Şöyle toplumun genel serencamına, iş ve işleyişine, dokularına, hal ve gidişatına bir bakalım, neler görüyoruz?
Temiz Toplum
(İstanbul Sözleşmesi Özelinde)
Mustafa Bozacı
Başlık size ilk anda neyi çağrıştırdı bilmiyorum ama işleyeceğimiz konu bağlamında genel geçer bir kaide oluşturacak, bize bakış açısı verecek nitelik ve kapsamda bir içerik ve görünüme sahiptir. ‘Nitelik’ vurgusu burada nötr anlamda kullanılmıştır ve bir taraf belirtmemektedir. Lakin kullanıma ve kullanıcının niyetine bağlı olarak olumluluk ve olumsuzluk kazanabilir.
Esasen o ilk akla geleni, sözlük anlam misali ilk anlaşılması gerekeni öne çıkarıp onun üzerinden bir kurgu ve manipülasyonu örttüğü için de ‘nitelik’ vurgusunu hak ediyor denilebilir. Bu belki de kelimelerin kendinden kaynaklı değil, kullanıcıya ait bir maharet (el çabukluğu) olsa gerek!
Basın yayından görülebileceği üzere son zamanlarda, seçim sathı mailinin gereği olsa gerek, özellikle büyük projeler kapsamında sunulan bir veri olarak ‘temiz toplum’ olgusundan bahsedilmesi dikkatlerinizden kaçmamıştır. Lakin bu yazı dolayısıyla bizim asıl gözlerden kaçtığını, kaçırıldığını düşündüğümüz şey, kastedilenin, amacın başka olduğudur! İşin içinde başka bir hinlik olduğudur!
Mesele çer-çöpe, ‘sıfır atık’ projelerine, çevre temizliğine indirgenerek, bir nevi ‘Hırsız var!’ diye bağıranların, parmakla bir yönü işaret edenlerin bilerek veya bilmeyerek asıl görmedikleri, görülmesini istemedikleri, dikkatlerden kaçırdıkları noktaların, işlerin olması vakıasıdır.
Bir bakalım mesele nedir, nasıl algılanmakta, nasıl algılanması istenmektedir? Olanla olması gereken örtüşüyor mu, üstü örtülen bir şeyler mi var yoksa? Bir düşünelim, ölçelim, tartalım!
Şimdi, kim itiraz edebilir, temiz çevre olgusuna, geri dönüşüm meselesine, çöplerin düzenli ve kontrollü toplanmasına ve hatta etrafa gelişi güzel atılmamasına? Bu gayet doğal ve olması gereken değil midir? ‘İnsani atık’ olgusu artık şehirlerin sorunu olmaktan çıkmış ve uluslar arası bir mesele halini almıştır. Emperyal ülkelerin ürettikleri çöpleri, özellikle kimyasal ve nükleer atıkları başka ülkelerin topraklarına nasıl götürüp vahşi usullerle depoladıkları henüz üzerinde bir hukuk oluşturulamamış, sömürüyle paralel süren bir işleyişe sahiptir. Denizlerin dibi bu tür atıklarla doludur, gözlerden, dikkatlerden kaçırılsa da! Kim, kimden, nasıl hesap soracak?
‘İnsani atık’ sorunu ‘insan’ olgusundan bağımsız düşünülüp halledilebilecek bir mesele değildir! İnsanın olduğu yerde sorun elbette ve daima olacaktır. Bu kesin! İnsan isyanı ve nisyanı ile heva ve hevesinin peşinden koştukça hem kendisi, hem çevresi ve dahi çevre için sorun üretecektir. Şu da var ki, tavuk-yumurta ikilemi gibi sorunun kaynağı olduğu kadar, çözümün de merkezinde insan vardır ve olacaktır. Lakin burada insanı insan yapan değerler devreye girmek durumundadır ki bunun tartışmasız, şeksiz şüphesiz tek kaynağı ilahi öğretidir, vahiydir. Zira insan aciz ve muhtaçtır, noksandır, farklı maluliyetleri vardır, yetileri kadar. Yani ‘insani atık’, çöp meselesi dahi çeşitli bileşenlerinden yalıtılarak, tek başına ve salt buyruklarla çözülebilecek, farklı kampanyalarla üstesinden gelinebilecek bir olgu değildir!
Gel gelelim asıl meseleye, meselenin bam teline, can damarına… Başta ipuçlarını verdiğimiz, dikkatlerinizi çekmeye çalıştığımız meselenin dikkatlerden kaçırılan ve daha önemli ve öncelikli olan boyutuna: Temizlik ve toplum kavramlarının nitel boyutlarına ve ifadelerin terim/ıstılah anlamlarından doğan, hukuksal zemine, insani meleke ve erdemlere, ahlaki kaidelere, yaratılışımıza/kulluğumuza uygun duruş, düşünüş ve yaşayışımıza…
Şimdi bir daha durup düşünelim; aynı ifade bu iki farklı kullanım açılarından ne anlamalara geliyor, kastedilenler ne? Elbette birini ele almak, diğer anlamı yadsımak, yok saymak anlamına gelmez, gelmemelidir. Bizler meselenin her iki boyutuna ve uzantılarına da vakıf olabilmeliyiz. Bileşenlerine ve ayrıntılarına kapsamlı olarak, öncelikle tümden gelimle, sonrasında da tüme varımla bakabilmeli, doğru eleştirilerle, doğru analizler yapabilmeliyiz. Zaten bu bizler için hemen her konuda vazgeçilemeyecek bir düstur ve tutum olmalıdır. Bu duruşu asla ve kat’a elden bırakmamalıyız. Bize gösterilen kadar, hatta daha fazla, gizlenene, gözden uzak tutulana, gösterilmeyene odaklanmalıyız! Efradını cami (tüm bileşenler, olması gerekenlerin hesaba katılması) ve ağyarını mani (olmaması gerekenler, doku uyuşmazlığı olanların, çeldiricilerin dışta bırakılması, bizi yanıltmasına fırsat verdirilmemesi) bir perspektifimizin olması şarttır. Daha öncesinde de doğru yerde durmamız, doğru açı ile bakmamız, adaletten ayrılmamamız gerekiyor.
Neyse, devam edelim… ‘Temiz toplum’ ne kadar kullanışlı bir terkip, tınısı kulağa da hoş geliyor, değil mi? Bir ifade ile birçok şeyi kastediyor, kapsama alıyorsunuz. Bir taşla birçok kuş vurma misali… Bir reklam var ya hala süren/güdüleyen; ‘Kirlenmek güzeldir…’ diye, işte tersinden bakınca aynı kapıya çıkan metaforlar… Burada maddi temizlik, nicel olgu mu vurgulanıyor, yoksa manen, sosyal doku, düzen, işleyiş anlamında nitel bir durum mu? Ya da biri öbürünü örten, gizleyen kılıf işlevi mi görüyor?
Bir zamanlar moda olan ve arada bir halen duyduğumuz bir ifade vardı ‘Benim vicdanım temiz!’, peşinden de ‘Bakmayın onların, namaz, abdestine..’ diye devam eden… Muhatabında bir şüphe ve kafa karışıklığı, akabinde de kanıksama oluşturan bu söylemler, her ne kadar kullanıcısına göre farklı niyetler taşısa da aslından bilfiil ve kasten kullanılan bir dezenforme, operasyon hallerini işaret ediyor. Bazen gaflet, bazen dalalet ve bazen de hıyanet odaklı ve kasıtlı olarak işe koşulur bu tarz söylemler, uygulamalar.
‘Temiz toplum’ imanının ve Allah’a kul olmasının, emaneti yüklenmesinin gereği olarak kişinin, ailenin ve nihayetinde en dar halinden en büyük formuna kadar toplumun iyi işler/salih amel üretmesi, yeryüzünün ıslah, ihya, imar ve inşası için çabalaması, adaletin, paylaşmanın, hak ve hukukun temin ve tesisi için gayret etmesi, her işte Allah’ın rızasını ve hesaba çekileceği bilgisinin getirisini-götürüsünü gözetmesi, Allah’ın emirlerine (ibadetler başta olarak salih amelller,hayrü hasenat) riayet ederek yasaklarından/haramlardan (en başta şirk, küfür ve zulüm olmak üzere, en hafif görülene kadar) ciddiyetle kaçınması/sakınması, bu dünyanın faniliğinin farkında olarak ahireti gözetmesi hali ve bunların sonuçları ile olur, oluşur. Bunlara itina göstermeden ve aksi davranarak ‘temiz toplum’dan bahsetmek olsa olsa bir proje ürünüdür, işin içinde bir hinlik ve hainlik söz konusudur! ‘Hırsız var!’ diye bağırıp yalanla diğer tarafta malı, ekini ve nesli talan etmek, sömürmek niyeti ve çabası vardır ancak. Diğer maddi /beden, kılık kıyafet temizliği olgusu, çevre temizliği ve çer-çöp işleri bunun doğal uzantılarıdır zaten.
Şöyle toplumun genel serencamına, iş ve işleyişine, dokularına, hal ve gidişatına bir bakalım, neler görüyoruz? Bu toplumun 80’li yıllardan itibaren damarlarına (daha önceleri de var) sözüm ona muhafazakâr, sağcı, milliyetçi-mukaddesatçı idareler renk veriyor. Topluma nizamat ve yön veriyor. ‘Kapitalizm Özal’la bu topluma girdi, AKPli yıllarda ete kemiğe büründü:’ söylemi bizim kurduğumuz bir cümle değil! Sağırların bile işittiği, körlerin gördüğü bir vakıa, hal bu! AVM olgusu artık dağa taşa işlenmiş, damarlara nüfuz etmiş durumda!
Faizin, içki ve kumarın, fuhşiyatın yaygınlaşması, mahremiyet olgusunun yitirilmesi, ahlaksızlığın ahlak diye dayatılması, aile mefhumunun yerle yeksan oluşu (örn, boşanma olgusu), tv dizileri ve hatta reklamları başka değil, çoğunluğunun, yüzde doksan dokuzunun müslüman olduğu ve benzer hassasiyetlere sahip bulundukları düşünülüp söylenen ve bu sebeple desteklenen bir iktidar tarafından yıllara sari olarak idare edilen bir toplumda, bu coğrafyada oluyor, yaşanıyor! Dizilerde, filmlerde farklı cinsiyet eğilimleri/cinsiyetsizlik cins bir tarzda, ahlak ıslatırcasına gözlere sokulmakta, kulaklara fısıldanmaktadır! Şiddet söylem ve eylemleri inanın bana, bunların yanında masum kalır desek abartmış olmayız, sonuçları düşünüldüğünde! Hani Kur’an diyor ya; ‘Fitne kıtalden kötüdür!’ diye, işte aynen öyle… Tersinden bakalım; o çoğunluğa sahip, müslümanım diyenlerin çift hanelere bile ulaşmayacak bir nicelikte, istatistikleri yoran oranda (nitelik sorgulaması bir tarafa) emirlere, farzlara riayeti (daha doğrusu riayetsizliği) ne anlama gelmektedir? Kala kala geriye ‘vicdan temizliği’(!) mi kaldı ne?
Kur’an her türden sapkınlık ve sapmayı, sınırlara riayetsizliği ‘rucz, rics, neces, zulüm’ gibi kavramlarla betimleyerek sakındırmakta, ‘akletmemeyi’ de farklı açıdan aynı kategoriye dâhil etmektedir. Kur’an maddi ve manevi anlamda temizliğin donelerini vermektedir yetkin ve etkin olarak. ‘Allah temizlenenleri sever’ ve ‘Arınanlar/temizlenenler/tezkiye edenler kurtuluşa erecektir!’ derken de öncelikle (hatta tamamıyla) ‘günahtan-haramlardan’ uzak kalmayı, şirk, küfür, fısk, zulüm vb. büyüğünden küçüğüne tüm sapmalardan uzak durmayı ve temiz kalmayı salık vermekte, önemsemektedir. ‘Elbiseni temizle!’ şeklinde nazil olan uyarı da aynı içeriğe sahiptir ve ‘taharet’ kelimesi maddi manevi her türlü içeriği haizdir. Zekâtın ‘tezkiye’ kökünden gelmesi de benzer bir vurgu içindir.
Şimdi misalen, KADEM’in faaliyetleri, 6284 sayılı yasa, bir bakın bakalım nelere kifayet/tekabül etmektedir?! Yakın yıllarda bazı Avrupa ülkelerinin imzalamadığı, çoğunun şerh düştüğü bir sözleşme uluslararası bir hüviyet kazanarak ‘İstanbul Sözleşmesi’ adı altında ülkemizde, kamuoyunda bilinip anlaşılmadan, tartışılmadan (sık sık ve farklı durumlarda referandum olgusu konuşulduğu halde), mevcut iktidar tarafından imza edilmiş durumdadır. ‘Toplumsal cinsiyet eşit(siz)liği/algısı’ vurgusuyla, cinsiyetlerin kerih görüldüğü, yadsındığı, aile mefhumunun ters yüz edildiği, Milli Eğitimin, YÖK’ün, hatta Diyanet’in (şimdilerde tümünde bir sessizlik, ertelemeler söz konusu) işe koşulduğu bu projenin mutlaka çok iyi analiz, tahlil edilmesi ve toptan ve derhal terk edilmesi gerekiyor! Bu en azından ve hafifinden içimizdeki bir ‘Truva atı’ işlevi görmektedir, görecektir. Yakın gelecekte (hem de çok yakın) daha onulmaz yaralar açacağı, toplumu ifsad edeceği kesin olan bu hal ve gidişat hiç hayra alamet değildir!
‘Kadın’ olgusu kapitalizme geçişte ve kökleşmesinde nasıl kullanıldıysa, şimdilerde de güya ‘eşitlik’ söylemiyle değer atfediyormuş, hakları teslim ediliyormuş gibi ‘aile’ mefhumunun çökertilmesinde işe koşuluyor! Çok sinsi bir tuzakla karşı karşıyayız! Yarın çok geç! Aklımızı başımıza almalı ve bu sözleşmenin iptali için uyanık olmalı, ilgilileri etkin bir şekilde uyarmalıyız! Bu sözleşmenin uzantıları ve bileşenleri çerçevesinde, bir zamanlar doğum kontrol uygulamalarında da gördüğümüz gibi sponsorlar hiç boş durmuyor, tolumun kılcal damarlarına kadar ulaşacak, zehri boca edecek faaliyetleri icra ediyorlar! Bizler de bilmeden veya farkına varmadan, ‘Ama ürünleri kaliteli!’ diyerek bu kurguya alet oluyoruz! Kullanırken (o ürünleri) kullanılıyoruz; tüketirken tükeniyoruz!
Diğer ünlü markalar bir tarafa, başlığımıza uygun olması hasebiyle ele alacağımız farklı deterjan, ‘temizlik’ markaları bu sponsorluklarla çamaşırlarımızı, bedenimizi, eşyalarımızı temizlerken(!) bir taraftan da zihinlerimizi kirletmekte (Çevreye olumsuz etkileri bahse bile değmez bunların yanında!), algıları dumura uğratmakta, adeta bizimle alay da etmektedirler. Buradaki ironi mi diyelim, trajikomik durum mu, paradoks mu, zokayı fark ediyor musunuz?! Ne güzel temizlik hareketi değil mi?! ‘Kirlenmek güzeldir!’ yani… Ekinin ve neslin helaki diyor ya Kur’an, işte tam da bu!
Meseleye bir de farklı bir açıdan bakalım: First Leydi’nin ‘Sıfır Atık’ projesi/kampanyası malumunuz, kamuoyu ile paylaşıldı, basın yayın ve çeşitli etkinliklerle duyuruldu, bununla mevcut hükümetin imza ettiği ve uluslar arası boyuta taşınmış (ya da oralardan bize taşınan) ‘İstanbul Sözleşmesi’ karşılaştırıldığında ortaya çıkan durum, deterjan markalarının yaptıklarının uzantısı, farklı bir versiyonu mudur diyeceğiz ya da oturup bize dayatılan tüm (dez)enformeleri kanıksamış haleti ruhiyemize, uyuşmuş halimize ağlayacak mıyız?
Bunları bir telif edin bakalım, mümkün mü? Te’vile kalkışmak her zamanki gibi işin kolay tarafı!
Not; ilgili sözleşme ve dayattıkları, getirdikleri, götürdükleri hakkında A. Hakan Çakıcı’nın yayımladığı ‘Modern Family… Ailesiz Tolum/Ya Sonrası adlı kitaptan ve ilgilinin internet yazılarından bilgi edinilebilir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *