Afrika neden ABD için öncelikli görünmüyor?

Afrika neden ABD için öncelikli görünmüyor?

Trump’ın geçtiğimiz yıl Beyaz Saray’da düzenlenen bir toplantı sırasında bazı Latin Amerika ve Afrika ülkelerini “lağım çukuru” olarak adlandırmıştı…

Beklentiler ve gerçekler arasında Trump yönetiminin Afrika politikası

Hasan Aydın / AA

2016 yılının Kasım ayında yapılan başkanlık seçimini -birçoklarına göre sürpriz bir şekilde- kazanarak ABD’nin 45. başkanı olan Donald Trump Beyaz Saray’daki ilk döneminin son yılına girmek üzere. Görev yaptığı süre zarfında iç ve dış politikada yaptıkları ya da yap(a)madıklarıyla adından sıkça söz ettiren Trump’ın, ülkesinin Afrika’ya yönelik politikaları söz konusu olduğunda, kendisinden önceki başkanların politikalarıyla benzer ve büyük oranda başarısız olarak nitelendirilebilecek bir yol izlediği görülüyor. 2018’in Aralık ayında eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’ın Heritage Foundation’da yaptığı bir konuşma aracılığıyla ülkesinin Afrika politikasının temel sacayaklarını “karşılıklı ticaretin ve ekonomik ilişkinin artırılması”, “terörle etkili bir şekilde mücadele edilmesi” ve “Çin ile Rusya gibi ülkelerin kıtadaki faaliyetlerinin sınırlandırılması” olarak ilan eden Trump yönetimi, bu hedeflerini yerine getirme konusunda şimdiye kadar başarılı olabilmiş değil. Aksine, Trump yönetiminin Afrika’daki görece başarısızlığı, Çin ve Rusya gibi rakip olarak addedilen ülkelerin kıtadaki nüfuz alanlarını genişletmesiyle neticelenmiş durumda.

ABD başkanının sınırlı ilgisi

Hemen her dönemde olduğu gibi, Donald Trump döneminde de Afrika kıtasıyla ilgili meseleler ABD dış politikasında birinci derecede önceliğe sahip değil. ABD başkanının kıta ülkelerine yönelik tavrı göz önünde bulundurulduğunda bu durum daha da belirgin bir hal alıyor. Zira başkanlık koltuğuna oturduğu 2017 yılının Ocak ayından bu yana birçok ülkeyi ziyaret eden Donald Trump henüz hiçbir Afrika ülkesini ziyaret etmedi. Öte yandan, popüler sosyal paylaşım sitesi Twitter’ı her gün etkin bir şekilde kullanan Trump’ın kıta ya da kıta ülkeleriyle alakalı sınırlı sayıda paylaşımda bulunması ya da geçtiğimiz yıl Beyaz Saray’da düzenlenen bir toplantı sırasında bazı Latin Amerika ve Afrika ülkelerini “lağım çukuru” olarak adlandırması, Afrika kıtasının Washington’daki dış politika yapıcıları nezdinde öncelikli bir konuma sahip olmadığı görüşünü destekleyen emareler. Trump yönetiminin, tıpkı diğer ABD başkanlarının yaptığı gibi, Afrika kıtasıyla ilgili meseleleri göz ardı etme tavrını sürdürmesi, kıta ülkelerini zihinsel ve fiziksel olarak ABD’den uzaklaştırırken, bu ülkeleri alternatif güçlerle yakın ilişki kurmaya yöneltiyor.

Güvenlik politikalarında geri adım

John Bolton’ın yaklaşık bir yıl önce açıkladığı Afrika stratejisi, ABD dış politika yapıcılarının konu hakkındaki söylemleri ve çeşitli uzman görüşleri dikkate alındığında, Trump yönetiminin, kendisinden önceki Clinton, Bush ve Obama dönemlerinden farklı olarak, “güvenlik” ile ilgili meselelere ya da “iyi yönetişim” gibi kurumsallaşmaya ilişkin konulara daha az vurgu yaptığı görülüyor. Kıtada tedhiş örgütlerinin ciddi bir tehdit olarak varlıklarını sürdürdüğü bir ortamda, Trump yönetiminin Afrika Komutanlığı’nda (AFRICOM) görev yapan personel sayısının yüzde 10 oranında azaltılacağını ifade etmesi ve bu söylemini hayata geçirmesi, ABD’nin Afrika’ya ilişkin askeri konularda daha fazla inisiyatif almak istemediği şeklinde yorumlanıyor. Washington’ın bu noktadaki isteksizliği, Afrika’ya gönderdiği askerlerinin sayısını her geçen gün artıran ve kıta ülkeleriyle enerji ürünleri, yeraltı kaynakları ve tarım gibi spesifik alanlarda yeni işbirliği anlaşmaları yapan Pekin ve Moskova yönetimlerinin Afrika’daki etkinliğini artıran bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor. Obama’nın dahi (kendisinden beklenmeyecek bir şekilde) AFRICOM’u sahiplendiği düşünüldüğünde, Burkina Faso, Fildişi Sahili, Nijer, Benin, Togo ve Gana gibi Afrika ülkelerinde görev yapan Amerikan askerlerinin bir kısmının ülkeye geri çağrılması, Trump yönetiminin (Bush döneminden beri çeşitli aralıklarla dile getirilen ve mümkün mertebe uygulamaya konulan) “terörle savaş” yaklaşımından geri adım atması olarak değerlendiriliyor.

ABD ekonomik olarak Çin’in gerisinde

Beklenildiği üzere, Trump yönetiminin Afrika stratejisinin en önemli parçasını “karşılıklı ticaretin” ve diğer ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine yönelik beklentiler oluşturmaktaydı. Bu kapsamda, Obama’nın iktidarının son yılında (2016) ABD ile Afrika ülkeleri arasında 48,7 milyar dolar seviyesinde seyreden ticaret hacmi Donald Trump’ın Beyaz Saray’daki ilk yılının ardından 55,4 milyar dolara, ikinci yılının ardından ise 61,8 milyar dolara çıkmıştı. Trump riyasetindeki Washington yönetimi (Obama dönemine kıyasla) Afrika ile olan ticaret hacmini nispeten arttırmış ve nihai noktada Rusya’nın 2018 yılında Afrika ile toplam 20 milyar dolar olan ticaret hacmini üçe katlamışsa da, aynı yıl Çin’in Afrika ile toplam ticaret hacmi olan 204,1 milyar doların oldukça gerisinde kalarak bu ülkenin Afrika’nın en büyük ticaret ortağı vasfını sürdürmesini izlemekle yetinmişti. Bu üç küresel aktörün kıta ülkeleriyle olan ticaret hacimleri belirtilen şekilde seyrededursun, eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’ın Trump yönetimi adına açıkladığı Afrika stratejisinde yer alan “karşılıklı ekonomik ilişkileri geliştirme” ve “müreffeh bir Afrika kıtası oluşturma” fikirleri kıta ülkeleri tarafından çeşitli nedenlerden ötürü şüphe ile karşılandı ve Afrikalı liderlerin zihin dünyasında tam anlamıyla makes bulmadı.

Şüphe ile karşılanan ekonomik hedefler

Trump’ın Afrika stratejisinde yer alan ekonomik ilişkileri geliştirmeye ve müreffeh bir Afrika oluşturmaya yönelik fikirlerin kıta ülkeleri tarafından şüpheyle karşılanmasının ilk nedeni, söz konusu fikirlerin Afrika’nın kalkınmasına yönelik mi, yoksa küresel aktörler arasındaki rekabetin bir ürünü olarak mı ileri sürüldüğünün muallak oluşuydu. Zira John Bolton’ın Trump’ın Afrika stratejisini açıklarken Çin’i ve Rusya’yı kıtanın ekonomik potansiyelinin ve istikrarının altını oymakla suçlaması, Trump yönetiminin Afrika’nın kalkınmasından ziyade diğer küresel aktörlerin kıtadaki etkisinin sınırlandırılmasını amaçladığını ortaya koyuyordu. Ne var ki Washington yönetiminin Afrika ülkelerine Çin ve Rusya ile daha az ekonomik ilişki kurmalarına yönelik ihtarı kıtada beklenen karşılığı bulmadı. Kıta ülkelerinin bu yönde bir ihtara aldırış etmemesinin temel nedeni ise birkaç on yıl önce Afrika’da nüfuz sahibi olan tek -veya en etkili- aktör olmanın verdiği rahatlıkla kıta ülkelerine kendi şartlarını dayatan ABD’nin ve bazı Batılı ülkelerin, Çin ve Rusya gibi Afrikalıların ilişki kurabileceği alternatif ülkelerin sayısının artmasıyla söz konusu şartları yumuşatmak zorunda kalmasıydı. Böyle bir ortamda Trump yönetiminin Çin ve Rusya karşıtı ihtarları ters tepti; var olan süreç Afrikalı devletlerin bu devletlerle var olan siyasi ve ekonomik işbirliğini arttırma eğilimleriyle neticelendi.

Yeni dönemde ABD’nin Afrika stratejisinin ekonomik ayağını oluşturan hedeflerin Afrika’da karşılık bul(a)mamasının ikinci nedeni ise değinildiği gibi Trump yönetiminin Afrika’ya olan ilgisinin son derece sınırlı kalmasıydı. Çin devlet başkanı Şi Cinping’in Afrika ülkelerini birçok kez ziyaret ettiği ve bu ülkelerin liderlerini ülkesine davet ettiği ve Rusya’nın Soçi’de 23-24 Ekim 2019 tarihinde 43 Afrika ülkesinin liderini toplayarak bir zirve düzenlediği bir ortamda, ABD liderinin kıtaya ilgisinin sınırlı kalması ve hatta 2019 yılının Haziran ayında Mozambik’in Maputo’da gerçekleştirilen ABD-Afrika İş Zirvesi’ne Washington’dan katılımın beklenilen düzeyde olmaması, Çin’in ve Rusya’nın Afrika’da her geçen gün etki alanlarını genişletmelerinin arkasında yatan nedenlerden birini gözler önüne sermekteydi.

Trump yönetiminin ekonomik olarak Afrika’yla ilişkileri geliştirme ve daha zengin bir Afrika oluşturma fikrinin kıta ülkeleri tarafından istenilen derecede sahiplenilmemesinin üçüncü nedeni ise Trump yönetiminin uluslararası ilişkilere “sıfır toplamlı” bir anlayış üzerinden, yani bir tarafın kazandığı diğer tarafın ise daima kaybettiği bir ilişki biçimi olarak yaklaşmasıydı. Bu kapsamda, “içte ve dışta önce Amerika” gibi son derece pragmatist bir sloganla yola çıkan Trump yönetiminin karşılıklı ticari ilişkileri geliştirme fikri, kelimenin tam manasıyla bir “samimiyet testine” tabi tutuldu ve sürecin bir çıktısı olarak kıta ülkeleri üzerinde istenilen etkiyi yapamadı.

Afrika’da başarısızlığa mahkûm bir dış politika

Obama’nın ilk dört yılında olduğu gibi, Donald Trump’ın şimdiye kadar süren iktidarı boyunca Washington yönetiminin Afrika’ya yönelik politikaları beklentileri karşılamaktan hayli uzak kaldı. Aslında Clinton, Bush ve Obama dönemlerinde Afrika’ya ilişkin hayata geçirilen politikalarla, Trump’ın eski ulusal güvenlik danışmanı Bolton’ın Heritage Foundation’da ilan ettiği, ABD’nin Afrika stratejisinin muhtevası bir bütün olarak düşünüldüğünde, böyle bir durumun ortaya çıkması kaçınılmazdı. Trump yönetimi adına Bolton’ın ilan ettiği söz konusu strateji, eski başkanların Afrika’ya yönelik projelerini sahiplenmekte ve bahsi geçen başkanlar döneminde ortaya konulan temel siyaset felsefesinin bir benzerini yansıtmaktaydı. Ne var ki benzer argümanlar üzerinden dahi olsa, Trump yönetimi, kıtaya yönelik temel dış politika prensiplerini hayata geçirmekte başarısız oldu. Bir yandan kıtada terörle mücadele bağlamında kararlı bir duruş ortaya konulacağı ifade edilmesine rağmen, kritik bölgelerdeki yüzlerce Amerikan askeri ülkelerine geri çağırıldı; diğer yandan Afrika’da Çin’in ve Rusya’nın etki alanlarının sınırlandırılması gerektiği ifade edilmesine rağmen, bu ülkelerin Afrika’daki siyasi ve ekonomik nüfuzlarını artırmalarının önüne geçilemedi.

Trump yönetiminin Afrika’da ve dünyada en temel mottolarından biri olan “ticari ilişkilerin geliştirilmesi” noktasında ise Obama dönemine nispeten daha başarılı olunsa da, bu alanda da Çin’in oldukça gerisinde kalındı. Gelinen noktada, Donald Trump’ın ilk dönemi geride kalmak üzereyken, Washington yönetimin Afrika politikaları, Obama yönetiminin ilk döneminde olduğu gibi, ABD Senatosu nezdinde verimsiz ve hayal kırıklığı yaratan bir görüntü çiziyor. Kısa vadede Trump yönetiminin Afrika ilgisinin ve kıtadaki etkisinin görece artması mümkün olsa da, orta ve uzun vadede artan Çin ve Rus nüfuzu karşısında ABD’nin kıtada giderek alan kaybetmesi bekleniyor. Sonuç olarak, oldukça iddialı bir söylem olmakla beraber, Trump’ın Afrika politikasının başarısızlığa mahkûm olması kaçınılmaz görünüyor.

[Din ve milliyetçilik, sömürgecilik ve Afrika’da ABD dış politikası hakkında çalışmaları bulunan Hasan Aydın Afrika Araştırmacıları Derneği’nde (AFAM) görev yapmaktadır]

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *