak militan yurttaştan ılımlı vatandaşa doğru bir yol haritası çizildiği anlaşılmaktadır.
1970’li yıllara kadar hayatın her alanında demokrasi ve milliyetçilik vurgusunun yapıldığını ve tüm eğitim programlarının bir birine benzer ifadelerin olduğunu söyleyebiliriz. Milli ahlaki, insani, vatanını ve milletini seven, Anayasanın başlangıcında ki temel ilkelere bağlılık gösteren, milli, demokratik, laik yurttaşlar yetiştirmek.
1980’lere gelindiğinde 1982 Anayasası ile Din’in millileşme temayülüne girildiğini görüyoruz. “Türklük ve Müslümanlık bileşkenlerine dayalı bir entegrasyon modeli istikrarın tesisi ve korunması açısından da önem taşır. Din’i, milletin oluşturucu unsurlarından biri olarak kabul edilen bu yaklaşım, din derslerini zorunlu dersler kapsamına alan “12 Eylül ruh”unun, başka bir anlatımla “din’i, düzeni korumanın, toplumu “düzen” altında tutmanın bir aracı olarak kullanan bir devlet anlayışının” s.290-291 sonucu olarak Atatürk’ün dinin gerekliliği, akla, bilime, fenne uygun olduğu sözü ile Türk milletinin dindarlığı meşrulaştırılır.
SONUÇ:İmparatorluktan ulusa geçiş döneminde rejimin üretim mekanizması hiç kuşkusuz okul olmuştur. İkinci Meşrutiyetin eğitim programlarına ilk defa giren “Malumat-ı Medeniye ve Hukukiye” ders kitabı ile başlayan 1990’lara kadar birçok farklı ders kitapları Cumhuriyet rejiminin, üretilecek toplum projesinde ihtiyaç duyduğu vatandaşın yetişmesinde temel araçlar olmuştur. Kitap, tek parti döneminde siyasal, militan bir “yurttaş”tan, çok partili döneme geçiş süreci ve sonrasında düşünen ve katılımcı “vatandaş”a evrildiğini, 12 Eylül sonrası ise “vatandaş”ın, yerini “millet”e bırakarak daha çok organik, toplulukçu ulus millet söyleminin ortaya çıktığını görüyoruz. Yine bu dönem, millet tehdit ve tehlike algısına karşı seferber edilerek, içeride ve dışarıda potansiyel tehdit ve tehlikelere karşı devamlı teyakkuz halinin egemen olduğu “olağanüstü hal vatandaş”lığının hakim olduğu dönem olarak karşımıza çıkmaktadır.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *