DİYANET’İN ‘GİZLİ’ RAPORUNDA İKTİBAS

DİYANET’İN ‘GİZLİ’ RAPORUNDA İKTİBAS

Son zamanlarda internet ortamında Diyanet İşleri Başkanlığı’na atfedilen, DİNÎ SOSYAL TEŞEKKÜLLER GELENEKSEL DİNİ-KÜLTÜREL OLUŞUMLAR VE YENİ DİNİ YÖNELİŞLER başlıklı, ‘Gizli’ damgalı bir rapor dolaşmaktadır.

Word dosyasıyla 219 sayfa hacmindeki rapor kendince, Türkiye’deki dini-siyasi-kültürel teşekkülleri incelemiş. Önsöz, Türkiye’nin Dini Haritası ve Dini Oluşumlarda Görülen Bazı Aşırı Özellikler başlıklı, giriş mahiyetindeki üç yazıdan sonra sekiz ana bölümde şu tür yapılar incelenmiş:

A.Kur’an İslamı
B.Selefi Söylem
C.Mehdici ve Mesiyanik Söylem
D.Gelenekçi
E.Dinî-Siyasî Teşekküller
F.Risale-i Nur Grupları
G.Geleneksel Dini-Kültürel Oluşumlar (Tarikatlar)
H.Diğerleri

Doğal olarak ilk önce ilgimizi, ilk bölüm yani ‘Kur’an İslamı’ bölümü çekti. Bu bölümde sırasıyla,
1.Abdülaziz Bayındır
2.Ercümend Özkan ve İktibas Dergisi
3.Haksöz / Özgürder
4.Mehmet Okuyan
5.Mustafa İslamoğlu
İsimlerine yer verilmiş. Kuşkusuz bu beş ismin sıralaması da bir anlam içeriyor olmalıdır.

Raporun son değerlendirme bölümünde resmi dini kurumlar (Diyanet, İlahiyat fakülteleri ve İmam-Hatip liseleri) dışındaki dini teşekküllere devletin el atması, bunlar için bir hukuki çerçeve çizmesi (yani yasal mevzuat getirilmesi) ve böylece sözü edilen teşekküllerin şeffaflaşmalarının sağlanması önerilmektedir. Bu teşekküllerin ‘mali kontrol, asayişi bozan unsurlara karşı önlem ve toplumun değerlerini koruma’ hususlarını içerecek şekilde kanuni düzenlemeler istenmektedir. Böylece ‘merdiven altı’ oluşumlara kapı aralanmasının da önüne geçilecekmiş. Bu yasal düzenleme yapılmadığı taktirde doğabilecek sakıncalara değinilmekte, ‘asayiş sorunu’ haline gelen yapılara ise, vücudun kangren olmuş uzuvlarına yapılan muamelenin yapılması önerilmektedir.

“Ülkemizdeki dini oluşumların sahih İslamî esaslara uygunluk açısından incelenmesi…”nin önemine, hem raporun (layiha!) sunulduğu makamı ve hem de raporu okuyacak kimseleri ikna etmeye çalışan raportör, dinî yapı ve teşekküllerin İslam’ı anlama ve bu anlayışı topluma sunma biçimlerinin tespit edilmesinin “toplumu İslam dininin inanç, ibadet ve ahlakla ilgili konularında aydınlatmak”la görevli Diyanet İşleri Başkanlığı açısından önem arz ettiğini belirtmektedir. Meğer Diyanet’in toplumu, İslam’ın inanç, ibadet ve ahlaki konularında aydınlatmak gibi bir görevi varmış! Bu durumda akla ister istemez şu soru gelmektedir: Madem Diyanet’in, toplumu İslam’ın inanç, ibadet ve ahlaki konularında aydınlatmak gibi bir misyonu vardı da, neden kurulduğu günden beri tam tersine, aynı konularda toplumu karartmaktadır? Diyanet İslam’a gölge etmese, başka ihsan istemez. Kur’an ‘insanları bir yerden bir yerlere çıkarma’ konusunda sadece iki rol sahibini tanır: Birincisi Allah olup, insanları zulümattan nura çıkartır. İkincisi de tağut olup, nurdan zulümata indirir. Yani tağutun misyonu, Allah’ın yaptığının tam tersidir. Demek ki Allah yapmakta, tağut da onu yıkmak istemektedir. Böylece tağutun tanımı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır: Allah’ın yaptığını bozmaya yeltenen her türlü güç, irade, erk. 

Bir tek bildiğimiz şey var ki toplumu, İslam’ın laik-demokratik siyasetle bir sorunu olmadığı hususunda ‘aydınlatması’ uğrunda çaba harcayan, cehd eden, emek ve servet harcayanlar listesinde Diyanet’in müstesna bir yeri vardır. Bu yer başka hiçbir kurumla doldurulamaz. Doğrusu kuruluş yıllarında Din’e ‘out’ komutuyla kapıyı, Diyanet’e ‘in’ komutuyla baş sediri gösterenlerin, böylesine zekice buluşları nedeniyle haklarını teslim etmek gerekir. 

Diyanet’in, dini sosyal teşekkül ve oluşumları andıçlamak türündeki bu çalışmayı FETÖ darbesinden sonra yapması (raporun hazırlanmasındaki Fetö etkisini, takdim yazılarındaki atıflar da ele vermektedir) bile Diyanet kurumunun, böyle bir raporu kendiliğinden oluşturamayacak, ancak kendisine üst mercilerden emir gelmesini bekleyecek kadar ‘bağımlı’ ve güdümlü olduğunu kavramak için yeterlidir. Fetö ile Devlet cicim yıllarında olduğu dönemlerde Diyanet’in Fetö’ye söyleyecek bir sözünün olmamışlığı bile tek başına Diyanet’i anlamak için yeterlidir. Fetö denilen yapı her türlü basın-yayın, sosyal faaliyet ve etkinliklerle toplumu Siyonist-Hıristiyan ruhuna uyumlulaştırır, dinler arası diyalog borazanıyla ortalığı kasıp kavururken Diyanet’in sessiz kalması ve kutlu doğum gibi etkinliklerin bir ucundan da Diyanet’in tutmuş olması, toplumu inanç ve ahlak konularında aydınlatmak gibi bir görev payesi biçilen bu kurumun aydınlatmış mı, karartmış mı olduğuna dair ikna edici bir kanıt oluşturmaktadır. Şimdilerde ‘Fetö elebaşısı’, zamanın bir numaralı ‘hocaefendisi’ 1998 yılında papa ile görüşüp, ‘emrinize amadeyim’ mealinde ‘iyi niyet’ ve hizmet arzusunu bildiren mektubunu sunarken keza Diyanet’ten bir ‘neler oluyor?’ sorusu bile sorulmamıştı; acaba neden?

ERCÜMEND ÖZKAN VE İKTİBAS DERGİSİ’NİN DİYANET RAPORUNDAKİ VAZİYETİ

Gelelim raporda Ercümend Özkan ve İktibas Dergisi’nin değerlendirilmesine. Bizzat Ercümend Özkan’la ilgili satırlara gitmeden önce, raporda ‘Kur’an İslamı’ başlığı altındaki giriş mahiyetindeki kısa değerlendirmeye değinmek gerekmektedir. Orada son maddede “Kur’an İslamı iddiasıyla ortaya çıkanların, 1400 yıllık tarihi derinliği yok saydıkları…” diye bir cümle kurulmuş olması, raporu hazırlayanların kul hakkı, adalet ve dürüstlük gibi kavramlardan ne kadar nasiplendiklerini göstermesi bakımından önemlidir. Bir defa, ‘Kuran İslamı’ başlığı altında değerlendirilen beş kişinin her birinin diğerinden farklı metotları ve din anlayışları vardır. Hepsi bir tek kategoride değerlendirilemez. Ercümend Özkan ve 488 sayıdır yayınlanan İktibas Dergisi hiçbir zaman 1400 yıllık birikimi yok saymamış, Peygamber ve ilk üç nesil dönemindeki saf ve sağlam birikimi asla inkâr etmemiştir. Bilakis İktibas bu hususta Diyanet’ten çok daha tutarlı, insaflı ve 1400 yıllık ‘İslamî derinliğe’ çok daha saygılıdır. E. Özkan ve İktibas Dergisi Rasulullah’tan sonraki ilk üç nesil dönemine ait İslamî birikimi ne körü körüne kabul ne de körü körüne ret yoluna gitmiştir. İktibas’ın usulü şudur: Bir iş ve sözün Allah ve Rasulü’ne ait olduğu kesinse, her müminin olduğu gibi, E. Özkan ve İktibas dergisinin de söyleyecek sözü bitmiştir, orada teslimiyet şarttır. İktibas, Allah’ın ayetlerinden yapılan yanlış çıkarımlar, Rasulullah’a izafe edilen ve Kur’an’la açıkça çelişen rivayetler ve adı-sıfatı ne olursa olsun, ulemanın Kur’an ve sünnete muhalif ve mugayir kanaat ve görüşlerini ciddi sorgulamaya tabi tutmakta, çürük bilgileri atmaktadır. Dini Allah’a has kılmanın bir anlamının da bu olduğuna inanmaktadır. Allah ve Rasulü, 1400 yıllık derinliğe değil, ‘1400 yıllık derinlik’ Allah ve Rasulüne tabidir. Bunu herkes gibi Diyanet de tasdik etmek durumundadır. “1400 yıllık birikim…” diye başlayan cümlelerin çok zaman, İslam’a paralel yeni dinler icat ve ihdas etme niyetlerine koruyucu zırh imali için kurulduğu, sır değildir. 

Sözü edilen raporda Ercümend Özkan ve İktibas düşüncesinin belli başlı karakteristikleri şu şekilde özetlenmiştir:

-Kader alın yazısı değildir ve alın yazısı diye bir şey yoktur.
-Kabir ziyaretinin ve ölüye Kur’an okumanın hiçbir faydası yoktur.
-Kur’an’da kabir azabına dair bir delil bulunmamaktadır.
-Şefaati Allah’tan rol çalma olarak nitelerler.
-Miracın olmadığını iddia ederler.
-Peygamberin masumiyetini sadece vahyin korunmuşluğu ve risaletle sınırlarlar.
-‘Dini Kur’an’dan öğrenmek, Rasulullah’tan örneklemek’ anlayışını benimseyerek, İslamî davetin sadece Kur’an’a olması gerektiğini ileri sürerler.
-Dinin kaynağı sadece Kur’an iken sonraları binlere çıkarılmıştır.
-Özkan: Peygamberin tek mucizesi Kur’an’dı.
-Özkan ve İktibas: Tasavvufu İslamî bir oluşum değil, ayrı bir din olarak görürler. Tasavvuf hak kılığına bürünmüş, Allah’ın kullarını kolaylıkla kandıran bir bâtıldır.
-İslami devlet anlayışını benimseyen İktibas, demokrasiyi heva ve hevese uyma rejimi olarak görür, demokratik kuralları İslam’a ters görür.

Raporda, dini oluşumlarda görülen bazı aşırı özellikler anlatılırken, ‘Dini Esaslara Keyfî Yorum’ başlığı altındaki “Dini hayattan çıkarma veya pratik deizm hali” paragrafında deizm “taammüden inancın gereğini yapmama hali” olarak tanımlanmaktadır. İşte E. Özkan’ın İslamî hayatı bütünüyle bu tanımda kendisini bulan mefluç bir ‘dindarlık’ anlayışıyla mücadele ile geçti. O bunu -kınayıcıların kınamasından korkmadan- şirk olarak adlandırıyor, İslam’a uymadığını düşündüğü her şeye itiraz ediyor ve bunların Kur’an’da ya da sünnetteki asıl doğrusunu göstermeye çalışıyordu. İktibas Dergisi bu misyonu aynen sürdürme azmindedir. Özkan, sadece deizmin değil, bütün ideolojilerin en tavizsiz hasmı idi. Onun insan hakları ve özgürlük gibi kavramlara yaklaşımındaki ufuk, Diyanet’in semtine bile uğramamaktadır. Özkan’ın, heva ve hevese uyma rejimi olarak adlandırdığı demokrasiye olan hasımlığı da buradan geliyordu. Ercümend Özkan mesela Dinamit programlarında laiklikle ve demokrasiyle ilgili bu oldukça net, kesin ve tavizsiz kanaatlerini açıklarken, gerek Diyanet raporunda ‘Kur’an İslamı’ kategorisinde Özkan’la harmanlanan bazı isimler, gerekse bugün Türkiye’yi yöneten en elit kadro o programlarda E. Özkan’ın önünü kesiyorlar, onun görüşlerinden farklı olduklarını söyleme gereği duyuyorlardı. O gün ve daha sonrasında hiçbir zaman laiklik-demokrasi ve İslam ilişkisinde E. Özkan gibi düşünmemiş yani laiklik-demokrasi ve İslam’ın birbirine tabandan ve tavandan hasım olduğu düşüncesine hiç katılmamış olanlar, işte bugün Diyanet’in de dahil olduğu sistemin işleticisidirler. Diyanet andıcını hazırlayanlar zımnen, bugünkü bu sistemi işletenlerin İslam’ını doğru, E. Özkan’ın İslam anlayışını eğri göstermeye çalışmaktadırlar, beyhude yere.

Ercümend Özkan’a dair değerlendirmenin neticesinde ‘hülasa’ babından yazılan son paragrafta, “Her ne kadar yaşadığı yıllarda Türkiye şartlarında İslamî bir bilinç ve uyanış gerçekleştirme çabası, kimilerince takdir edilse de…” cümlesiyle, Özkan’ın takdirine ramak kalmış(!); cümlenin “…sünnet ve hadise karşı olan tavrı çoğunluğun görüşünden ayrılmasına sebep olmuştur. Bu anlayış bir takım rivayetleri ve görüşleri ön plana çıkararak bütün tarihi birikimin ve rivayet mirasının bu şekilde olduğu varsayımına yol açmaktadır.” şeklindeki kalan kısmıyla, hiçbir ilmî vasfı olmayan, oldukça genellemeci ve yazan kişinin kendisinin de inanmadığını gösteren pespaye bir değerlendirme yapılmıştır. Raporu hazırlayanlar böylece bir kere daha ‘çoğunluk’ dinine sığınmış, halkın rızasını hakkın rızasına yeğlemiş görünmektedir.

Dini menfaatlerine alet etme alt başlığı altında, bazı grupların yaptığının mescid-i dırara benzetilmesi doğru ama eksiktir. Eksiktir zira, mescid-i dırar denince Diyanet’in de aynaya bakması elzemdir. Dini menfaatlerine alet etmek babında Diyanetle Ercümend Özkan yan yana konulunca acaba okka altına hangisi gider?

DEĞERLENDİRME

Birbirine taban tabana zıt dini akımları ve teşekkülleri aynı başlık altında analiz etmek ne kadar tutarlıdır? Üstelik bu kadar kapsamlı grup-cemaat ve yapının detaylı şekilde analiz edilemeyeceği de açıktır. Ercümend Özkan ve İktibas Dergisi kendisini hiçbir zaman eleştiriden muaf görmedi. Bilakis Özkan şu cümleyi adeta dilinde pelesenk etmişti: “Yanlışlarımızdan dolayı bizi uyarmazsanız sizde hayır yoktur, uyarılarınızı dinlemezsek bizde hayır yoktur!” (Söz Hz. Ömer’e atfedilir)

Lakin Özkan’ın ortaya koyduğu din anlayışı, din-siyaset ilişkisi ve dinin kaynağı gibi alanlardaki görüş, analiz, kanaat ve yargılarındaki tutarlılık, doğruluk, sadelik ve netlik hala ortadadır. Özkan da Allah’ın kullarından bir kul olarak, doğru bildiklerini tebliğ etti, tebliğiyle uyumlu bir hayat sürdü ve görüşlerinin arkasında durdu. Ağzından çıkanların bedelini de ödedi.

Ercümend Özkan sünnetin düşmanı değil, dostuydu. Onun hayatı, Peygambersiz bir dinin asla olamayacağını anlatmakla geçmiştir. Sadece, sünnet adı altında yığınlarca İsrailiyyat ve mesihiyyatın Allah’ın kullarına servis edilmesine avazı çıktığı kadar itiraz ediyor, Müslümanın şahsiyet sahibi olmasını biraz da bununla ilişkilendiriyordu. Özkan’ı türlü ithamlarla mağlup etmek isteyenler ise, önünüze ne sürülürse yiyin efendiler havasındadırlar. Kur’an’a iman eden bir mümin ki, Rasulsüz bir Kur’an ve Rasulsüz bir din asla olamaz. E. Özkan ve İktibas’ın Kur’an İslamı ile ona kısmi benzerlikler içeren ‘proje İslam’ları birbirine karıştırmak entelektüel bir körlüktür.

Siyasi basireti, nebevî tebliğ anlayışı, İslamî kavramlara olan titizliği, Allah’a, Rasulüne ve Allah ve Rasulüne dost olanlara karşı duyduğu velayet bağı, İslam nazarında her şeyin doğruluk/sahihlik ölçüsünün Kur’an ve sünnet olduğu gibi temel ilkeleri ile Özkan, bu çağa hitap eden, çıkış umudu doğuran bir Müslüman mütefekkir ve hareket adamı idi. Diyanet raporunda İktibas dergisinin okuyucusunun az olduğundan dem vurulmaktadır. Ercümend Bey, içini güve yemiş bir kamyon dolusu buğdayw örneğini veriyordu. Bir kamyon dolusu buğday ama içi yenik, toplasan bir avuç bile etmiyor. Birkaç yüz (ya da bin) kişi değil de, dünyada yüzbinler ve yüz milyonlarca müntesibi bulunan ‘İslami’ teşkilatlar var ama hiçbir özgül ağırlıkları bulunmamaktadır. Güvenin yediği buğday temsili sanki bu hali anlatmaktadır. Güve yeniği buğdaylar yeniden dirilip, ekicinin göz aydınlığı başaklar olamazlar.

İKTİBAS

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *