Latin Amerika’daki dönüşüm ve protestolar

Latin Amerika’daki dönüşüm ve protestolar

Bu krizlerde dikkat çeken paradokslardan biri sol partilerin iktidarı son 10 yıldır elinde bulundurmasıdır. Brezilya’dan Arjantin’e, Bolivya’dan Ekvador’a,  Uruguay’dan Venezuela ve Küba’ya kadar…

Latin Amerika’daki dönüşüm ve protestolar

Madrid/Şarku’l Avsat

Şilili siyaset bilimci Marta Lagos, Latin Amerika’da bir süredir fırtınalar estiren toplumsal huzursuzluklarla ilgili yürüttüğü ayrıntılı çalışmada şu sonuca ulaştı: Hükümetler bir avuç topluluğun çıkarlarına hizmet etmeye devam ettiği sürece protestolar ve gösteriler durmayacak.

Bugün yönetimde hangi taraf olursa olsun şiddetli protestolar ve siyasi krizlerden muzdarip ülkelerin bulunduğu liste uzadıkça uzuyor. Latin Amerika’daki huzursuzlukların solun daha önceden mahrum kaldığı konuma ulaştığı bir döneme denk gelmesi göz önüne alındığında bu geniş halk hareketinin arka planında Venezuela’nın parmağı olduğuna işaret ediliyor. Ekvador ve Şili’deki resmi ve sağ kaynakların iddia ettiğine göre bu durum Küba ve bazı harici aktörler tarafından da destekleniyor.

20’den fazla devlet ve 600 milyondan fazla bir nüfusu barındıran bölgede aslında bu huzursuzlukların sebeplerini açığa çıkarmak çok da kolay değil. Vatandaşların derin hayal kırıklıkları, yıllardır besledikleri umutların gerçekleşmemesi, başta liberal olmak üzere ekonomik politikaların refahı sağlamadaki başarısızlığı ve özellikle de siyasi sınıf ve yolsuzluğuyla ilgili artan hoşnutsuzluk…

Protestolar, gözlemcilerin ülkedeki krizin henüz zirveye ulaşmadığını düşündüğü Brezilya’da başlayarak değişim umutlarının tıkandığı yerlere yayıldı. Solcu bir devlet başkanı tarafından yönetilen Bolivya, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin dürüstlükten uzaklığını protesto eden halk ile güvenlik birimleri arasında şiddetli çatışmalara tanık oldu. Sağcı bir cumhurbaşkanı tarafından yönetilen Şili’de de bir milyonun üzerinde vatandaş, zenginlik ve sosyal adaletin adil bir şekilde dağıtılmasını talep etti. Sağcı liberal politikaları benimsemek için sol destekçilerine sırtını dönen Ekvador, akaryakıt yardımının kaldırılması kararıyla neredeyse alev alıyordu. Peru’da ise Devlet Başkanı Martin Vizcarra, eski bir devlet başkanının intiharı ve diğer üç kişinin yolsuzluk suçuyla hapse atılmasıyla uzayıp giden siyasi krizlerden dolayı parlamentoyu feshettiğini duyurdu.

Karayip Adaları’nda ve Orta Amerika’da ise öfkeli Haiti halkı, yakıt sıkıntısı, yiyecek kıtlığı, yolsuzluk iddiaları gibi birçok sebeple sokağa çıktı. Honduras halkı ise kardeşi uyuşturucu kaçakçılığından mahkum edilen Devlet Başkanı Juan Orlando Hernandez’in istifa etmesi çağrısında bulundu.

Latin Amerika’nın önde gelen uzmanlarından olan Lagos, söz konusu analiz çalışmasında hararetli halk protestolarının Latin Amerika’da demokratik sistemlerin son 10 yıldaki gelişimiyle çeliştiğini ortaya koydu.

Tesadüf değil

Halk protestoları ve siyasi krizlerin birçok Latin Amerika ülkesinde yayılması bir tesadüf değil. Aksine bu ülkelerdeki eşzamanlı sosyal olgunun meyvesidir. 2008 yılında küresel ekonomik krizinin etkilerinden kurtulan ve son 10 yılda istikrarlı bir ekonomik büyüme sağlayan Latin Amerika ülkelerinin çoğunda bu krizlerin merkezinde bulunan sosyal eşitsizlikler gerektiği gibi ele alınmadı. Yoksulluk ise makroekonomik rakamların arkasına gizlendi.

Yüksek ekonomik büyüme oranları ve makroekonomik rakamlar, Uruguay dışında tüm Latin Amerika ülkelerinde vatandaşların temel haklarını sağlamada yetersiz kalıyor. Latin Amerika Ülkeleri Ekonomik Komisyonu (ECLAC) tarafından yapılan bir araştırmaya göre vatandaşların yüzde 70’i hükümetlerin az orandaki vatandaşların çıkarlarına hizmet ettiğini, yolsuzluğun çoğu ülkede yaygın olduğunu ve bunun da demokratik sistemlere olan güveni yok ettiğini düşünüyor.

Hükümetlerin hataları

Hükümetlerin yaptığı hatalardan biri protestolardan ders çıkarmayı ağırdan almaları ve büyüyen sorunlara hızlı çözüm bulamamaları. Örneğin Ekvador Devlet Başkanı Lenin Moreno’nun akaryakıt yardımının kaldırılması kararını geri çekmesi gerektiğini anlaması neredeyse 13 gün sürdü. Şili Devlet Başkanı Sebastian Pinera’nın protestoların başlamasına sebep olan zam kararından geri adım atması da 7 gün gecikti. Bununla beraber hükümetlerin halkın baskısı karşısında geri çekilmeleri, protestoların daha da artmasına sebep oluyor. Çünkü insanlar, hükümetlerin taleplerini karşılamasının tek yolunun protestolar olduğunu biliyor.

Latin Amerika’daki krizleri farklı kılan ise üçüncü dünya ülkelerindeki gibi özgürlük eksikliği veya dar ifade alanlarından kaynaklanmıyor olması. Ancak siyasi ve sosyal özgürlükler mevcut ve son 20 yılda bölgenin daha önceden ulaşamadığı demokrasi seviyesine ulaşılmış olsa da devlet kurumları, vatandaşların taleplerine ve temel ihtiyaçlarına cevap veremiyor.

Sol krizinin işaretleri

Bu krizlerde dikkat çeken paradokslardan biri sol partilerin iktidarı son 10 yıldır elinde bulundurmasıdır. Brezilya’dan Arjantin’e, Bolivya’dan Ekvador’a,  Uruguay’dan Venezuela ve Küba’ya kadar…

Nitekim Bolivya Devlet Başkanı solcu Evo Morales, 2025’e kadarki dördüncü dönemini de garanti altına aldı. Yolsuzluk suçlaması ve iktidarın kötüye kullanımıyla ilgili bir kovuşturma paketinin sağ tarafa kayılmasına sebep olduğu Arjantin’de de eski Peronist başkan Cristina Fernandez de Kirchner iki dönemin ardından geri döndü. Uruguay’da ise sol cephe 2005’te ulaştığı iktidarı halen elinde tutuyor. Durum, Brezilya ve Şili gibi solun iktidar liderliğini yenilemek istediği diğer ülkelerde de bu şekilde. Küba ve Venezuela gibi ülkelerde de sol boğucu bir krizin içinde bocalıyor.

Hem iktidarda hem de kişisel yaşamında dürüstlük ve ahlak timsali olan Uruguay’ın eski Devlet Başkanı Jose Mujica, Latin Amerika’da sol liderliğinin acilen yenilenmesine ihtiyaç olduğunu ancak bunun muhtemel görünmediğini söyledi. Bu durumu son zamanlarda iktidara gelen sol liderlerin çoğunun baskıya, zulme ve tekrarlanan seçim yenilgilerine maruz kalmasına bağlayanlar var. Buna örnek verilebilecek kişilerin arasında üç başarısız iktidar girişiminin ardından geçen yıl Meksika Devlet Başkanı seçilen Andres Manuel Lopez Obrador ve Brezilya’da dördüncü girişiminde Devlet Başkanı olan ancak yolsuzluk iddialarıyla mahkum edilen Luiz Inacio Lula Da Silva var. 14 yıl hapis yatan ve askeri rejim tarafından işkence gören Mujica, ülkenin ilk yerli lideri olmadan önce yıllarca gözaltında kalan Bolivya Cumhurbaşkanı Morales, darbeye teşebbüs ettiği için iki yıl hapsedilen eski Venezuela başkanı Hugo Chavez de bu konuda örnek verilebilecek isimler arasında bulunuyor.

Söz konusu kıdemli liderler, kendilerini iktidarın uzun ve dolambaçlı yollarında buldukları için iktidara geldiklerinde artık onu yenilemek için mekanizmalar geliştirmeyi düşünmediler. Latin Amerika’da sol liderlik siyasi askeri lider anlamına gelen Caudillo terimiyle sınırlı kalırken halk seçkinlerden daha demokrat hale egeldi. Sol ise demokrasi kaybı yaşadı. Nitekim sol kampın liderliğinin yenilenmesi girişimleri halen çok çekingen.

Bununla birlikte Latin Amerika’daki çoğu sol parti son 40 yılda iktidara geldikten sonra toplumsal eşitsizlikleri azaltan ekonomik politikalar ve kalkınma programları oluşturmada başarısız oldu. Halk ve işçi sınıflarının temel ihtiyaçlarını karşılayan reformlar oluşturmada ise nadiren de olsa başarı elde ettiler. Sonuçta söz konusu taraflar, çoğunlukla açıklarını kapatmaya yöneldi.

Diğer bir yandan bu protestolar ekonomik büyümenin gerilediği ve yaşam koşullarının kötüleştiği bir zamanda ortaya çıktı. ECLAC, bölgedeki ekonomik büyümenin 2020 yılında yüzde 0,2’yi (Asya’da yüzde 5,9, Afrika’da ise yüzde 3,2) geçmeyeceğini duyurdu. Nüfusun yüzde 10’undan fazlasının ise aşırı yoksulluk içinde yaşadığı ortaya çıktı. Hükümetlerin ve sağ partilerin ek iş olanakları sağlamaktan yoksun ekonomik politikaları uygulamakta ısrar etmesiyle bu oran 2002’den beri git gide artıyor.

IMF’nin rolü, hataları ve başarıları

IMF’nin söz konusu protestolarda oynadığı rol ise Latin Amerika’daki sol ya da sağ hükümetlere ciddi ekonomik krizlerle başa çıkmaları için kredi sağlama koşulları dayatmaktı.

Bunun son kanıtları, hükümetin toplu taşıma ücretlerindeki zammı da içeren ekonomik önlem paketini açıklamasının ardından ortaya çıkan Şili ve akaryakıt yardımının kaldırılması kararıyla patlak veren Ekvador krizleriydi.

IMF, konuyla ilgili yaptığı açıklamada tahminlerinde ve bazı Latin Amerika ülkelerine dayattığı koşullarda hata yaptığını itiraf etti. Bu hatalardan en belirgin olanı ise bugün bile devam eden Arjantin’deki krizi sırasında ülke tarihindeki en büyük açığın 93 milyar dolar olarak ilan edilmesiydi. IMF, Arjantin’in ekonomik büyümesi, kredinin geri ödeme şartları ve para politikasına uygulanan önlemler hakkındaki tahminlerinde hata yaptığını kabul etti.

Uluslararası Para Fonu’nun stratejik analiz biriminin çalışmalarına göre IMF’nin verdiği krediler, söz konusu ülkelerin karşılaştığı sorunların temelini oluşturmuyor. Ancak çalışmalara göre IMF, uyguladığı reformların miktarını ve türünü her zaman değerlendirmeye almamasının bazı durumlarda nüfusun büyük bir kesimini ekonomik ve siyasi olarak marjinalleştirdiğini, demokratik sistemlerin meşruiyetini ise zayıflattığını kabul etti.

Söz konusu çalışmalara göre IMF, genel olarak aynı hataya düşüp uçurumun kenarına geldiğinde yardım isteyen hükümetlerden gelen talepler haricinde hiçbir duruma müdahale etmiyor.

Diğer yandan, IMF’nin müdahalesinin başarılı olduğu ve ülkelerin ciddi ekonomik ve sosyal krizlerden çıkmasını sağladığı durumlar da var. Bunun Latin Amerika’daki örneği IMF’nin 2002’de çok zor durumda olan Brezilya’ya verdiği 30 milyar dolardı. Bu kredi, ülkedeki ekonomik çöküşün önlenmesinde yardımcı olmuştu.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *