İnsanlar git gide kimliksizleştiriliyor, kendini tanıyamaz hale geliyor, getiriliyor, kendini tanıyamadığı için de başkasına kayıtsız kalıyor, onu da tanıyamaz hale geliyor.
Modern Toplumlarda Şeffaflık ve Teşhircilik
Ahmet Ferhat Öksüz
Modern toplumlar geçmişte bilinen ve yaşanan bir çok kavramın alt üst edildiği, yozlaştırıldığı, yoklaştırıldığı ve hatta yasaklaştırıldığı patolojik ve ağır kronik hastalıklı toplumlardır. Bu tip toplumlarda güven, sağduyu ve bilimum öz değerler toplamı ya çok eksiktir ya yoktur veyahut da yok hükmündedir yani gösterge olarak vardır, folkloriktir. Bunun sonucunda da “toplum” denen şey de sadece isim olarak vardır; bir “beden/sayı/nicelik” toplumudur, “zihin/gönül/nitelik” değil. Dahası dizayn edilmeye, kontrol, suistimal ve sömürülmeye açık/hazır durumdadır.
Bugün bu ortamda siyasetten tutun da ekonomiye, eğitime kadar bir çok alanda kol gezen bir kavram var; şeffaflık! Peki nedir bu şeffaflık? Kelime kökenine indiğimizde şeffaflık; kararların, kurallar ve düzenlemeler doğrultusunda alınması ve uygulanması, alınan kararlardan etkileneceklerin bilgiye erişiminin sağlanması ve bu bilginin de ulaşılabilir, anlaşılır ve somut olması prensibidir. Yani her şeyin açık/seçik olması, gizli/saklılığın ortadan kaldırılmasıdır kısacası. Şeffaflık kavramıyla sürekli vurgulanan bir kavram daha var; o da “güven.” Dünyada üzerinde sıkça durulan yeni kanı/düşünce hatta dogma şeffaflığın bir güven ortamı oluşturduğu yönünde. Oysa enformasyonun/haberleşmenin üst düzey ve akıcı olduğu şu anki toplumlarda şeffaflık bir “kontrol mekanizması” hâline getirilebilir ki getirilmiştir.
Toplu bir iletişimin ve ağın olduğu dünyada artık herkes neredeyse tektipleşiyor, birörnekleşiyor ve neredeyse tek bir noktadan yönlendirilen robotlar haline getiriliyor. Bu global örgütlenme ile insanlar farklı düşünmekten, olaylara ve durumlara farklı bir bakış açısı getirmekten/çizmekten uzaklaştırılıyor hatta men ediliyor. Daha fazla haberleşme/enformasyon ve daha fazla şeffaflık, daha fazla özgürlük getirmekten ziyade daha fazla kontrolize ve daha fazla baskı getiriyor. Toplumlar birer teşhir yuvasına dönüştürülüyor. Bu teşhir ise çok sinsi bir şekilde yapılıyor. İnsanlar sosyal(!) ortamlarda/dünyalarda bu tuzağa daha çok düşüyor/düşürülüyorlar. Sosyal(!) medya alanları hakikatten, realiteden ve öz’den yoksun birer sanal çöplük durumundadır. Ve herkes maalesef bu çöplüğün içinde hakikat, realite ve öz arama gayreti içinde büyük bir boşluğa düşmüştür. Oysa şeffaflık, hakikate ve öz’e yaşam alanı sunmaz. Sosyal medya alanları her an bir enformasyon/haberleşme akışı içerisindedir. Bilinir ki, aşırı enformasyon içinde hakikati bulamazsınız. Aşırı enformasyon bir çöplüktür ki çöplükte hakikat aranmaz. Ayrıca enformasyon semantik açıdan da yoksundur. Anlam ve hakikatten yoksun olan toplumların varlıkları da meçhuldür. Bu toplumlar şekil itibariyle var oldukları halde öz olarak yok hükmündedirler. Çünkü bu toplumlar genel enformasyon ağıyla tek noktadan idare edilmek suretiyle aynılaştırılmış, tekleştirilmiş, birörnekleştirilmiştir. E haliyle Michel Facoult’un da deyimiyle “bir yerde herkes aynı ise orada kimse yoktur.” Şeffaflaştırılmış toplum kısacası yok edilmeye, iğdiş edilmeye ve sömürülmeye açık hale getirilmiş bir toplumdur. Hem de “daha fazla özgürlük” sloganıyla! Byung-Chul Han’ın o sarsıcı ifadesiyle “şeffaflık toplumu aynının cehennemidir.”
Şeffaflık farklı seslere, düşüncelere ve yapılara kesinkes izin vermez, müsade etmez, müsamaha göstermez. Ve bunu sistem adına, sistem için yapar. Toplumlar günümüzde sistemik olarak şeffaflığa zorlanmaktadır. Bütün toplumsal süreçlere hakim olan ve onları gerektiği ve istediği an değiştirme ve lağvetme gücüne sahiptir. Şeffaflık, ötekiye yaşam şansı vermez, onu yok sayar ve zamanla yok da eder. Ve bunu sistemin hayatiyeti adına yapar, bir de meşrulaştırır. Toplumları bu totaliter yolla bir kukla haline getirir ve istediği gibi kullanır. Bunu yaparken de kullandığı kavramlar gayet masum ve çekicidir, albenisi yüksektir. Hülasa şeffaflık aslında tüm dünya üzerinde hakim olan bir ideolojidir, mutlaklaştırılmıştır. Ve mutlakiyeti büyük bir şiddetin de tetikçisidir. Toplumsal bir şiddet kullanımı vardır.
Şeffaflık, özgürlük kavramını ziyadesiyle sömürür. “Sınırsız özgürlük” ve “topyekûn iletişim” gibi sloganlarla global anlamda bir gözetim ve kontrol alanı bulur. İnsanlar, bedenlerini sosyal ağlarda teşhir ettikçe bu tuzağa daha çok düşer hale gelir. İçsel ilgi ve ihtiyaçlarına bu yolla cevap arayan insanlar kendilerini bir anlamda bu tuzağa yem ederler. Kısacası bu da “daha fazla özgürlük”, “daha fazla enformasyon” beklentisinde olan birey ve toplumları aslında “daha fazla esarete ve baskıya” iter.
İçsel varoluşunu gerçekleştirememiş toplumlarda sürekli bir varoluşsal, özsel, ussal sorun yaşanır. Bu da insanları büyük bir bunalıma sürükler. Bu noktadan hareketle de var olabilmeyi kendini sergilemede bulan/bulmaya çalışan toplumlarda sosyal medya bir vitrin/pazar haline gelir. Bu da toplumun giderek kendini metâlaştırması demektir ki bu toplum ancak “görülmeyi, beğenilmeyi ve onaylanmayı” salt/reel değer olarak görür. Artık bu toplum için içsel bir varoluşun hiçbir semantik değeri yoktur. Bu toplum sadece ve sadece “gösterge/görünür” olan/alan ile ilgilenir. Bütün varlığını -ki eğer var ise- “ilgi görme” üzerine kurar. Ki günümüzde sosyal medya alanları da birer sergi alanı, birer vitrindir. Global bir teşhir kaynağı ve alanıdır, globallik gözetiminde kişisel bir metâ marketidir; beğenilip ilgi görmeye hatta alınıp satılmaya mahsustur, global bir zorakilik, mecburiyet içermektedir.
Bu alan içerisinde herkes kendi reklamını kendi yapar. Kendini ne kadar serer, ifşa eder, üryan ederse o kadar değer/ilgi görür. Bunun sonucunda da insanlar basit bir metâ hâline gelir ki kapitalist düzen bunu istemektedir ve insanları bir nevi buna mecbur etmektedir. Müstehcenlik sıradanlaşır ve meşru hale gelir, getirilir. İnsanlar kendi bedenlerini sömürmeye/sömürülmeye açık hale getirir. Hatta daha fazla ilgi/beğenilme adına bedenini bile değiştirir. İçsel estetiğini gerçekleştiremeyen birey dışsal olarak kendini değiştirmeye zorlar, zorlanır. Bu sebeple de her şeyini şeffaflığa yani teşhire, müstehcenliğe kısacası metâlaşmaya feda eder, yozlaşmaya ve bunun akabinde de yok olmaya yüz tutar. Bütün bunların hepsi sosyal medyada basit bir ilgi/beğeni içindir.
Modern toplumlar mahremiyet algısının büyük oranda yara aldığı hatta mahremiyetin bir gereksizlik olduğu, asıl duyguların/içsel hazların bu mahremiyetsizlikte/sınırsızlıkta olduğu düşüncesinin hüküm sürdüğü toplumlardır. Oysa mahremiyetsizlik, mesafesizliktir. Ve mesafesizlik kamusal alanda bir şeffaflığa yol açar ve hiçbir derinliği/gizemi/semantiği kalmaz. Mahremiyetsiz/mesafesiz olanın derûnî manada hiçbir ağırlığı kalmaz. O, artık şeyleştirilmiş ve sergilenmeye müsait hale getirilmiştir; alabildiğine pornografiktir. İçsel görünümünü dışarıya ulu orta neşretmiş bir insanın/toplumun hiçbir gizemi kalmaz. Oysa bir insan yahut toplumun büyüklüğü/ağırlığı/gizemi/ruhsallığı/ussallığı kendini derûnî manada açığa vurmamasıyla/sakınmasıyla mümkündür. İnsan/toplum kendi bedenine ve içsel yoğunluğuna kendisi karar veremez hale getirilir, dışarıdan müdahalelere maruz bırakılır modern toplumlarda. Bu da onların kıymeti harbiyesine/biricikliğine/eşsizliğine/gizemine büyük bir darbe vurur ve onları şeyleştirilmiş, içi boş bir metâ/nesne haline getirir. Kısacası onlar artık varoluşsal olarak hükümsüz hale gelirler, bir nevi yok hükmündedirler artık. Çünkü müstehcen bir hale evrilmişlerdir. J. P. Sartre’ye göre de “beden salt etin olgusallığına indirgendiğinde müstehcenleşir.” Yani beden sadece dışsal/sayı/nicelik olarak temsil/teşhir edilir hale gelir, getirilir. Bu hale gelmiş bir insan/toplum nitelik olarak hükümsüzlüğe mahkumdur. Bu hale evrilmiş bir beden amaçsızdır; savrulmaya, şeyleştirilmeye, pornografiye müsaittir. Herhangi bir özgül ağırlığı yoktur. İnsan/toplum bu yönüyle de artık şeffaftır, şeffaflaştırılmıştır. Mahremiyetten, güzelden, semantikten tümüyle arınmıştır, yoksundur ve artık içsel/varoluşsal manada yoktur, yoklaştırılmıştır.
Modern toplumlar alabildiğine narsist toplumlardır. Bu çağ/insan-toplum modeli kendini beğenmişliğin hatta kendini beğenmişliğin de üstünde kendine tapmanın nirvanasına ulaşmıştır. Hatta o dereceye gelmiştir ki bir süre sonra kendini bile beğenemez hale gelmektedir. Mahremiyetini kaybetmiş toplumlar da bu yönleriyle ziyadesiyle narsist toplumlardır. Mahremiyetini kaybetmiş toplumlar daha evvel de belirttiğimiz gibi mesafesiz toplumlardır. Narsist toplumlar da kendiyle mesafesiz toplumlardır. Kendinden başka kimseyi görmezler, başkalarında bile! Sennett’in ifadesiyle “narsist, tecrübe peşinde değildir, bir şeyi yaşamak ister, karşısına çıkan her şeyde kendisini yaşamak…” İşte bu yüzden “öteki”ne karşı tahammülsüzdür, görmek bile istemez. Bu nedenle toplumsal bir birlikteliğe karşı sürekli olumsuz/isteksiz davranırlar, birliğe giden her yolu kapatırlar. Bu nedenle de modern toplumlar sürekli daha da narsist bir karaktere büründüren toplumlar oluyorlar. İşte tüm bu sebeplerden ötürü bu toplumlar bir “kendilik” ortaya çıkaramıyorlar, çünkü belli bir ussal/düşünsel/varoluşsal sınırları olmuyor. Ve de aslında yaşadığımız tüm şiddetin temelinde bu tahammülsüzlük/ötekileştirme/kendisizlik/narsistlik yatıyor. Toplumsal tüm yapıları derinden etkileyen, alt üst eden modern kavramlar esasen dünyaya mutluluk yerine büyük bir huzursuzluk/umutsuzluk/iletişimsizlik ve bunun sonucunda da şiddet getiriyor. Ve dünya ne yazık ki giderek daha da vahşi bir ortama evriliyor. Her şey ulu orta dökülüyor/ifşa ediliyor. Ahlâkî yapılar yara alıyor, ahlaksızlık meşru hale getiriliyor ve dahi insanlara bir ideoloji olarak sunuluyor. Dinsel/zihinsel/geleneksel tüm yapılar herhangi bir kritiğe tabi tutulmadan yakılıyor, yıkılıyor, yok ediliyor. Yerine ise sürekli ve amansız bir kaygı/vahşet ve umutsuzluk peyda ediliyor. Bu nedenle dünya yaşanılmaz bir hal alıyor. Ölüm bile heybetini yitiriyor, her şey gibi sadece nicelik/sayı/istatistik olarak meşrulaştırılıyor, sıradanlaştırılıyor. Tüm bunun sonucunda da sıradanlık, tahammülsüzlük, narsistlik, ahlaksızlık, müstehcenlik, sınırsızlık, vs. şeffaflık toplumun bir kimliği hâline geliyor ve insanlara “yeni bir kimlik” olarak sunuluyor. Yani insanlar git gide kimliksizleştiriliyor, kendini tanıyamaz hale geliyor, getiriliyor, kendini tanıyamadığı için de başkasına kayıtsız kalıyor, onu da tanıyamaz hale geliyor. Ve dünya “tanınmaz” hale geliyor, getiriliyor. Yeni tanımız, tanımsızlık oluyor, “tanımlanamıyor!”
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *