‘Doğu Akdeniz meselesinin önemi anlaşılmalı’

‘Doğu Akdeniz meselesinin önemi anlaşılmalı’

Türkiye son yıllardaki grand stratejisini Doğu Akdeniz üzerine kurdu. Yani Türkiye, önümüzdeki 40-50 yılın grand stratejik istikametini Doğu Akdeniz’e doğru çevirdi.

Türkiye’nin yeni grand stratejisinin üç unsuru: Kıbrıs, Meis ve S-400

Ahmet Sefa Özkaya / AA

Türkiye son yıllardaki grand stratejisini Doğu Akdeniz üzerine kurdu. Yani Türkiye, önümüzdeki 40-50 yılın grand stratejik istikametini Doğu Akdeniz’e doğru çevirdi. Bunun altında yatan en temel sebeplerin başında ise malum olduğu üzere, enerji kaynakları geliyor. Bu kaynakların büyük bir kısmı ise Kıbrıs ve Meis adalarının civarında, deniz tabanının altında bulunuyor. Yaklaşık 3 trilyon dolar değerinde olduğu tahmin edilen petrol, doğalgaz ve hidrokarbon yatakları, şu anda dünyanın odaklandığı üç büyük merkezden biri konumunda. Geleceğin siyasi ve grand stratejik kararlarının odaklanacağı üç çok büyük merkez ise şunlar: Güney Çin denizi, Arktik, Doğu Akdeniz.

Orta Doğu’daki kaotik durumun çıktısı, Doğu Akdeniz hâkimiyetinde ne kadar önemli bir fayda sağlayacağı oranında önemli olacak. Eğer Orta Doğu’da verilen mücadele Doğu Akdeniz’de işe yaramıyorsa, verilen emeklerin ve kayıpların, hiç değilse bir kısmı boşuna sarf edilmiş olacak.

Peki, Doğu Akdeniz Türkiye’nin nesi olur? 2019 tarihi itibariyle Doğu Akdeniz Türkiye’nin stratejik değil, grand stratejik hedefi olmuştur. Türkiye gündeminin bir numaralı konusu Doğu Akdeniz olmalı, Türkiye Doğu Akdeniz’le yatıp Doğu Akdeniz’le kalkmalıdır. Neden mi? Devletler varlıklarını idame ettirecek şeyler neyse, öncelikli hedeflerini bu varlıklar üzerine kurgularlar. Bunların en başında gelen unsurlardan biri de iktisattır. Bu anlamda, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları ve uluslararası hukukun kendisine vermiş olduğu ekonomik haklar, Türkiye’nin öncelikli gündemi olmalıdır. Daha önce müteaddit defalar bu hususa dikkat çekmemizin sebebi, bundan 30-40 yıl sonra çok daha iyi anlaşılacaktır.

Coğrafya ve hidrografyanın karakteristiğine bakarsak, Türkiye’nin KKTC ile birlikte alması gereken bazı önlemler vardır. Bunların en başında gelen iki unsur, Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilanı ve Kıbrıs’a üs kurulmasıdır. Kuşatma başlamadan tedbir alan, karşı tarafın muhtemel taarruzuna karşı erken önleme yapabilir. Karşı tarafın muhtemel taarruzu MEB üzerinden olacaktır. Muhtemelen 5 sene sonra, 2024 yılında konuşacağımız konu, tarafların MEB konusunda ne kadar erkenden adım atıp atamadıkları, atamayanların neden daha geç harekete geçtiklerini sorgulamak olacaktır. MEB ilanı siyasî bir karar olarak grand stratejik seviyede elimizin güçlenmesini sağlayacaktır.

Siyasî seviyedeki kazanım Türkiye’nin grand stratejisine nasıl yansıyacak?

Daha önce Türkiye’nin Kıbrıs’ta en az bir üs inşa etmesi gerektiğini söylemiştik. Bu üssün hem iç hem de dış paydaşlara, hem de muhtemel rakiplere karşı pek çok avantaj sağlayacağı açıktır. Kıbrıs’a kurulacak olan müşterek deniz-hava üssünde bir de yedek hava meydanı olması fonksiyonel açıdan İHA-SİHA ve sabit kanat hava araçlarının “scramble” kalkışı açısından avantaj sağlayabilir. Fakat muhtemel topçu roket menzili içinde olacağından, bu meydanın ana değil, yedek meydan olarak kurulması daha münasip gibi duruyor.

Türkiye’nin Kıbrıs ve Doğu Akdeniz özelinde caydırıcılık teşkil edecek askerî tedbirlerin yanında, başka önemli hamleler daha yapabileceğini görüyoruz. En azından karşı taraf böyle hissediyor. Yunan Savunma Bakanı Evangelos Apostolakis Türkiye’nin durumuyla ilgili sorulara özetle şöyle cevap veriyor: “Bizim için Meis çok önemli. Eğer Türkler Meis’te sondaj yapacak olurlarsa durum hiç de iyi olmaz […] Birebir askerî işbirliği anlaşması yaptığımız İsrail ve Mısır gibi ülkelerin destekleri fiilî değil; pek güven vermiyor. Destek olacaklarsa şimdi olsunlar, gidişat iyi değil […] Artık bütün Yunanistan S-400 şemsiyesi altına giriyor.”

Dünya ve kendi kamuoyuna karşı bu açıklamaları yapan Apostolakis, Türk kamuoyuna ise (aslında ellerinde çok da fazla koz olmadığı için) hukuk yoluna davet eden şu mesajı gönderiyor: “Ege’nin karşı kıyısına bir mesaj gönderiyorum. Çatışma yolu da var, iş birliği yolu da. Türkiye ile ilişkilerimizde kırmızı çizgimiz, uluslararası hukuka saygıdır”. Bu arada Apostolakis’in 2015-2019 yılları arasında defalarca Türkiye’nin egemenlik hakları olan karasularını ve hava sahasını ihlal ettiğini ve ettirdiğini, adaların silahlandırılması uluslararası hukuka aykırı olduğu halde yıllardır silahlandırdığını, Ege’deki statüsüz bazı adaları hakkı olmadığı halde işgal ettiğini hatırlatalım. Çünkü Apostolakis, “uluslararası hukuk” adı verilen müessesenin zayıf olunduğu zaman zikredilen, kuvvetli olunduğunda ise ağza pek alınmayan bir müessese olduğunu eski bir asker ve genelkurmay başkanı olarak iyi biliyor. Şu anda da zikrettiğine göre, kendilerini nasıl bir pozisyonda gördüklerini anlayabiliriz.

Şimdi analizi toparlayalım ve konuyu S-400’lere bağlayalım; sarih bir izah getirmeye çalışalım ve maddeler halinde sıralayalım:

Türkiye’nin grand stratejisi Doğu Akdeniz’e dönmüştür. Sıklet merkezimiz Kıbrıs ve Meis adalarıdır.

Bu grand stratejiyi kurgulayan milli güç unsurlarımızın Silahlı Kuvvetler tarafı, bu konuda en ufak bir taviz vermemekte kararlıdır.

Fatih ve Yavuz sondaj gemilerimiz, Deniz Kuvvetleri bağlısı platformlar eşliğinde Doğu Akdeniz’de tabii kaynak arama çalışmalarını fiilî olarak yürütmektedir.

Uluslararası hukuktan doğan haklarımız karşısında oluşması muhtemel bir ittifakın, son ana kadar sadece gövde gösterisi yapacağı, iş çatışma şartlarına gelince iç kamuoylarına karşı “yeni bir savaş” ve “kendilerine ait olmayan yeni bir savaş” meselesini anlatamayacakları için, kâğıt üzerinde bir ittifak olarak kalması mukadderdir. Çünkü Türkiye için bu mesele bir izzet-i nefis ve nefsi müdafaa meselesidir.

Bunlara rağmen, Türkiye’ye karşı savaş ilanı olmasa bile, bir oldubittiye getirme ve azla yetinme harekâtına girişilecek olursa, Türkiye de alternatif tedbirler geliştirmiş ve Rusya’dan S-400 hava savunma sistemleri almıştır ve kurulumu da yakın bir zamanda yapılacaktır.

S-400’ün Dost-Düşman Tanımlama (IFF) radarının “düşman” olarak tanımladığı ve radar kilidi atabildiği hava unsurları ABD, İsrail, Mısır, Yunanistan, Fransa, GKRY ve diğerleridir.

Yunan Savunma Bakanı Apostolakis ABD’nin Doğu Akdeniz’de kendileri için Türkiye ile aralarını bozamayacağını kendi ağzıyla açıklamış, ayrıca kendilerinin de S-400 benzeri bir hava savunma sistemine sahip olmaları gerektiğini belirtmiş, fakat ekonomik durumlarının böyle bir sistemi satın almaya müsait olmadığını da ifade etmiştir.

Türkiye Doğu Akdeniz’de kararlılığından vazgeçmeyecektir.

Türkiye MEB de ilan ettiğinde uluslararası hukuk açısından eli daha da güçlenecektir.

Türkiye Kıbrıs’a müşterek deniz-hava üssünü açtığında, Rum tarafının “masaya oturma” teklifiyle karşılaşabilecek kadar eli güçlenecektir.

Doğu Akdeniz’de bir tabii kaynak tespit edilip de sondaj işlemlerine başlanırsa, çıkarılan tabii kaynağın Mısır veya İsrail’e götürülmesi için bir boru hattı inşası ve orada depolanıp işlem görmesinin ardından geri dönüşü için ayrıca bir boru hattı inşasının ne kadar pahalı bir yöntem olduğu kamuoyu tarafından anlaşılacaktır. Bu durumda, tabii kaynağın Avrupa’ya nakli için Türkiye’nin en uygun konumlardan birine sahip olduğu gerçeği artık daha fazla gizlenemeyecektir.

Bu gerçek, ABD genelkurmay karargâhındaki bazı haritaların değiştirilmesiyle de kendini göstermiştir. Türkiye’yi yok sayıp oldubittiye getirmek yerine, Türkiye ile işbirliği yaparak diğer tarafları da Türkiye’nin varlığına ve bir nevi ev sahipliğine ikna etmek yoluna gidilebilir. Türkiye’nin de bu güzergâhta takip ettiği hedefi bu olacaktır.

Türkiye sahip olduğu siyasî kararlılığının, askerî grand stratejisinin, jeopolitiğinin, askerî gücünün ve bu gücü savaş-barış zamanlarında en uygun şekilde kullanabilecek nitelikli personelinin sayesinde, Doğu Akdeniz’deki varlığını sürdürebilecektir.

Son tahlilde, yukarıda sayılanlarla birlikte, Türkiye’nin bu işten en kârlı çıkan ülkelerin başında olmasını sağlayacak şey millî birlik ve bütünlüktür. Hangi siyasî görüşten olursa olsun, 81 milyonun tamamının Doğu Akdeniz meselesinin önemini anlaması, bu meseleye şahsî ve millî düzeylerde sahip çıkması gerekmektedir. Aksi takdirde, yukarıdaki maddelerin tamamı gerçekleşse bile, olumlu bir sonuca ulaşmak güçleşecektir.

[A. Sefa Özkaya harp tarihi, askerî strateji ve İstanbul uzmanıdır]

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *