Özeleştiri yokluğu, pragmatik maskeler

Özeleştiri yokluğu, pragmatik maskeler

Özeleştiri yokluğunun yansıdığı en iyi konu dini grupların ve şahsiyetlerin güçlü olan ile girdiği çarpık ilişki tarzıdır.

FETÖ ve İslami kesim: Özeleştiri yokluğu, pragmatik maskeler

Bülent Şahin Erdeğer / Şarku’l Avsat

“İslami camia”da özeleştiri kültürünün gelişmediğini görmek o camiadan yetişen biri olarak maalesef hep bir üzüntü kaynağım olmuştur.

Özeleştiri yokluğunun yansıdığı en iyi konu dini grupların ve şahsiyetlerin güçlü olan ile girdiği çarpık ilişki tarzıdır.

Bu çarpık ilişki genellikle güçlü olanın hatalarını görmeme hatta tevil ederek meşrulaştırma gibi yeni sorunları doğurur.

Şayet güçlüyseniz dini alan hakkında ne dediğiniz pek de önemli değildir. Dünyanın en saçma şeyini, hurafesini savunsanız da, mehdiliğinizi ilan etseniz de o da yetmeyip her akşam Allah ile Hz. Muhammed ile görüştüğünüzü iddia etseniz de gücünüz karşısında bu facia sapmalar sineye çekilebilir bin bir takla ile tevil edilebilir…

Bunun en güzel örneğini bugünlerde gözden düştüğü için herkesin sövgü yarışına girdiği Fethullah Gülen’in liderliğini yaptığı “Hizmet Hareketi”nde gözlemledik. Fethullahçılar siyaset sahnesinde güçlendikçe dini alanda da kendi meşruiyet zeminlerini diğer dini cemaatlerden edindikleri müttefiklerden, akademisyenlerden, köşe yazarlarından oluşturuyorlardı. Hakikati değil gücü esas alan “İslami camia”nın istisnalarını hariçte tutarsak geneli Gülencilerle iyi ilişkiler kurmuşlardı. Fethullahçılar laik seküler kesimde meşruiyet zeminlerini Türkçe Olimpiyatları, Abant Platformu, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Toplantıları, Dinlerarası Diyalog etkinlikleriyle sağlıyorlardı. Ancak dindar kesimde de Sızıntı, Yeni Ümit Dergisi ve Arapça Hira Dergisi gibi araçlarla düzenledikleri uluslararası sempozyumlar, konferanslar ile pek çok akademisyene, hocaya dünyevi olanaklar sağladılar.

Bu güçten faydalanan pek çok kişi o Fethullahçı Yükseliş Dönemi’nde Fethullah Gülen’in Fıkhı’nı Anlamak, Fethullah Gülen’in Sünnet Anlayışı gibi PR kitapları ve makaleler kaleme alıyorlardı. “Dindar” sosyologlar “Yeni Türkiye’nin Yeni Aktörleri: AK Parti ve Cemaat” gibi sipariş analizler yapıyorlardı. Kimi hocalar da Gülen’in Evliya’dan olduğunu, İrancılara ve modernistlere karşı Ehl-i Sünnet’i müdafaa ettiğini savunuyorlardı. Paralel Devlet yapılanması içerisine giren Fethullahçılarla kurulan ilişkilerin farklı sebepleri vardı. Nurcu gruplarda Gülen rakip grup görülse de ortak paydaları bulunduğundan bazı nurcu gruplar ortak hareket etmeyi seçmişlerdi. Bazıları ise mesafeli kalmayı.

Diğer gruplar ise güç paylaşımı-karşılıklı yararlanmayı hedeflemişler bazıları ise “ortak düşmanlar”a karşı birlikte olmayı içselleştirmişlerdi. Çok az bir kesim ise Gülen öldükten sonra belki bu dümenin başına biz geçebiliriz ve bu gücü kontrol edebiliriz saflığıyla The Cemaat’e yanaşmış ona sızmaya çalışmışlardı. Elbette bu çok naif ve çocukça bir hevesti…

Pek çok hoca o dönemde Pensilvanya’ya ziyarete gitmeyi pozitif bir hareket olarak bağlılarına anlatırdı.

Hayrettin Karaman gibi ülkemizde İslam Hukuku alanında otorite isimler arasında başlarda anılacak akademik itibara sahip bir isim bile dini hurafeler tarihinde level atlatan “Sır Kapısı” gibi pespaye bir dizisinde “Konsept Danışmanı” olarak adının kullanılmasına izin veriyordu.

Hocamız 2000 yılında yazdığı makalede şunları söylüyor:

“Müslümanlar arasında özeleştirinin çok yaygın ve etkili olmaması bir dinî ve ahlakî kusurdur; bunun giderilmesi ise sağlıklı bir din ve ahlak eğitimi ile mümkün olabilir.

Özeleştiri, özün, nefsin, insanın kendisini eleştirmesidir; duygu, inanç, düşünce ve davranışlarını belli bir gerçeklik ve değerler tablosu/şablonu içine yerleştirerek test etmesi, denemesi ve değerlendirmesidir. Bunu, birey yaptığı gibi gurup, cemaat, millet, kültür ve medeniyet de yapabilir, yapmalıdır. Son günlerde İslam adına yapılan, yapıldığı söylenen bazı kötü şeyler karşısında İslamî kesimin duygu ve düşüncelerini ortaya koyması kendilerini bu kesimin dışında görenlerce farklı şekillerde değerlendirildi. Birçok köşe yazarı bunun şimdiye kadar yapılmadığını, yapılmamasının bir kusur olduğunu, yanlışı savunmakla bir yere varılamayacağını, bu gelişmenin iyi bir başlangıç olduğunu ifade ettiler.

Yeterince olup olmadığı bir yana başlangıçtan bugüne Müslümanlar fert ve ümmet olarak kendilerini eleştirmişlerdir. İlk halifeler kendilerini seçenlerden bunu istemişler, zaman içinde meydana gelen dinî gruplar birbirlerini kıyasıya eleştirmişler, mücedditler kitaptaki (doğru, gerçek, sahih) İslam ile yaşanan İslam arasındaki tutarsızlığı açık ve etkileyici ifadelerle dile getirmişler ve farkın kapanması, toplumun gerçek İslam’a dönmesi için gayret sarf etmişlerdir. 

Tasavvuf mensupları özellikle ferdin kendini devamlı denetlemesini (murakabe), hesaba çekmesini, yapıp ettiklerini sorgulamasını (muhasebe) istemişler; mesela Gazzali’nin meşhur İhyâ isimli kitabının bir bölümü bu konuya ayrılmıştır. 

M. Akif, “Müslümanlık nerde bizden geçmiş insanlık bile” derken, İkbal “İslam’da kusur yok iyi incele-Kusur Müslüman’da sen onu ele” beytini yazarken özeleştiri yapmaktadırlar. 

Cemaatlerin ve tarikatların her birinin özeleştiri yapması, aslında mümkün olmakla beraber bugünkü yapıları bakımından imkansız gibidir. (Özeleştiri, 13 Şubat 2000, Yeni Şafak)”

Evet, böyle yazmış Hayrettin hoca 19 yıl önce. Yazdıklarına imzamı atsam da yazanın yazdıklarıyla bu kadar çeliştiğini de söylemeden edemem.

Güçlü olanın egemenliğinden fırsatçılık yaparak faydalanmaya çalışmanın Fethullahçılar açısından son örneği de Vahdet Gazetesi projesiydi. İslami camianın pek çok ismi Fethullahçı Yener Dönmez’in başında olduğu bu FETÖ projesinde kimlerin yer aldığını merak eden kısa bir Google araştırması yapabilir.

Güçlü olanla girilen bu çarpık ilişkinin farklı örneklerini Adnan O. (Harun Yahya) grubu vb. vakalarda da görüyoruz…

Peki, özeleştiri yokluğu ile neyi kast ediyorum?

Bir cemaat, akademisyen veya yazar elbette geçmişinde bugün hatırlanmasını istemediği yanlış tercihler yapmış olabilir. Yapılması gereken şey o dönemin şartlarını, bağlamını gözeten samimi bir muhasebe, özeleştiridir.

O dönemki bağlamda bugün ortaya çıkan sonuçların tahmin edilememesi bir ders olarak haneye yazılabilir. Ders çıkartıldığı vurgulanabilir.

Güçlü olmanın ürettiği propaganda atmosferinin iyi niyetle kendilerini de etki altına aldığı bu sebeple fazla naif davranıldığı bu yüzden de yanlış tercihler tutumlar ve övücü yorumlar yapıldığı da bu durumdan duyulan pişmanlıkla itiraf edilebilir.

Bu dersten sonra benzeri güç odaklarıyla benzeri çarpık ilişkilere girmemek ise fiili özeleştiri ve samimiyet ispatıdır.

Oysa yukarıda ismini verdiğim vermediğim cemaat, akademisyen, yazar ya da hocalarımızın genellikle başvurdukları yol havaya bakarak ıslık çalmak ve yavuz hırsız cazgırlığı yapmak…

Daha 2013 sonuna kadar yani 17/25 Aralık yargı darbesine kadar bile “uyanamamış” olan dershane krizinde FETÖ’nün meydan okumasında Fethullahçıların TV kanallarında arzı endam edip dershanelerin hikmetlerinden bahseden Yıldırım gibi çarpan akademisyenler, seçilmiş hükümeti FETÖ’nün dershanelerinin avukatlığına soyunup Kaplan kesilen köşe yazarları, Adil Öksüz’le cemaat namazı kılıp Gülen’le karşılıklı kitap hediyeleşen Efendiler… İşte bu zevat bir de baktık ki meğer en büyük FETÖ düşmanıymış!

Güç dengesi değişir değişmez kazanan tarafın sözcüsü rolü kesenlerin samimiyetinden ve tutarlılığından bahsedemeyiz…

Hele hain 15 Temmuz darbe girişimi sonrası bir de baktık ki herkes her zaman Gülencilere karşıymış(!)

Bu pragmatist, makyavelist tutumun dindarlar tarafından gösterilmesi onların toplumsal güvenilirliklerine de zifiri karanlık bir gölge düşürdü. Geçmişin formatlanmaya çalışıldığı, hafızamızla dalga geçildiği, okuyucunun, kamuoyunun aptal yerine konmaya çalışıldığı bir tavır bu.

Oysa özeleştiri erdemini kamuoyu önünde gösterseler itibarlarının daha da artacağını, seveni sevmeyeni herkesin helal olsun adama en azından hatasının farkına varmış diyeceğini de bilmeliler…

O yüzden tefsir, fıkıh hadis ahlak sohbetlerinde muhataplarına tevbeden, özeleştiriden, murakebe ve muhasebeden bahseden uzun uzun mahreçleriyle ayet ve hadis okuyan hocalarımızın, derin analizler yapan akademisyenlerimizin önce bir aynaya bakmalarında ihtiyaç var…

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *