Bu süreç aslında derin tarihi kökenlere sahip olmakla birlikte özellikle 1979’dan sonra Humeyni liderliğindeki İran İslam Devrimi’yle birlikte İran’ın ABD’nin yörüngesinden çıkmasıyla da yakından alakalı.
Körfez’de ABD sıcağı
Prof. Dr. Cengiz Tomar / AA
Son günlerde yazın gelmesinden ziyade ABD’nin tahrik ve teşvikiyle suları adeta kaynama noktasına gelen Körfez’de Suudi Arabistan liderliğindeki petrol zengini Körfez-Arap ülkeleriyle İran arasındaki gerilim tırmanma temayülünde. Zaten bölge Suriye, Yemen, Libya, Sudan’daki çatışmalar ve karışıklıklar sebebiyle eski tabirle hercümerç yeni tabirle kaos içerisindeyken mevcut vekâlet savaşlarının asillerin girişiyle bütün bölgeyi saracak sıcak bir çatışmaya dönüşme ihtimali giderek artmakta. Şüphesiz bu durum bölgede Arap Baharı süreçleriyle büyük bir rahatlama içinde bulunan, İran’ın amansız düşmanı İsrail’in elini daha da rahatlatacak bir gelişme. Zaten İsrail Başbakanı Netenyahu, ABD büyükelçiliğinin Kudüs’e taşıyarak, İslam Dünyası’nın kalbine hançer saplanmasına izin vermesinin sene-i devriyesinde yaptığı konuşmada Arap ülkeleri ile İran’a karşı aynı safta, birlik içinde olduklarını açıklamış. Ne günlere kaldık.
Türkiye ve Mısır’la birlikte Orta Doğu’nun dört pivot ülkesinden ikisi Suudi Arabistan ve İran’dan biri Arap ve Selefi geleneği, diğeri Fars ve On İki İmam Şia geleneğini (mezhebi) temsil etmekte. Her ikisi de petrol zengini. Suudi Arabistan tüm İslam Dünyası için en kutsal yer olan Haremeyn’i yani Mekke ve Medine’yi elinde bulundururken, İran da On İki İmam Şia’sının eğitim ve doktrin merkezi Kum şehrine sahip. Her ikisi de Dünya petrol sevkiyatının ana vanalarından biri konumundaki Basra Körfezi’nde deniz üzerinden birbirlerine komşular. Suudi Arabistan selefi tabanlı bir eğitim, kültür ve dış politika izlerken, İran Şia temelli bir eğitim, kültür ve dış politika izlemekte ve her ikisi de ideolojilerini ihraç etmeye çalışmaktalar. Özellikle 1979 sonrası dönemde bu politikaları iki ülkeyi sık sık karşı karşıya getirmekte.
Bölgedeki ve dünyadaki gerilimlerin önemli bir kısmı da bu mücadeleden neş’et etmekte. Irak, Suriye, Lübnan, Yemen ve Körfez bölgesindeki gerilimler de bu politikalarla yakından ilgili. Selefi geleneğin radikalleşmesi el-Kaide, DEAŞ gibi örgütleri doğururken On İki İmam Şia’sının radikalleşen kısmı Haşdi Şabi gibi örgütleri ortaya çıkarmakta. Suudi Arabistan, ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiklerinden ve son zamanlarda İsrail ile de iyi ilişkiler içerisinde. İran ise ABD ve İsrail’in en amansız düşmanı.
Genellikle basite indirgemeci bir tavırla bir Sünni-Şii mücadelesi olarak değerlendirilen bu süreç aslında derin tarihi kökenlere sahip olmakla birlikte özellikle 1979’dan sonra Humeyni liderliğindeki İran İslam Devrimi’yle birlikte İran’ın ABD’nin yörüngesinden çıkmasıyla da yakından alakalı. İran-Irak savaşı da dahil olmak üzere, ABD’nin bölgedeki müttefiki Körfez ülkelerini, İran’a karşı finansal bir manivela olarak kullanması doktrin olarak selefi ve zamanla kontrolden çıkmış el-Kaide ile DEAŞ gibi radikal örgütlerin güçlenmesiyle sonuçlandı.
İran’ın Ortadoğu’da Oniki İmam Şiileri olsun ya da olmasın bütün Şii kökenli örgütleri kendi dış politikası ve bölgedeki nüfuzu için kullanması, Müslüman Kardeşlere karşı olduğu gibi, Körfez ülkeleri tarafından varoluşsal bir tehdit olarak algılanmakta. Son dönemde Trump yönetimi, uzun yıllar İsrail’i hiç var olmamış (keen lem yekün) gibi kabul edip, diplomatik ilişki kurmayan Körfez ülkeleriyle yakınlaştırıp bir yandan “Yüzyılın Planı” ile Filistin’i berhava ederken diğer taraftan İran’a karşı kullanmayı amaçlamakta. Halbuki şayet pasaportunuzda İsrail mührü veya vizesi varsa bu ülkelerin sınırlarından içeri dahi giremezsiniz. Yüzyılın planı da göründüğü gibi sadece Filistin’le ilgili olmayıp Körfez ülkelerinin İsrail’le ilişkilerini normalleştirerek İran’a karşı bir birlik oluşturmakla ilgili. Nitekim Netanyahu’nun yukarıda zikrettiğimiz son açıklaması da bunun apaçık bir kanıtı.
Aslında Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez ile İran arasında 1979’dan beri devam eden bu gerilim hayli ironik sonuçlar da doğurmakta. Mesela İran Suriye’de, On iki İmam Şia’sından çok uzak olan Nusayri Esed rejimini desteklerken, mutlak bir monarşi ile yönetilen ve kapalı bir rejime sahip olan Suudi Arabistan demokrasi yanlısı muhalifleri desteklemekte. Zira bir zamanlar ABD de muhaliflerle birlikteydi. Bahreyn’de ise İran özgürlük ve demokrasi isteyen Şii çoğunluk unsurlarını desteklerken Suudi Arabistan ise mevcut rejimi desteklemekte. Aynı şekilde Yemen’de İran Sünniliğe en yakın Beş İmamcı Şii Zeydi olan Husileri desteklerken Suudi Arabistan’la karşı karşıya gelmekte.
Zaten Bölgedeki onlarca üssüyle İran’ı çevrelemiş bulunan ABD’nin, son zamanlarda Başkan Trump yönetiminde İran’a karşı Suriye’de bir şeyler yapacağı düşünülürken ses yine Körfez bölgesinden geldi. Zira ABD, Körfezdeki rejimleri korumak adına, hem İran’a karşı yapılacak müdahalelerde Körfez ülkeleri, Irak ve buralardaki üslerini kullanmak hem de bu maliyeti Körfez ülkelerine yıkmak istemekte. O nedenle şayet İran ile bölgede bir kapışma yaşanacaksa kuvvetle muhtemel Körfez ve Irak üzerinden olacaktır. Körfezde son günlerde öne çıkan provokasyonlar, jeolojik olduğu kadar sürekli olarak siyasi depremlerle malul Ortadoğu’da büyük bir zelzeleden önceki öncü sarsıntılara benziyor.
Yazımızı her zaman olduğu gibi bir son sözle bitirelim:
“Suudi Arabistan ile İran uzlaşmadan Orta Doğu’ya barış ve huzur gelmez”
[Prof. Dr. Cengiz Tomar Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Rektör Vekili olarak görev yapmaktadır]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *