Doğru soru: Bu kadar Kur’an okumamıza rağmen neden bir takım şeyler değişmedi? Neyi eksik bıraktık, atladık, değer vermedik de sonuç böyle oldu?
Bünyamin Zeran / Venhar
İnsanın ömrü bir ırmak gibidir akıp gider. Bazen sert kayalara çarpa çarpa bazen de çayırların arasında salına salına gider. Benim ömrüm de her iksini zaman zaman yaşamıştır. Henüz ergen bile sayılmadığım bir dönemde Kur’an ile tanışmam benim hayatımı değiştiren bir hadisedir. Vahyin kalbime ilk dokunuşu Müddesir suresi ile olmuştur. O günden beri ne zaman bunalsam ve sıkılsam Rabbimin kelamı ile kalbimi sakinleştiririm. Vahiy bana dünyayı bir çok insanın bakmadığı bir açıdan görmemi sağladı. Vahyin beni yeniden adım adım inşa ettiğini farkettim. İslama girdiğim ilk dönemlerde en büyük tartışma kuşkusuz Kur’an’ın anlaşılıp anlaşılmayacağı meselesi idi. O günlerden bu günlere gelene kadar epey şey değişti. Şimdi artık Kur’an’ın anlaşılıp anlaşılmayacağı tartışılmıyor. Sanırım herkes anlaşılacağı konusunda hem fikir. Fakat gelinen nokta daha büyük bir garabet. Üstelik eski “İslamcılar” eliyle yürütülen tartışmada şimdilerde Kur’an’ın bir devlet talebi olmadığı iddiası ve seküler bir yaşamın “Laik”liğin müslümanlar için en büyük inanç garantisine dönüşmüş olması iddiası çok acı görünüyor.
İslam Adem’e vahyedildiğinden bu yana yeryüzünün en gerçek nizamı olarak varlığını devam ettirirken, sekülerizm Adem’den bugüne insanı cennetten kovduran ve yeryüzü sürgününe mahkum eden bir din olarak varlığını devam ettirmektedir. Şeriati’nin ifadesinde olduğu gibi iki din “tevhid ve şirk” insanlığın başlangıcından beri savaşımını sürdürmektedir. Kur’anın çeşitli tartışmalar yoluyla hayat kılavuzu olarak devre dışı bırakılmaya çalışılması, değersizleştirilmesi yeni bir trenddir. Toplum giderek daha da sekülerleşmektedir. Eskiden takip edilen bir kısım abiler ve aydınlar şimdilerde bilfiil seküler güce teslim olmuş bir vaziyette akil adam olma derdindedirler. Aklını kaybetmişler, Kur’an’ın ifadesiyle sefihleşmiş olanlar akil adamlar olup köşe başlarını tutmak için heybelerinde olanları saçıp savurmaktadır. Oysa biz eskiden o heybede olanları görebilmek ve onlara dokunabilmek için nasıl da koştururduk. Biz zannederdik ki o heybeler sağlam bir yaşam örgüsüyle harmanlanmış, dünyayı anlamamızı sağlayacak kelimelerle örülü. Keşke öylece, inandığımız gibi kalsaydı her şey. İnsan, zamanla yalnızca yalnızlığıyla mücadele etmeyi değil fikirlerle de mücadele etmeyi öğrenirmiş.
Vahiy, insanı inşa ederken öncelikle insanın Rabbi olduğunu hatırlatıyor ve Rabbin adına okunası bir hayatı hakikat olarak görüyor. İnsanın müstağnileşmeden, dönüşün yine Rabbe olacağı gerçeğini hiç atlamadan, yaşamayı zaruri bir gerçek olarak bize veriyor. Yaratan bir Rab adına okumaya başlayan bir insan hangi seküler sisteme itaat eder ki! Hangi seküler sistem o insanı teslim alabilir ki! Gücü yeter mi ki teslim almaya? Yeryüzü olanca ağırlığıyla böylesi bir kişinin üstüne üstüne gelse andolsun ki teslim olmaz. Allah’ın karşısında hangi güç galip olabilir? Yeryüzünde zulmün efendileri acaba efendi olabilmek için kendilerine yaltaklanan ve kendilerini üç-beş kuruşa onlara satan kalemşörler, aydınlar, sanatçılar ve güç tapıcıları olmasa bu zulüm ateşi ne kadar devam edebilir? Sonuç üzerinden okuma yaparak vahyi değersizleştirenler esas içlerindeki teslimiyetçi ruhlarına tükürmeleri lazım. Allah’tan başka galibin olmayacağını bilenler elbette Allah’ın dini üzere ayaklarını sabit kılarlar. Çünkü bilirler ki ne kazanırlarsa kazansınlar sonunda ölüm vardır ve Rabbe dönüş vardır. Ne kadar kazandığını zannetikleri şey varsa hepsini geride bırakarak tek başlarına hesaba çekileceklerdir.
Herkesin siperlerini terkettiği bir zamanda size de siperlerinizi boşaltma çağrısı yaparlar. Bazen iyi niyetle, bazen zorbalıkla, bazen pazarlıkla yaparlar bunu. Başınızı kaldırırsınız bakarsınız ki tek siz kalmışınız siperde. Düşman çok ve acımasız. Geriye dönüp bakarsınız size yalvaran gözle bakan mazlumları görürsünüz “ne olur terketme siperleri” diyen. Ya da “senin yüzünden bize de zulmediliyor bırak artık bu savaşı” diyen gözler görürsünüz. Kendinizle çatışırsınız kimi zaman. Ben nasıl tek başıma mücadele edeceğim bu devle dediğiniz olur, gücünüzün azaldığı, moralinizin düştüğü anlar olur. Sonra vahyin kelimelerine sığınırsınız bir yetimin yalnızlığına sığındığı gibi. “Allah’tan, kafirlerden başkası ümidini kesmez…”, “nice erkek adamlar var ki verdiği sözde durdu Allah için canlarını verdi, bir kısmı da sırasını beklemektedir…”, “İnananlar Allah yolunda savaşır, inkar edenler ise tağut yolunda…”, “Niçin Allah yolunda savaşacak kimse yok mu diyen zavallı kadın, erkek ve çocuklar için savaşmıyorsunuz?…” gibi nice ayetler başınızdan aşağı boca edildiğinde yeniden ve daha güçlü bir şekilde dirilirsiniz. Öksüz bir kalple büyümüşseniz kendiniz için yaşamayı öğrendiğiniz kadar nice öksüz kalpler için de bir umut olmayı öğrenirsiniz.
İnsan, hayatın her anında yeni şeyler öğrenir. Kim öğrendiğinin farkına varabilmişse bahtiyardır. İnsan, öğrendikçe değişir. Bu değişim ona sarp yokuşu tırmanmayı da öğretebilir yokuş aşağı yuvarlanmayı da. İnsan zirveye doğru çıkmaya gayret ettiği anda güçlü olur. Diğer türlü nesneleşir. Herkesin ve her devrin adamı olduğunuzda varlığınızdan bir eser kalmamıştır. Resuller bize her devirde hakkı haykırarak zalimin korkulu rüyası mazlumun umudu olmayı öğretir. Kur’an’ın anlattığı resullerde ne zaaf, ne teslimiyet ne zalime meyletme vardır. Kur’an bu yüzden insanlığa yol gösterendir. Hangi durum ve şart olursa olsun asla zalimlere teslim olmayın çağrısını defaatle yapar.
Modern yaşam insanı teslim almak ve onu bir objeye dönüştürebilmek için sürekli savaşım verir. Kendi gibi olmayanları sürekli aşağılar, itibarsızlaştırır ve toplum içinde ötekileştirir. Böyle yapar ki herkes en doğru olarak onu bilsin. İnsan bu büyüye kendini kaptırırsa inançlarından şüphe etmeye ve zalime meyletmeye başlar. Kendi inancını güçlü bir şekilde haykırmaktan korkar ve kendini tıpkı modernlerin anladığı anlamda medeni gösterebilmek için zorlar. Oysa girdiği yol çıkmaz sokaktır. İşte İslam en başından beri o çıkmaz sokakları tarif eder, adreslerini bir bir verir o sokakların ki kimse kanmasın girmesin o sokaklara diye. İslam yiğitçe haykıran kullar ister tıpkı İbrahim gibi: “Ben mi sizin Allah’a ortak koştuklarınızdan korkacağım yoksa siz mi hakkında hiç bir delil indirmediği bir takım putları ona ortak koşmaktan korkacaksınız? Hele bir söyleyin bakalım hangimiz güvende olmaya daha layıktır?” Hakikaten bir düşünelim bakalım kim korkmalı!
Vahye kulak verdiğimiz sürece şeytanın vesveseleri bize ilişemez. Lakin modern insan vahye değil egolarına ve hazlarına kulak veriyor. Eski “islamcı” sayılan bir takım insanlar da artık vahyi hayatın merkezinden uzaklaştırıyor ve onunla anılmaktan imtina ediyor. Güce meylediyorlar. Aslında biliyorlar ki zalime meyledenler zulme ortak olarak zalim olurlar. Kuşkusuz zalimler; İslamsız bir ahlak, İslamsız bir devlet, İslamsız bir siyaset, İslamsız bir ticaret, İslamsız bir aile ve İslamsız bir eğitim kurgusu içinde yaşayıp gidiyorlar. Bu böyle devam ettikçe toplumlar sürekli olarak daha fazla örseleniyor ve yok olmaya doğru gidiyor. Tabiat, hayvanlar, insanlar kısacası eko sistem de bu bozulmadan payına düşeni alıyor.
Benim ergen bile sayılmadığım dönemlerde kardeşlerimiz arasında daha bir kenetlenmişlik vardı. Abilerimiz heyecanlı ve geleceğe dair umutlu idiler. Hep bir ağızdan Kur’an’ın anlaşılabileceğini hatta anlamanın mümine farz olduğunu anlatıyorduk herkese. Biz anlattıkça başta tasavvuf çevresi olmakla birlikte, birçok kelli felli cemaatlerde bize sataşıyorlardı ama kardeşlerimizle bir binanın tuğlaları gibiydik. Şimdi aynı kardeşlerle oturduğumuzda şu kadar sene Kur’an okuduk ne değişti diye soruyorlar cevap çok basit aslında; ne değişti diyenlerin hepsi değişmiş ve dönüşmüş durumda. Doğru soru bu değildi aslında. Doğru soru: Bu kadar Kur’an okumamıza rağmen neden bir takım şeyler değişmedi? Neyi eksik bıraktık, atladık, değer vermedik de sonuç böyle oldu? Belki bu soruların cevabını merak ettiğimiz zaman yine bir binanın tuğlaları gibi kenetlenmiş olabiliriz. Ya da Allah başkalarını bizim yerimize tercih eder.
Kur’an’a kulak vermeye devam edelim. Çünkü bizi hidayete kavuşturacak olan odur. Tarihselci ya da keyfi yorumlarla Kur’an üzerinde ameliyatlar yapmayalım. Doğru bir anlama yöntemi ile vahye bütüncül bir bakışla ve kendi anlam örgüsü içinde anlamaya gayret edelim. Unutmayalım ki karşımızda küfür ne kadar güçlü olursa olsun, ne kadar güçlü propaganda araçlarını elinde tutuyor olursa olsun onların tüm gücü bir örümceğin ağı gibi zayıftır. Yeter ki o ağa üflemeyi becerebilen müslümanlar olalım ve iman ettiğimizi düşünüyorsak iman ettiğimiz şeylerden asla şüphe etmeyelim.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *