İnsan olarak Rabbimize karşı sorumluluğumuzu yerine getirmekle kendimizi Allah’ın azabından korumuş, aynı zamanda merhametine teslim olmuşuz demektir.
Ahidlerin Bozulması
İlyas Yorulmaz
İnsanlar toplu olarak bir arada yaşadıkları sürece, toplumun her ferdinin, toplumca kabul görmüş, birlikte yaşamanın kural ve kaidelerine uyma zorunluluğu vardır. Bir arada yaşamanın olmazsa olmazı ve vazgeçilmez şartlarından biridir. İlkel kabile toplumlarında bile, sözlü gelenekler belirleyici ve geçerli olmuşken, gelişmiş toplumlarda, beraber yaşamanın kanunları, sözlü olarak ve yaşanarak gelen örfî kuralları, o toplumun yetki verdiği organları tarafından göz önüne alınarak düzenlenmiştir. Daha sonra yasalar haline getirilmiş, o toplumun uyulması gerekli hükümleri sonra o topluma, yayın organları vasıtasıyla duyurularak, toplumun fertlerinin bilgilendirilmesi ile zorunlu olarak uyulması istenir, uymayanlar cezalandırılır. Her fert, içinde yaşadığı toplumla, konulan kurallara uymaları için vatandaşlık sözleşmesi yapar. Sözleşmeler toplumlara göre ya sözlü, ya da yazılı olur. Buna biz ahitleşme de (bey’atlaşma, misak) diyebiliriz. Antlaşmalarına uymayan veya kendi başına yeni kural koyanlara engelleyici kurallar konur ve yaptırım uygulanır. Bu uygulama vatandaşlıktan çıkarmaya, hatta ölüm cezasına kadar gidebilir. Beşeri sistemlerde ölüm cezası uygulandığında birey için her şey biter, ama ilahi sistemde ölümden sonra yeniden diriltilip, dünyada yaptıklarının hesabını vermesinden sonraki yaşayacağı ölümsüz hayat, Rabbinin vereceği hükümle, ya ebedi azap, ya da ebedi mutluluk yurdu olarak belirlenir.
Yüce Rabbimiz yaşadığımız arzda insanı yaratıp, kendisini tanıması için programladıktan sonra “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” diye sorduğunda “Evet” cevabı alınması sonrasında, Yaratıcı Allah (c.c.) ile insan arasında sağlam bir ahitleşme (misak) yapılmıştır ki, kıyamet gününde “Bizim bundan haberimiz yoktu demeyesiniz.” (Araf suresi 172) diye kendi nefsimize şahit tutulmak suretiyle insanın mazeret yollarını kapatmış olmaktadır. Yaşadığımız bu dünyada insanların kendilerine manevi olarak yardımcı olacak bir takım güçler aramaları ve tespit ettikleri maddi manevi güçlere kulluk etmeleri, yaratıcıyı doğru tespit etsin veya etmesin, yaratılışta insanın yaratıcısını bulmak için insanın genlerinin programlandırıldığını doğrulamaktadır. Henüz İbrahim (a.s.)’a peygamberlik verilmeden önceki, yıldızı, ayı ve güneşi gördüğünde “İşte benim Rabbim” demesi, sonra kaybolduklarında “Ben kaybolanları sevmem” diyerek vazgeçip doğru ve gerçek Rabbini araması Enam suresi 76, 77, 78’inci ayetlerinde anlatılmaktadır. O halde insan, eğer kötü niyetli birileri (şeytanlar) tarafından yönlendirilmemiş ise doğruyu bulma ihtimali elbette daha yüksektir.
Yaratıcımız, insanın yaratılışı ile beraber insanın kodlarına yerleştirilmiş zayıf, hırslı, şehvetli, mala düşkün, inkârcı, azgın, dünyayı seven (3/14) özelliğini ve özellikle aldatıcı güç şeytanın, insandaki bu zafiyetleri kullanarak aldatıp, doğru yola girmelerini engelleyeceği için, insanların arasından seçilmiş elçiler aracılığıyla, Rablerinin yazılı metinler halinde belirlediği sorumluluklarını öğretmiştir. İtaat edip yanlışlardan sakınanlara, hesap gününde yaptıklarının karşılığını alacaklarına dair sağlam bir ahit (misak) alınmış, aksi durumda antlaşmanın aksini yaparsa ebedi kalacakları azap yurduna gireceklerini bildirmiştir “Size ne oluyor da Allah’a inanmıyorsunuz, Resul sizi daha önce inanmanız için ahitleştiğiniz Rabbinize çağırıyor.” (Hadid suresi 8) ayrıca kitabımızın Ali İmran suresi 187’inci ayetinde Kur’an öncesi yaşamış ve onların arasından seçtiği elçileri aracılığıyla ahit alınmış, ama elçiler aralarından ayrıldıktan sonra “Allah, ehli kitaptan, doğruları gizlemeyip insanlara açıkça anlatmaları için söz almıştı, fakat onlar bu sözleşmeyi çok ucuza satarak arkalarına attılar. Satın aldıkları şey ne kadar kötü.” (Aliimran 187) sözleşmelerini dünya menfaati karşılığında satıp uymadıklarını bildiriyor. Rabbimizle aramızda yaptığımız sözleşmeler bizim için mutlak uyulması gerekli olan şartlar olduğu, Kur’an’a inandım diyen her ferdi bağlar. Ne yazık ki daha önce kitap ehlinin yapmış olduğu, kendilerinin uyması ve korumaları gerekli kitabı tahrif ettikten sonra, kendi elleriyle yazdıkları tahrif olmuş kitabın hükümlerine dahi uymamaları, onlardan sonra gelen biz inanan müslüman toplulukları için kötü örneklerdir. Bunlardan sonra başlarına gelen musibetler ve belalar akıllarını başlarına getirmemiş, Allah’ın hükümranlık hakkını İsa’ya, Meryem’e, Cibril’e ve din adamlarına vererek, sürekli Allah adına yalan söylemişler ve Allah’ın dinini bozup tahrif etmişlerdir. Rabbimizin bildirdiği bu kadar kötü örnekler varken, aynı hataları devam ettiren günümüzde böyle insanların var olmasının cevabı, Allah’ın kitabından ve kitabın öğretilerinden uzak olmalarının sonucudur.
Yüce Yaratıcının insanlardan bunca nimetlerine karşılık isteği, güç yetirilemez ağır ve sıkıntılı uygulama değil, bilakis çok basit ve yapılması kolay şeyler. Ayetin muhatapları her ne kadar İsrail oğulları olsa da, onlara emredilen bütün insanlara emredilen hükümlerdir. “Biz İsrail oğullarından, Allah’dan başkalarına kulluk yapmamaları, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere ve yoksullara iyilik yapmaları, insanlara güzel söz söylemeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri için söz almıştık. (Ey İsrailoğulları) Daha sonra bu anlaşmalardan yüz çevirerek pek azınız hariç, döndünüz.” (Bakara suresi 83) Yahudi ve Hıristiyanların kitapta anlatılan cüretkâr davranışları, olumsuz ve yanlış olduğu tekrar tekrar anlatılmıştır. Kitabımız Kur’an’ın hak ve gerçek doğruya ileten bir hidayet rehberi olduğu ehli kitap tarafından da bilinmekte olup, kitabın içerisindeki sözlerin yalnızca Allah’a ait olduğunun, içerisinde hiçbir kimsenin katkısının olmadığı da onların kitaplarında haber verilen bir gerçek olduğu, kitaplarının verdiği haberle “Meryem’in oğlu İsa ‘Ey İsrail oğulları! Ben, Allah’ın size gönderdiği, benden önceki Tevrat’ın doğruluğunu tasdik eden ve benden sonra gelecek, ismi Ahmet olan bir elçiyi müjdeleyen Allah’ın elçisiyim.’ Elçi Muhammed açıklayıcı ayetleri onlara getirdiğinde ‘Bu apaçık sihirdir’ dediler.” (Saf suresi 6) bilinmekte ve inanılmaktadır. Kur’an’a inandım diyenlerin, kitapta olmayan, Allah adına söylenmiş uydurma sözlere daha çok sarılıp rağbet etmeleri korkunç derecede, verilen söze ihanet ettikleri anlamını taşımaktadır. Bu hususta Allah (c.c) kitabında inananlara şunu hatırlatıyor. “Kitaptan öğrendikleri halde, Allah adına doğru olandan başka bir şey söylemeyeceklerine dair yazılı bir söz almadık mı?” (Araf suresi 169) Peki bu hatırlatma sadece İsrail oğullarına mı hitap ediyor? Muhatap onlar diye biz hiç üzerimize alınmayacak mıyız? Biz de diyoruz ki, Allah’a ve Kitabına inanan her müslüman, inandım dediği andan itibaren resmen bu sözleşmeye imzasını atmış olup, sorumluluğunu her halükarda yerine getirmesi zorunludur. Bilmedikleri konularda Allah adına hiçbir şey söylememelidirler.
Karşılıklı ahitleşme, anlaşma yapanlar için yerine getirilmesi gereken bir sorumluluk ve aynı zamanda Allah’a karşı kulluk görevi. Özellikle insan olarak Rabbimize karşı sorumluluğumuzu yerine getirmekle kendimizi Allah’ın azabından korumuş, aynı zamanda merhametine teslim olmuşuz demektir. “Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilenle, kitabı görmemezlikten gelen (kör davranan) bir olur mu? Bunu ancak akıl sahipleri düşünebilir. O akıl sahipleri Allah ile olan sözleşmelerine uyarlar, asla verdikleri sözü bozmazlar ve Allah’ın emrettiği nihai nokta olarak belirlediği, ulaşılması gereken yere (Allah’ın rızası, iman, teslimiyet, takvaya) ulaşanlardır. Onlar Rablerine saygı ile boyun eğenlerden olup, hesabın kötüsünden de korkanlardır. Onlar Allah’ın rızasını kazanmak için sabrederler, namazı kılarlar, kendilerine rızık olarak verilenlerden gizli ve açık olarak infak eder, kötülükleri iyilikle karşılarlar. İşte böyle yapanlar için ebedi kalacakları Adn cennetleri yurt olacaktır.” (Rad suresi l9-24) Rabbimizin antlaşmalarına uyanlar için vaat ettiği sonuç, gerçekten Allah’a ve kitabına teslim olan, antlaşmaların gereğini yerine getirenlerin coşkusunu, azmini, gönülden yönelişini ve Rabbine tevekkülünü artırıyor.
Ahitlerini bozanlara karşı elbette ki yüce yaratanımız nimet yurtlarına koyma ahdini yerine getirmeyecektir. Daha doğrusu verdiği sözleri yerine getirmeyenlere verilen ceza (karşılık) da antlaşmanın bir parçası, böyle bir karşılığın verileceğini, ahdi bozan taraflar biliyorlar. Allah da vaadinden dönmeyeceğine göre, adil davranan ve asla zulmetmeyendir. Ahdi bozmakla nefisler, yalnızca kendilerine zulmetmektedirler. “Ahitlerini bozmaları, Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ve kalplerimiz doğruya kapalı (başka bilgilerle dolu) demelerinden dolayı, Allah onların kalplerine mühür vurmuş olup, bundan sonra pek azı hariç iman etmezler.” (Nisa suresi 155) Bu kadar açık, hiçbir yoruma ihtiyacı olmayan ayetler karşısında, inatla şeytandan yana tavır alarak direnenleri, Rabbimiz tanıtmaya devam ediyor. “Ahitlerini bozmalarından dolayı, biz onlara lanet ettik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar Allah’ın sözlerinin yerlerini değiştirdiler, kitabın onlara verdiği öğütlerden almaları gereken hisseleri unuttular (bıraktılar). Sen pek azı haricinde onlardan hep ihanetle karşılaşacaksın. Artık onları bağışla (yaptıklarından dolayı onlardan hesap sorma), sadece yüz çevir. Elbette ki Allah, iyilik edenleri sever.” (Maide suresi 13) Şeytanlaşmış (kelime anlamıyla doğrudan uzaklaşmış, doğruya yabancılaşmış ve yozlaşmış) kimseler Allah’ın doğru yolunun üzerine oturmuşlar, kendi yanlışlarını insanlara çeşitli aldatmacalar ile kabul ettirmişlerdir. Daha sonra ilahi mesajlara muhatap olan bu zavallılar, doğrularla karşılaştıkları zaman, doğruları kabullenmeleri çok zor ve imkânsız hale gelmiştir. “Sözleşmelerinden sonra Allah ile yaptıkları ahitleri bozup, Allah’ın uygulanmasını emrettiği hükümlerden uzaklaşıp, yeryüzünde fesat (bozgunculuk) çıkaranlar, işte onlar kendilerine yazık edenlerdir.” (Bakara suresi 27)
Yukarıda önemini anlatmaya çalıştığımız, Rabbimizle, yaratılışla birlikte gelen ahitleşmenin yanı sıra, insanların aralarında yapmış oldukları sözleşmelerin önemi üzerinde de durmak ve bunun, Allah (c.c.) ile yapılan ahitleşme kadar önemli olduğunu belirtmemiz, her halde abartılı sayılmaması gerektir. “Allah ile olan ahitleşmenizi yerine getirin. Aranızda ahitleşme yaptığınızda, Allah’ı sözleşmenize kefil (şahit) göstererek, güçlendirdiğiniz yeminlerinizi bozmayın. Allah bütün yaptıklarınızı elbette biliyor. Örgüsünü sağlamca tamamladıktan sonra, tekrar örgüsünü söken kadın gibi olmayın. Zira sizden bir grup inanç sahipleri, diğer inanç (Yahudi, Hıristiyan, Mecusi, Ateist) sahiplerinden daha kalabalık olduğunuza güvenerek, aranızda yeminleşmek suretiyle yaptığınız ahitleşmelerinizi bozuyorsunuz.” (Nahl suresi 91-92) Beşeri sistemlerin amacı, güçlülerin bir araya gelerek oluşturdukları güç odakları vasıtası ile kendilerinden daha zayıf topluluklara tahakküm etmek ve her türlü karar aşamalarında belirleyici taraf olarak, güç gösterisinde bulunmaktır. Günümüzde en açık örneği; Birleşmiş Milletler’deki veto hakkına sahip ülkeler, istedikleri kararları, diğer ülkelere rağmen, rahatlıkla çıkarabiliyorlar. Kendileri alınan kararlara istedikleri zaman uyuyorlar, işlerine gelmediği zaman, kararları tanımadıklarını ilan edip, rahatlıkla ulusal çıkarlarına zarar veriyor bahanesiyle, sözleşmeleri askıya alabiliyorlar. Hâlbuki Âlemlerin Rabbi olan Allah, insanların aralarında adil olmalarını, hükmettikleri zaman, ister fakir olsun, isterse zengin olsun, adaletle hükmedilmesini istiyor. Bunun da ötesinde, kendi aleyhimize, ana babamızın aleyhine veya yakın akrabaların aleyhine dahi olsa, Allah’ın adaletinin temsili olan, yeryüzüne insanlar için indirilmiş, dininin ayakta tutulması için, şahitliklerin doğru olarak, özellikle de inandım diyen insanların yapması gerekiyor. “Nisa suresi 135”
Biz, Nahl suresi 92’inci ayette “En tekune ümmetün hiye erba min ümmetin” (Sizin ümmetinizin, diğer bir ümmetten sayıca fazla olmanız) geçen “ümmet” kelimesinin çoğunlukla yanlış tercüme edildiğini veya kelimenin orijinal kullanımını “ümmet” olarak tercüme edilmeden yazıldığını görüyoruz. Meallerde genellikle topluluk, grup şeklinde tercüme edilmiş. Doğru manası: Aynı inanç sistemine mensup insanlar topluluğu. Yani aynı dinin mensupları demektir. Örneğin: Müslümanlar, Yahudiler, Hıristiyanlar, Budistler, ateistler vs… bunlar kendi aralarında inançları ve uygulamaları olan topluluklar(ümmet)dır. Burada Rabbimizin emrettiği, çoğunlukla aynı dine mensup insanların yaşadığı bir coğrafyada, beraber yaşadıkları azınlık sayıdaki diğer din mensuplarıyla yaptıkları her türlü sözleşmelere uymaları gerektiğidir. Sayıca çoğunlukta olan tarafın anlaşmalarını sayı üstünlüğüne güvenerek bozmaları ve sözleşmelere uymamaları, Yüce Allah’ın (c.c.) öfkesine ve lanetlemesine sebep olduğunu, bunun da ebedi bir azap anlamına geldiğini bilmeleri gerektiğidir. Daha iyi anlaşılması için Muhammed Esed’in Meal-tefsirinde “Sırf içinizden bir grubun, diğerinden daha güçlü olmasına dayanarak…” (İşaret yayınları, Eylül 1999 basımı) bu şekilde tercüme edilmiş. Doğru olan şudur: Hiçbir inanç sistemi, başka bir inanç sistemini kendi bünyesinde barındırmaz, devlet içerisinde devlet olmaz, buna tahammülü asla yoktur. İlk fırsatta, fark ettiği andan itibaren bünyesinden temizler. İslam dininde bu tür girişimlere “batıl din” ismi verilerek ret edilmiş, mensuplarının da (müslümanların) yazılı belgelerin, yani Kitabı-Mübin’in dışında, hiçbir unsurun belirleyici olmadığını kabul etmelerini istemiştir. Bu nedenle ümmet içerisinde ümmet olmaz, din anlamında kullanmıştır. Kur’an’ı Kerim’de ümmet kelimelerinin geçtiği diğer ayetler incelendiğinde anlam daha da netlik kazanacaktır. “Sizin bu anlayış ve inancınız (ümmetiniz), tek bir inançtır (ümmettir) ve ben de sizin Rabbinizim. Yalnızca bana kulluk edin. Sonra aralarındaki birlik ve beraberlik ifadesi olan, inançlarının birliğini parça parça ettiler. Bunları yapanların hepsi (hesap vermek üzere) bize döneceklerdir.” (Enbiya suresi 92-93) Bu ayette görüldüğü gibi Rabbimizin dini İslam’ı kabul etmiş kişiler topluluğunu ümmet (aynı inanç ve ameli uygulayanlar, yaşayan topluluklar) olarak kabul ediyor. Dikkat edilirse 93’üncü ayette “Sonra aralarındaki birlik ve beraberlik ifadesi olan, inançlarının birliğini parça parça ettiler.” İnanç birliğinin bozulması ve bu bozulmanın getirdiği farklı uygulamalar “ÜMMET” bilincini yok ettiği için, zorunlu olarak ayrılıklar ve ayrılıkların getirdiği gruplaşma(fırka)lar oluşuyor ve günümüzde olduğu gibi, her biri ayrı tellerden çalıyorlar. Hâlbuki Rableri ile yapılan anlaşmalardaki tek kaynak Kur’an olarak aralarındaki anlaşmazlıklarda kabul edilseydi ve Allah’ın kendilerine isim olarak verdiği “MÜSLÜMAN” ismine sahip çıkılsaydı, “Allah’a ve O’nun elçisine itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz de etkiniz gücünüz tükenir. O halde sabredin, Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal suresi 46) bu ayette olduğu gibi, müslüman güçlü olduğu bir birliktelik içerisinde Allah’ın yardımıyla bugünkü zelil duruma düşmeyeceklerdi.
Ahitleşmenin ve ahitleşme sorumluluğunun ne kadar ciddi bir mesele olduğunu Allah’ın ayetlerinden anlamaya ve anlatmaya çalıştık. Bu konu bizce İslam dininin onurudur. Allah’ın dininin mensupları, basit çıkarları için Allah’ın dinini zedelememelidirler. “Önceki toplumların arkasından, önceki kitaba (Tevrat) mirasçı olanlar geldi. Kedilerine sunulan hak etmedikleri basit şeyleri aldılar. ‘Biz nasıl olsa bağışlanacağız’ diyerek, daha önce aldıklarının benzerleri karşılarına çıkmış olsa ve onların bir misli daha sunulsa, onları da alırlardı. Hâlbuki onlardan, Allah adına doğruları ve Kitab’dan (Tevrat-Kur’an’dan) öğrendiklerinden başka bir şey söylemeyeceklerine dair, yazılı sağlam bir ahit alınmamış mıydı? Sakınanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Aklınızı kullanmıyor musunuz? Kitaba sımsıkı sarılanlar ve namazlarını kılanlar var ya! Biz, doğru (salih) amel işleyenlerin karşılıklarını, asla zayi etmeyiz.” (Araf 169-170) Bu ayette bahsi geçen İsrailoğullarının kitaplarına yaptığı ihanet ve ne yaparlarsa yapsınlar affedileceklerine dair inançları, bu gün yaşadığımız zamanda da aynı inançlara sahip İslam dışı cemaatler var. Müslüman olmadıkları halde müslümanım diyenlerin yanlışları, Allah’ın hak dinine maledildiği için, Rabbimizin belirlediği kurallara titizlikle uymamızın, kulluğumuzun gereği olduğunu bilmeliyiz ve bünyemizden atmalıyız. İnanç ve din ayırımı yapmaksızın söylüyorum. İnsan olarak aramızda yapılan her türlü (tüm insanlığın ve bilhassa müslümanların, Kur’an’a aykırı ve yasakladığı konularda sözleşme yapılamaz. Bunların haricinde) antlaşmalara uymak ve yerine getirmek bir namus ve şeref borcudur.
Yazımızı yine yüce Kur’an’dan bir ayetle bitirelim. “Allah katında en şerliler inkâr edenler olup, onlar asla iman etmezler. Ahitleşme yaptığın inkâr edenler, her seferinde antlaşmalarını bozarlar, çünkü onlar sakınmazlar.” (Enfal suresi 55-56) Doğru yolu bizlere gösteren, O şanı yüce Rabbimize sonsuz övgülerimiz ve bitmez tükenmez minnetimiz var. Allah’ın selamının rahmetinin ve bereketinin da tüm Nebilerinin ve inananların üzerine olmasını Allah’dan dilerim.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *