Böyle bir şey mümkün olmamasına karşın, hem Müslüman hem İslâm dışı bir yaşama biçimi uyumlulaştırılmak isteniyor. Hem Müslüman, hem de yalan söyleyen, iftira eden, gerçekleri saklayan, sadece kendisi ile ilgili çıkar duygusunu önemseyen bir kişilik yapısı…
Konuya ilişkin değerlendirme Ali Haydar Haksal‘ın, “Aklını peynir ekmek ile yemek” başlıklı yazısında yapılıyor. “İnsanlıkta bir sorun var. Bu, giderek bir karmaşaya dönüşüyor. İnsanın sorumsuzluğu mu, ilgisizliği mi, sıradanlığı mı, ne? Cinnet hâlinde ve ne yapacağı belli olmayan bir tutum giderek belirginleşiyor. İnsanın içini yakan önemli sorunlar var. Denetlenemez, dengelenemez bir durum. İnsanlık çılgın bir durumda. Ya da çıldırmaya hazır bir bekleyişte. Bu, en üst katmanından en alt katmanına kadar böyle.” tespitinde bulunan Haksal, Milli Gazete‘deki yazısında, yaşanan değişimde ipin ucunun kaçtığını ve bir daha da toparlanılamadığını, bir de bu bozulma ve çözülmede hikmet arandığını vurguluyor.
Haksal şöyle devam ediyor:
Siyasilerin, medyada konuşanların, toplum önünde bulunanların geneline yansıyan bir ruh hali. Dengesizliklerle geçmişlerini ve yaşanmışlıklarını yadsıyanlar ve değişik bir tutum sergileyenlerden söz ediyoruz. Değişimin de bir kuralı var. Değişim yeni bir açılım gibi görünüyorsa da çözülmenin getirdiği önemli bir sorun. İnsan çözülmeye görsün, bir yumak gibi kontrol dışına çıkılıyor. İpin ucu kaçıyor bir daha da toparlanılamıyor.
Yukarıdaki deyimi daha çok günümüz siyasa insanları üzerinde çözümleme gibi bir niyet ile yazıya başlandı. Ne ki insanlık birbirinin aynası. Cinnet ve tutarsızlık hâli bulaşıcı bir hastalık gibi.
Siyasilerin kendi kendilerini nakzetmeleri, dahası inkâr etmeleri anlaşılır gibi değil, yanardöner gibi. İnsan bu kadar tutarsız olabiliyor, bu kadar çelişebiliyor. Şaşılacak bir durum. Bu, kendileriyle sınırlı kalsa iyi. Öyle olmuyor. Peşlerinden sürükledikleri kitleleri de etkiliyorlar. Onlar da aynı ruh haline bürünüyorlar. Öyle bir durum oluyor ki, bu değişimlerde bile bir hikmet aranıyor. Yalanı, hileyi, tutarsızlığı onaylıyorlar. Kendileri de onaylanan halinin bir parçası hâline getiriyorlar. Bu bir farkındalık mi, değil mi? Asıl sorun da bu.
Tutarsızlık ve dengesizlikler bir kişilik hâline bürünüyor. Yalan kavramının bile bir anlamı kalmıyor. Olumsuzlukların geçerliliği kabul görüyor.
Müslüman bir milletin bu denli çarpık duruma düşmesi, özünden ve ruhundan uzaklaşması bir hastalık halini de aşma anlamına geliyor.
Hem Müslüman hem İslâm dışı bir yaşama biçimi. Hem Müslüman, hem yalan söyleyen, iftira eden, gerçekleri saklayan, sadece kendisi ile ilgili çıkar duygusunu önemseyen bir kişiliğe bürünülüyor.
Bu zamanda hakiki Müslüman kalabilmek de zor. Bu karmaşık hayata ayak uydurmak, kendini koruyabilmek bir o kadar da zor. Müslümanlar adına Müslümanlıkla çıkarın ve dünyeviliğin öncelenmesi bir bahtsızlık.
İnsanlara örnek olabilme önde olan insanlara düşer daha çok. Toplumun önünde, aydınların, siyasilerin, yönetenlerin ve hatta aileden sorumlu anne babaların da bulundukları medeniyet ve düşüncenin özüne uygun yaşamaları bir zorunluluk. Onlar sadece kendileri adına yaşamıyorlar. Sorumlu bulundukları hemen herkese karşı böyle olunmalı.
Bu kadar karmaşık bu kadar tutarsızlık içinde insanlığa yanlışlarını döne döne yaşayanların durumu içler acısı. Bu kadar değişkenliği akıl almıyor diyeceğiz ama ne yazık görerek yaşıyoruz.
Bu denli tutarsızlıkların savunulması ancak insanın “aklını ekmek peynir ile” yemesiyle izah edilebilir. Göz göre göre kendi kendilerini inkâr ya da değişimlerini yalan ve hile ile izah etmek kabullenilemez. Bir Müslüman olarak kabullenilemez. Elbette her milletin kendine göre değer ölçüleri var. Kendilerine göre doğruları ve yanlışlarının olması doğal karşılanır. Bir Müslüman’ın, bir Hıristiyan’a alkolün haram olduğunu söylemesinden daha saçma ne olabilir. Alkol onların bir gerçeği ve hayatlarının özü. Hatta dini bir ritüel. Papazların, rahiplerin şaraba ekmek bandırıp yeme ve yedirmeleri bir dini davranış biçimi. Zaten Müslüman ile Hıristiyan arasındaki temel farklar bu gibi durumlarda ortaya çıkar. Elbette ki, amentü bağlamında iman şart. Bu ayrı bir durum tabii.
Dememiz şu ki, kitleler önünde tutarsızlıkların, yanlışların ve hakikat dışı olan şeylerin başka bir izahı olamaz. Bu kişiler ancak “akıllarını ekmek ve peynir ile yerler”. Durum bu.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *