Sivas’ta seçmenin karşısına, verecekleri oyun kendilerine ahirette berat belgesi olacağı türünden bir söylemle çıkılır. İstanbul Eyüp Sultan’da caminin baş imamına bizzat isim zikrederek Binali Bey’in başarılı olması için dua ettirilir.
Yerel seçimlere sayılı günler kaldı. İktidar partisi seçim kampanyasını ‘bekâ’ sloganı üzerinden yürütüyor. Bir yerel seçimi ‘bekâ’ ile alakalandırmak, seçime katılan siyasi partiler açısından oldukça güçlü bir uyarı anlamı taşımaktadır. Zira bu durumda bir hayat-memat meselesi ile karşı karşıya olunduğu anlamı çıkmaktadır. İktidar partisi seçim propagandasının ana iskeletini bu söylem üzerine çatmış vaziyette iken, partinin bazı ‘sembol’ şehirler için belirlediği belediye başkan adaylarına ve yürüttükleri seçim kampanyalarına bakıldığında, ‘bekâ’ vurgusunun daha farklı bir anlam kazandığı görülmektedir.
Sembol şehirlerin en başında kuşkusuz İstanbul gelmektedir. İstanbul büyükşehir belediye başkan adayı olarak tensip edilen ve TBMM Başkanlığından 18 Şubat’ta istifa etmesi sağlanan Binali Yıldırım, İstanbul’da Eyüp Sultan türbesini ziyaret ediyor ve cadde üzerinde kurulan kürsüde bir konuşma yapıyor. Ankara’dan hızlı trenle geldiğini de sözlerinin arasına bir şekilde yerleştiren Yıldırım, konuşmasında, İstanbul’un fethedileceğini müjdelemiş olarak Peygamber’e, şehrin fatihi olarak Fatih Sultan Mehmet’e, şehrin mimarideki ustası olarak Mimar Sinan’a, İstanbul’u işgalden kurtaran olarak Mustafa Kemal’e ve 1994 yılından itibaren şehri ayağa kaldırmış kişi olarak Recep Tayyip Erdoğan’a atıf yapıyor. Ardından, Eyüp Sultan camii baş imamı Metin Çakar, Binali Başkanın muvaffak olması için dua ediyor ve âmin deniyor.
İstanbul gibi olmamakla beraber, farklı açılardan sembol değeri olan Sivas’ta, sabık Milli Savunma ve Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, partisinin Sivas belediye başkan adayı için oy isterken, kendi adaylarına verilecek oyun, oy sahiplerine kıyamet günü berat belgesi olacağını belirtmişti.
Birçok bakımdan sembol değeri yüksek olan İzmir’in büyükşehir belediye başkan adayı Nihat Zeybekçi’nin kampanya çalışması ise şarap eksenli yürütülmekte. Zeybekçi, hükümet olarak şarap ihracatını desteklediklerini, kendisinin de İzmir’de şarabın markalaşması yönünde çaba harcayacağını belirtmekte, şarabın haram olduğunu ama kendisinin böyle bir tartışmaya katılmasının doğru olmadığını belirtmektedir.
Nihat Zeybekçi’nin şarap söyleminin kendi şahsına münhasır, kişisel bir tutum olduğunu sanmak yanıltıcı olacaktır. Zira, 2014 yılında bir TV programında konuşan Binali Yıldırım da benzer cümleler kurmuştu. Yıldırım, İstanbul’daki yaşam tarzının İzmir’den bir farkının olmadığını, İstanbul’da da tıpkı İzmir’de olduğu gibi isteyenlerin rakısını içtiğini, balığını yediğini, eğlenceye gittiğini; Tekirdağ’da iki olan rakı fabrikasını kendi dönemlerinde 18’e çıkarttıklarını ifade ediyordu.
AKP İzmir BBB adayının sözleri, sırf içinde şarap sözü geçtiği için büyüteç altına alınmayı hak ediyor değildir. Esas olarak bu söylem, muhafazakâr demokrat siyasetin, kimileri için biraz ‘flu’ olan zihin haritasını daha belirgin hale getirmektedir. Mahut başkan adayı, yaşam tarzına dair önemli cümleler kurmakta, insanların yeme-içme alışkanlıkları, kılık-kıyafet, eğitim, her türlü ibadet özgürlüğü konularında tereddüde mahal olmadığını belirtmektedir. İzmir’de, ‘Rakımıza dokunma’ diyenlere ‘eyvallah’ çeken başkan adayı, tıpkı insanların özgürce namaz kıldıkları, oruç tutabildikleri gibi, özgürce içkilerini de içebilmelerinin önemine işaret etmekte; bunu ‘AKP hoşgörüsü’ olarak adlandırmaktadır. Zeybekçi, Cumhuriyet dönemine ve çok partili hayata burada, İzmir’de, geçildiğine de atıf yaptıktan sonra nihai olarak sözlerini şöyle bağlamaktadır: “Türkiye’nin bir özeti gibidir AK Parti.”
Nihat Zeybekçi, yaşam tarzı tartışmalarını ‘yobazlık’ olarak değerlendirmektedir. 70’li ve 80’li yılların siyasi atmosferini yaşamış olanlar ‘yobaz’ kelimesini çözmekte zorlanmazlar. İrtica kelimesi ile birlikte sürüme girdirilerek, dinî tınılar taşıyan muhalif sesleri kolayca bastırırdı yobaz kelimesi. 12 Eylül askeri darbesinin taşeron başı Kenan Evren de halkın gözüne bakarak yaptığı konuşmalarda, yobaz kelimesini ‘dinci-şeriatçı’ları tahkir amaçlı kullanırdı. Bir düşünceye veya inanca aşırı bağlılık anlamını içkin olan yobazlık, bilhassa günlük kullanımda dine aşırı bağlılığı, dini inançlarından taviz vermemeyi çağrıştırmaktadır.
AKP, kimi muhafazakâr çevrelerin kanaatinin aksine, kurulduğu günden itibaren, demokratik muhafazakâr bir hayat tarzını esas almış bulunmakta olup, hitap ettiği seçmen kitlesinin din algısını da o doğrultuda dönüştürmeyi misyon bilmiş, muhafazakâr temelli bir kitle partisidir. On yedi yıldır Türkiye’yi böyle bir muhafazakâr-demokrat parti yönetiyor ve seçime de bu partinin siyasal belirleyiciliği altında gidilmektedir. İktidar partisi AKP’nin temelde böyle olmayıp, İzmir BBB adayı gibilerin söylemlerine alet edildiğini, sözü edilen başkan adayının, partinin tamamını temsil etmediğini, AKP gibi büyük bir partinin içerisinde bu gibi çıkışların olmasının doğal karşılanması gerektiğini ileri sürenler fotoğrafı doğru okuyamamakta, süreci iyi değerlendirememektedirler.
AKP’nin önde gelen entelektüel isimlerinden biri olan Yalçın Akdoğan, 2014 yılında İstanbul Grand Cevahir Kongre Merkezinde düzenlenen, muhafazakâr demokrasinin manifestosu niteliğindeki “Uluslararası Muhafazakarlık ve Demokrasi Sempozyumu”nu değerlendirirken, bu süreç içerisinde AK Parti’nin hem teşkilatlarını, hem seçmen kitlesini ve hem de Türkiye’deki siyasal kültürü dönüştüreceğine vurgu yapıyordu. Akdoğan, Türkiye’nin çok geniş tabana oturan ve sayısal olarak da büyük boyuta ulaşan bir parti ve siyasal hareketinin siyasi literatüre katacağı yeni kavramlar, yeni anlayışlar olacağı öngörüsünde bulunuyor, daha makul bir siyasal çizgi üretebilmenin, (halkın zihin yapısını) yeniden formatlamanın imkan ve gerekliliğinden bahsediyordu.
Sözü edilen sempozyumda konuşan AKP genel başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, milli iradeye vurgu yapıyor, seçime indirgenmiş bir demokrasinin ötesinde, diyalog, tahammül ve uzlaşı rejimi olarak toplumsal ve siyasal alanlara yayılmış organik bir demokrasiden bahsediyor, buna da özet olarak ‘derin demokrasi’ diyordu.
Erdoğan aynı konuşmasında şu hususların altını kalın çizgilerle çiziyordu: AK Parti, dini ve dindarları ‘toplumsal bir değer’ olarak önemsemekte, dini ‘değerlerin sosyal fonksiyonları’ cinsinden kabul etmektedir. Din, mukaddes ve ortak bir değerdir. Öte yandan Erdoğan, din üzerinden siyaset yapmayı, devleti ideolojik bir dönüşüme uğratmayı, dinî sembollerle örgütlenmeyi doğru bulmadıklarını belirtiyordu. Erdoğan, din adına parti kurmanın veya böyle bir imaj vermenin, topluma ve dine yapılabilecek bir kötülük olduğunu ifade ediyordu.
Şu hâlde süreci biraz geriden (AKP’nin kuruluşundan itibaren) ele alınca, ulaşılan bu sonuçta bir tuhaflık görülmemektedir. Gelinen noktada şaşılacak bir durum yoktur. AKP, Yalçın Akdoğan’ın dediği şekilde, hem kendi teşkilatlarını hem seçmenini, hem de bütün ülkeyi ‘yeni kavramlar’, ‘yeni anlayışlar’ (yani seküler muhafazakâr-demokrat) doğrultusunda formatlamış bulunmaktadır. Genel Başkan’ın deyimiyle, AKP, seçmenine ve halkına ‘derin demokrasiyi’ armağan etmiş bulunmaktadır.
AKP iktidarı, muhafazakâr kitle partisi sıfatının yanına bir de faydacılığı ve fırsatçılığı eklemiştir. Partinin kurucu liderinin beyanatlarında yerini bulan halkın egemenliği, çoğulculuk, meşruiyeti halkın reyinden almak gibi söylemler, esasen, faydacılığın adeta din yerine ikame edildiğini göstermektedir. Her şey halk için, halka göre ve halk tarafından olduğuna göre, bir taraftan Parti, halkı (muhafazakâr demokrasi yönünde) değiştirip dönüştürecek, diğer taraftan da halkın faydacı-fırsatçı ‘yeni’ görüş, anlayış ve değer yargıları doğrultusunda parti de kendisini gözden geçirecek, her iki taraf da sürece birlikte uyum sağlayacaktır.
Sivas’ta seçmenin karşısına, verecekleri oyun kendilerine ahirette berat belgesi olacağı türünden bir söylemle çıkılır. İstanbul Eyüp Sultan’da caminin baş imamına bizzat isim zikrederek Binali Bey’in başarılı olması için dua ettirilir. Konya’da Celaleddin Rumi’nin türbesi her seçim döneminde en iyi seçim mihrabıdır. Bu mihrap, kendisinde kıyam duranlara seçim kazandırır!
İzmir’e gelince, işte orada şarabın gücüne teslim olmak gerekir. Çünkü İzmir deyince siyasetçilerin aklına şarap gelmektedir ve şarapla arası iyi olan kesimler, AKP’li bir belediye başkanının yaşam tarzlarına müdahale edeceği gibi naif bir kaygıları bulunmaktadır. Tam bu noktada AKP’li BBB adayı, İzmirlinin imdadına yetişmekte ve kaygılarının yersiz olduğunu, onların tahmin etmedikleri kadar şarap hürriyetinden yana olduklarını, öyle ki, şarabın markalaşması ve ihracatın artırılması için çalışmalar yapacaklarını, hatta bu iş için enstitüler kuracaklarını v.d. açıklamaktadır. Beyanatının daha inandırıcı olması için de sözlerine, yaşam tarzı tartışmalarının yobazlık olduğu cümlesini de eklemektedir.
Esasen, partinin ideolojik temellerine kısaca atıf yaptığımız yukarıdaki satırlardan hareketle, meşruiyetini tamamen halktan alan bir siyasi partiden başka türlü bir seçim vaadi beklemek de saçma olurdu. Hatta bunun bir adım daha ilerisine geçip, şöyle bir görüş belirtmemizde sakınca olmasa gerektir: AKP’li belediyenin yönettiği bir İzmir (ve de diğer şehirlerde), halkı çağdaş/makul siyasi zihniyet doğrultusunda dönüştürmenin bir gereği olarak, içki konusunda ‘ketum’ olan muhafazakâr kitleleri şarapla tanıştırmak, en azından şarap içilen ortamlarda bulunmaktan, alkol satan dükkanlardan alışveriş yapmaktan kaçınmaktan, alkol reklamlarına tahammülsüzlükten v.b. vazgeçirmek de yeni başkanların görevi olsa gerektir. Derin demokrasi bundan öte ne olabilir ki?
Bu durumda aklımıza şöyle bir soru gelmektedir: İzmir’i (ve tüm ülkeyi) AKP değil de, ‘bekâ sorunu’ ile işaret parmağını üzerine doğrulttukları siyasal rakipleri yönetse, acaba Zeybekçi’nin yöneteceği bir şehirden farklı olarak nasıl bir yaşam tarzı olurdu?
İKTİBAS
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *