İngilizlerin çekilmesinin ardından, bölgede kalan 650 prens halkının dini yoğunluğuna göre Hindistan’ı ya da Paksitan’ı seçiyordu. Keşmir’de ise %77’lik müslüman nüfusa karşın öyle olmadı!
Keşmir Sorunu: Pakistan-Hindistan arasında Gordion düğümü
GASAM Uzmanı Dr. Ümit Alperen/ Süleyman Demirel Üniversitesi
1947’de kurulduklarından itibaren ilişkileri hep gergin olan iki nükleer güç Hindistan ve Pakistan, farklı sebeplerden de olsa 70 yıldır çözülemeyen ve Gordion düğümünü andıran Keşmir sorunu bağlamında yine karşı karşıya geldiler. Keşmir’in Hindistan kontrolündeki bölümünde yer alan Pulwama kentinde 14 Şubat’ta düzenlenen terör saldırısı ile 40 Hint askeri öldürüldü. Saldırıyı Keşmir’in Pakistan’a katılması için mücadele ettiğini iddia eden ve Pakistan’da konuşlanmış Ceyşi Muhammed örgütü üstlendi. Hindistan’ın bu saldırıdan Pakistan’ı da sorumlu tutması ile iki ülke arasındaki gerilim hızla tırmandı. Hindistan savaş uçakları 26 Şubat’ta Pakistan hava sahasına girerek Balakot bölgesine hava saldırısı düzenledi. Pakistan’ın hava sahasını ihlal eden Hindistan savaş uçaklarından iki tanesinin düşürülmesi ile iki nükleer güç arasındaki kriz yeni bir aşamaya geçti. Hindistan-Pakistan sınır hattında 1971’den itibaren ilk defa hava çatışması yaşanması da krizin tırmandığı seviyeyi göstermesi açısından önemli. Ayrıca dünyadaki diğer kriz bölgelerine göre Pakistan-Hindistan arasındaki krizlerin hızla tırmanması ve sınırlı da olsa çatışmaya evrilmesi de dikkat çekici. Örneğin 2017 yılında Kuzey Kore ve ABD arasında söylemsel olarak çok üst düzey karşılıklı tehditler ve restleşmeler olmasına rağmen bir sıcak temas ihtimali hep çok düşük kaldı.
Keşmir sorununun kökenleri
İngiltere, Ağustos 1947’de Hindistan’dan çekilirken arkasında Müslüman ve Hindu çoğunluğun oluşturduğu iki bağımsız devlet bıraktı. İngiltere’den bağımsızlıklarını kazandıklarında Pakistan ve Hindistan 650 prens tarafından yönetilmekteydi. Teorik olarak her devletçiğin prensi hangi ülkeye katılacağına ya da bağımsız kalacağına karar verme hakkına sahipti. Fakat uygulamada devletçiklerin nüfusunun çoğunluğunun eğilimine göre karar alınmaktaydı. Keşmir’in nüfusunun çoğunluğunun Müslüman olmasına rağmen, yöneticisi Maharaja Hari Singh bir Hindu idi. İngilizlerin nüfus sayımına göre 1941’de Keşmir’in yüzde 77’si Müslüman, yüzde 20’si Hindu ve yüzde 3’ü diğer dinlerden oluşmaktaydı. Dolayısıyla uygulamada Keşmir ya Pakistan’a katılacaktı ya da bağımsız bir ülke olacaktı. Hari Singh, Pakistan’a ya da Hindistan’a katılma konusunda kararsız kaldı ve bağımsız olmak istedi. Fakat, Keşmir’in yüzde 77’sini oluşturan Müslüman aşiretler Pakistan’a katılmak için Ekim 1947’de başkent Srinagar kapılarına dayandı. Bunun üzerine Raja Hari Singh Hindistan’a kaçtı ve askeri yardım istedi. Hari Singh, 26 Ekim 1947’de Keşmir’in Hindistan’a katıldığını kabul eden antlaşmayı imzaladı.
Pakistan Raja’nın Hindistan ile yaptığı bu antlaşmayı tanımadı ve Ekim 1947’de iki ülke arasında Keşmir nedeniyle savaş başladı. Hindistan Keşmir sorununu Birleşmiş Milletler’e (BM) havale etti ve BM 21 Nisan 1948’de aldığı kararla durumun savaş öncesi duruma dönmesi çağrısında bulundu. Daha da önemlisi BM Keşmir sorununun çözümü için özgür ve tarafsız bir halkoylaması düzenlenmesi çağrısında bulundu. Hindistan, BM’nin çağrısı ile düzenlenebilecek muhtemel bir halk oylamasını kazanmak için Keşmir’in etkili isimlerinden Şeyh Abdullah’ı yanına çekti ve 30 Ekim 1948’de Şeyh Abdullah’ın Başbakan olduğu acil durum hükümetini kurdurdu. Maalesef Keşmir’de bir halkoylaması şimdiye kadar yapılamadı. Pakistan, Ocak 1949’da ateşkesi kabul ettiğinde, Keşmir’in yüzde 65’inin kontrolü Hindistan’ın, gerisi de Pakistan’ın kontrolünde kaldı. Ateşkes ile ortaya çıkan Kontrol Hattı iki ülke arasında fiili sınır oldu. 1957 yılında Keşmir’in özel statü ile Hindistan’a bağlanması sağlandı. 1965 yılında özel statü sonlandırıldı ve Keşmir doğrudan bir eyalet haline getirildi. Ayrıca belirtmek gerekir ki Keşmir Hindistan’da Müslüman nüfusun çoğunluk olduğu tek eyalettir. BM’nin 1948’de Keşmir’de tavsiye ettiği halkoylamasına Hindistan başta sıcak baksa da sonraki süreçte soğuk yaklaşmıştır. Pakistan’ın istediği halkoylaması da hiçbir zaman gerçekleştirilememiştir.
İki ülkenin pozisyonları
1947’den itibaren çeşitli nedenlerle iki ülke Keşmir nedeniyle üç defa savaşmış, sıklıkla da savaşın eşiğine gelmiştir. İki devletin karşı karşıya gelmesinin yanı sıra Pakistan’da konuşlanan çeşitli silahlı örgütlerin Hindistan’a karşı Keşmir’in kurtuluşu için eylemlerde bulunduğunu görmekteyiz. Krizin bu kadar tırmanmasında, Mayıs ayında Hindistan’da yapılacak başbakanlık seçiminde Narendra Modi’nin tekrar seçilmek için milliyetçi oylara ihtiyaç duyması önemli bir faktör olarak öne çıkmaktadır. Diğer yandan Pakistan’da da askerin desteğine sahip yeni Başbakan İmran Han’ın zayıf ve sorunlu ekonomisine rağmen Hindistan’a karşı durabileceğini göstermesi bir diğer faktördür. Fakat daha krizin ilk başlarında Pakistan Başbakanı İmran Han’ın iki ülke arasında tırmanan gerilimin azaltılması çağrısında bulunması ve aklıselimin galip gelmesini umduğunu ifade etmesi olumlu bir adım olarak görülmelidir. İmran Han, aynı zamanda nükleer silahları kastederek Hindistan’a her iki ülkenin de ellerindeki silah kapasitesini hatırlatmış ve bunun bedelini ödeyip ödeyemeyeceklerini sorma ihtiyacı hissetmiştir. Fakat Başbakan Han’ın aklıselim çağrısına Başbakan Modi’den beklenen olumlu yanıtın tam olarak geldiğini şu aşamada söyleyemiyoruz. Çünkü, hatırlanacağı üzere Pakistan-Hindistan arasında Mayıs-Haziran 1999’da patlak veren sınırlı Kargil Savaşı’nda taraflar birbirlerini nükleer silah kullanmakla tehdit etti. Nükleer silah kullanma tehdidi bile, sadece Güney Asya’da değil bütün dünyada etkili olacağından büyük bir endişe ile karşılanmıştı. Bugünlerde yaşanan krizin daha da tırmanması hem Pakistan ve Hindistan’ın hem de bölgesel istikrarın aleyhinedir. Sonuç, kazananın da kaybedeceği bir Pirus zaferi olacaktır.
Çin’in yaklaşımı
Keşmir topraklarının yüzde 20’sini kontrolü altında bulundurması ve hem Pakistan hem de Hindistan ile çok boyutlu ilişkileri nedeniyle Çin’in Keşmir sorununa yaklaşımı önemlidir. Keşmir sorununda Çin’in tutumu özellikle 2002’de yaşanan kriz sonrası daha da netleşmiştir. Çin’in mevcut resmi politikasına göre Keşmir sorunu iki ülke arasında tarihten kalan bir sorundur. Çin her iki tarafın da askeri çatışmadan sakınarak barışçıl yollar ile sorunu çözmesini istediğini çeşitli platformlarda ifade ediyor. Aslında 1962 Çin-Hindistan Savaşı’na kadar Keşmir konusunda Çin tarafsız bir konumdaydı. Fakat 1962’den 1980’e kadar Hindistan ile arasındaki sorunlar ve Sovyetlerin Hindistan’a desteği nedeniyle Pakistan’a tam destek veriyordu ve Keşmir’de halkoylaması yapılması gerektiğini savunuyordu. Fakat 1980’den itibaren Çin’in uluslararası sistemde aktifleşmeye başlaması, ekonomik temelli dış politika izlemesi ve Keşmir sorununun Tayvan sorununa hukuksal açıdan bazı noktalarda benzemesi nedeniyle iki ülke arasında denge kurmaya başladı. Çin, Hindistan’ın Keşmir’i içişleri olarak görmesini kabul etmiyor. Fakat diğer yandan özellikle Tayvan Sorunu nedeniyle Pakistan’ın talebinin aksine Keşmir sorununun uluslararasılaşmasına da sıcak yaklaşmıyor.
1980’den günümüze kadar ise Çin’in, Keşmir özelinde, iki ülke arasında bir denge politikası reelpolitik bir düzlemde gerçekleşmektedir. Diğer bir ifade ile Çin’in, Keşmir politikasının statüko merkezli olduğunu ve kriz anlarında da yatıştırıcı “istikrarlaştırıcı” bir rol üstlendiğini söyleyebiliriz. Çin için Keşmir sorununun çatışmaya evrilmesinin tehdit boyutu da yüksektir. Keşmir ya da başka bir nedenle iki ülke arasında bir çatışma çıkması durumunda bölgesel istikrar büyük zarar görecektir. Bu durumda Pakistan kontrolündeki Keşmir topraklarından geçen Çin’in Pakistan’a devasa yatırım projesi Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru büyük zarar görebilir. Bugünkü reelpolitik konjonktürde Çin’in Pakistan üzerinde üç tane ana çıkarı bulunmaktadır. İlki, Pakistan’ı Hindistan’a karşı askeri rakip olarak tutmak. İkincisi, Pakistan topraklarını enerji ve ticaret koridoru olarak kullanmak. Üçüncüsü, Çin’de ve Pakistan’daki İslamcılar ile Uygurlar arasındaki bağ konusunda işbirliği yapmak. Dolayısıyla Pakistan ve Hindistan arasındaki bir savaş bu mevcut statükoya zarar verecektir.
Ayrıca Çin, hem iyi ilişkiler hem de Pakistan-Hindistan arasındaki dengenin Hindistan lehine daha fazla asimetrikleşmemesi için Pakistan’a uluslararası koruma da sağlamaktadır. Çin, Pakistan merkezli militan grupların Hindistan’da gerçekleştirdikleri terörist saldırılar nedeniyle, Pakistan’a yapılan uluslararası cezalandırmalara karşı uluslararası bir koruma da sağlıyor. Örneğin 2008’de Mumbai saldırısını gerçekleştirenlerin beyin takımı içerisinde olduğu belirtilen Zaki-ur Rehman’ın, Pakistan tarafından serbest bırakılması nedeniyle BM yaptırım komitesinin harekete geçmesini önlemiştir. Ayrıca Ekim 2016’daki BRICS açıklamasında Hindistan’ın Jaish-e Mohammad ve Lashkar-e Taiba’nın terörist gruplar olarak anılmasını da Çin engellemiştir. Çin’e göre Hindistan’ın amacı, Pakistan’ı terörist gruplar ile iç içe göstererek uluslararası alanda izole etmeye çalışmaktadır. Çin’in son Hindistan-Pakistan geriliminin yumuşaması için diplomatik çabalarda bulunması beklenmelidir. Çünkü güç dengesi Pakistan’ın aleyhine, Çin’in Hindistan ile olan 90 milyar dolarlık ticaret hacmi var ve ÇPEK projesi devam ediyor. Mevcut konjonktürde muhtemel bir savaştan en çok etkilenecek ülkelerden biri Çin olacaktır.
Sadece iki ülke arasında bir sorun olmaktan daha çok bölgesel dinamikleri derinden etkileyen 70 yıllık Keşmir sorunu için kısa sayılabilecek bu yazıda meselenin bütün detaylarını incelemek mümkün değil. Fakat sonuç olarak şunu belirtelim ki; iki nükleer gücü karşı karşıya getiren Keşmir sorununun kısa vadede çözülmesini beklemek gereğinden fazla iyimserlik olacaktır. Mevcut konjonktürde Pakistan, sorunun BM gözetiminde halkoylaması ile Keşmir’in kendi kaderini tayin etmesini ve sorunun uluslararasılaşmasını istiyor. Fakat, Hindistan BM gözetiminde bağımsız ve özgür bir halkoylamasına gerek olmadığını düşünüyor. Keşmir’in yüzde 20’sini kontrolünde tutan ve Pakistan’ın stratejik ortağı diyebileceğimiz Çin de, Pakistan’ın aksine sorunun uluslararasılaşmasına sıcak bakmazken, mevcut statükonun devamından yana bir politika izliyor.
(Star / Açık Görüş)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *