Yaklaşık 20 yıldır Yeni Şafak’ta çalışan gazeteci Özlem Albayrak, 10 yıldır da bu gazetede köşe yazıyordu. Yayımlanmayan yazısının ardından istifa kararı aldı.
Yazısı yayımlanmadığı için Yeni Şafak’tan ayrılan Özlem Albayrak: Gazetecilik değil holiganlık yapmamız isteniyor
Independent Türkçe’den Cihat Arpacık’ın haberi ve söyleşisi:
Albayrak son olarak CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun bazısı 7 yıl önce attığı tweetlerden dolayı aldığı cezayı eleştiren bir yazı yazmıştı. Yazının sonlarına doğru “Sözün özü” diyordu Albayrak, “Kaftancıoğlu hakkındaki karar, hem zamanlaması itibariyle haklı olarak manidar, hem de geçmişte atılmış tweetleri konu alması nedeniyle tartışmalı bulunan bir karardır. Kamuoyu vicdanının karardan tatmin olmaması, kamusal alanda ciddi bir tartışmanın başlaması da cabası.”
Gazete bu yazıyı yayımlamadı. Albayrak da gazetesinden istifa etti.
28 Şubat sürecinin hemen ardından Yeni Şafak’ta çalışmaya başlayan Albayrak, AK Parti’nin kuruluşunu burada karşıladı. Kapatma davası, 27 Nisan e-muhtıra, dış politika krizleri ve darbe girişimleri sırasında bu gazetede yüzlerce yazı yazdı. Albayrak’a bu ayrılığın nedenini sordum ve gazetenin son dönemde yazdığı yazılardan rahatsız olduğunu, bunun için gazete içinde mücadele de verdiğini ancak gelinen noktada gazeteden ayrıldığını anladım.
Albayrak’ın vurgusu 20 yıl öncesine, 28 Şubat sürecineydi. O dönem görüşleri birbirinden farklı olsa da gazetelerinden ayrılmak zorunda bırakılan gazeteciler için özgürce yazıp çizmenin sığınağı olan gazetenin şimdi yazı sansürleme noktasına gelmesinden dolayı üzgün. Sadece eski gazetesi için değil gazetecilik için de endişeli.
Yeni Şafak muhafazakar / mütedeyyin kesimin entelektüel yüzü olarak dikkat çekiyordu. Gazetenin en eski yazarlarından biri olarak gelinen noktayı nasıl değerlendirirsiniz?
Yeni Şafak bir zamanlar sadece muhafazakar/mütedeyyin kesimin entelektüel yüzü değil, aynı zamanda ifade özgürlüğünün de kalesiydi. 28 Şubat döneminde sansüre uğrayan, sesleri kesilen pek çok yazara kapılarını açan, tüm yazarların özgürce yazabildiği bir kurumdu. Gelinen noktayı ise şahsım adına değil, ama Türkiye’deki medya düzeninin geldiği durumu göstermesi açısından hem ibret, hem de üzüntü verici bulduğumu söyleyebilirim. Gayet makul, hakaret içermeyen, samimi ve adil eleştirilerin bile kendine yer bulamadığı bir medyada gazetecilere iki seçenek sunuluyor; ya kendine otosansür uygulamak ya da bırakıp gitmek. Ben ikincisini seçtim. Fakat iş bu raddeye gelene kadar gazete içinde demokratik bir mücadele de verdiğime inanıyorum, ama bazen hareket alanınız giderek daha çok sınırlanır ve bir seçim yapmak zorunda hissedersiniz, benim ayrılış sürecimde olan buydu.
Daha önce de TV 5 yayınında bir takım eleştiriler sıralamıştınız. O eleştirilerinizden sonra size yansıyan bir uyarı oldu mu?
Bana direkt ve açıktan yansıyan bir uyarı olmadı, gazeteyle yaşadığım dozajı giderek artan çatışmada, o yayında AK Parti’ye ve hükümete yaptığım eleştirilerin bir payı var mı, bilemem. Ancak, bu dönemde sadece vicdanına danışarak, yazılarının kime yarayacağını ya da yaramayacağını hesaba katmadan, yalnızca adil olmaya çalışarak yazmak bile başlıbaşına cesaret gerektiren bir tavır haline geldi. Sadece işini kaybetmekten sözetmiyorum, bu uğurda özgürlüğünü kaybeden, yargılanan, hapse atılan gazeteciler var.
Onun dışında medyada şiddeti giderek artan bir polarizasyon var. Pek çok gazetecinin de böyle düşündüğüne inanıyorum, medya mensuplarının ciddi bir kısmı hükümeti fanatizm düzeyinde destekliyor, küçük bölümü de düşmanlık düzeyinde eleştiriyor. Bu mesleği sadece tarihe ve vicdanına karşı sorumlu hissederek yapmak isteyen gazeteciler için zemin o kadar kısıtlı ki… Oysa bunun böyle olmaması gerekirdi. AK Parti’nin yola çıkış mottosu bu değildi, daha fazla özgürlüktü, kitleleri bu yüzden peşinden sürükleyebildi.
Gazetede son yazınız yayınlanmadığı için istifa ettiniz. Daha önce de Ali Bayramoğlu, Kürşat Bumin, Kemal Öztürk ve Aydın Ünal da ayrılmıştı. Bu yaprak dökümünü nasıl değerlendirirsiniz?
Bu manzara, yapıcı, samimi, düşmanlık içermeyen eleştiriye bile tahammül kalmadığını gösteriyor ki, endişe verici olan bu. Fakat bunun sadece Yeni Şafak’la sınırlı olduğunu düşünmek yanıltıcı olur. Son yıllarda gazetecilik değil holiganlık yapmanız beklenir oldu. Oysa bana göre gazetecilik vicdanla yapılır, doğru bildiğinize doğru, eğri bildiğinize eğri diyemedikten sonra o işi yapmamanız evladır. Bir de şuna inanıyorum ben, vicdanlı olandan hangi gruba mensup olursa olsun korkmamak gerek, holigandan ise hangi gruba dahil olursa olsun, hiç kimse için bir hayır sadır olmaz.
Medyada gazete yöneticilerinin Ankara’nın hassasiyetlerini abartarak sansür mekanizmasını kendi insiyatiflerini kullanarak çalıştırdığı görüşüne katılır mısınız?
Bu ülkede bir atmosfer oluştu, ne bu atmosferin faili, ne de atmosferin oluşmasına neden olan faktörler hakkında bilgim yok; bildiğim şu; bu atmosfer herkesi, her alanı etkisi altına alıyor ve medyayı da, siyaseti de, hukuku da, sivil alanı da belirliyor. Normalleşme, itidal, toplumsal barış dedikçe, her şey daha da kötüye gidiyor gibi geliyor bana.
Muhafazakar basının bir röntgenini çekecek olsanız söylemek istedikleriniz neler?
Muhafazakar basının röntgenini çeksek, ortaya çıkacak olan çok az kişinin konuşmaya cesaret edebildiği gerçeği olur. İnsanların işlerini kaybetme korkusu taşıdıkları için konuşmaktan çekinmesi anlaşılır gibi gözüküyor, oysa bizim mesleğimizin geçim kaygısından daha fazlası olduğuna inanmak istiyorum. En azından hala böyle bir ideal taşıyorum.
Medyada tek sesliliğin daha da görünür hale getirilmesiyle çok sayıda gazeteci gazetelerinden ayrıldı. Bu kopuşların artacağını düşünüyor musunuz?
Bu soruyu 10 yıldan uzun süredir siyaset yazarlığı yaptığı gazeteden sansür nedeniyle ayrılmak zorunda kalmış birine soruyorsunuz. Elbette iyimser değilim. Aksini söylemek isterdim, fakat manzara benim durduğum yerden bakıldığında çok iç açıcı gözükmüyor.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *