Avrupa’nın tercih ettiği Arap lider tipi

Avrupa’nın tercih ettiği Arap lider tipi

Arap Baharı’nın Batılı bir proje olmadığını savunan Nihal Bengisu Karaca, meydanlara akan çeşitli insanların “Biz demokrasiyi hak ediyoruz, diktatörleri değil” duygusu ile hareket ettiklerini, Avrupa’nın Arap diktatörlerle verdiği fotoğrafın ise “AB’nin diktatörlerle pazarlığının” simgesi olduğunu anlattı.

Üzerinden günler geçmiş olmasına karşın, Avrupa ile Arap liderlerin bir araya geldiği zirvenin yankıları devam ediyor. Nihal Bengisu Karaca, Habertürk‘te yaptığı değerlendirmede, birlikte verilen fotoğrafın anlamını yorumlarken, Batı’nın gösterdiği çifte standarda vurgu yaptı. Arap Baharından itibaren konuyu değerlendiren Karaca, demokrasi adına yapılan gösterilere karşın Batının “Kendi kendisini yöneten Ortadoğu halkları” fikrinden hoşlanmadığını, diktatörlerle pazarlık konforundan vazgeçmeyi göze alamadığını vurguladı.

Habertürk’te yayınlanan, “AB’nin yeni dış politika mottosu: Pistte kim varsa onunla dans ederiz” başlığını taşıyan yazısında şu değerlendirmeyi yaptı:

Şarm el Şeyh’te düzenlenen AB-Arap Birliği Zirvesi’nin başladığı gün, Sisi rejiminin 9 genci idam etmesinin üzerinden sadece iki gün geçmişti. En az 24 Avrupa ülkesi liderinin katıldığı üçüncü AB-Arap Zirvesi için hem talihsiz hem de “Batılı çifte standartlar” bahsi için turnusol kağıdı netliğinde bir tesadüftü ve bu durum en çok kendi uygarlık, demokrasi, evrensel insan hakları vizyonlarına inanan Batılı demokrat kamuoyunu şaşırtmış durumda. Zirve biteli günler oldu ama AB ülkelerine ve zirveye katılan liderlere tepki devam ediyor.

Eleştirilerin merkezinde Avrupa liderlerinin 2014’ten bu yana 42 idam kararını infaz etmiş, 50 kişinin idam kararını onaylamış darbeci Abdülfettah Sisi ile nasıl yan yana gelinebildiği sorusu vardı. Zira mesele sadece idamlar da değil. Mısır meclisi daha bu ay Sisi’nin otoriter rejimini 2034’e kadar uzatacak bir tasarıyı destekledi. Onaylanmasına kesin gözüyle bakılan tasarı Sisi’nin 2034’e kadar Mısır’ın başında kalmasını sağlayacak. Muhalif görüşte olanlar hapse atılmaya devam edecek. Mısır’da hapse girmek demek, çok yoğun işkence görmek ve Müslüman Kardeşler üyesi olun ya da olmayın üzerinize atılı her suçu üstlenmeniz demek.

Tıpkı zirveden iki gün önce savcı cinayetinden sorumlu tutularak idam edilen dokuz kişiden biri olan 23 yaşındaki Mahmud el-Ahmadi’nin yapmak zorunda kaldığı gibi. Ahmadi, ölmeden önce mahkemeye şunları söylemişti: “Kelepçelerin bıraktığı izleri görebilirsiniz. Vücudumun her yerinden irin akıyor. Adli tıp denetçileri yalan söylüyor. Bu mahkemede, hapishanede bizimle birlikte olan ve bize işkence yapan bir polis memuru var.” Başka bir sanık, bir El Ezher Üniversitesi öğrencisi Abulqasim Youssef ise gözleri bağlı halde yedi saat boyunca baş aşağı asılı tutulduğunu ve vücuduna elektrik verildiğini anlattı.

Yani “İdam edilenler teröristtir” diyebileceğiniz bir yargı sistemi yok Mısır’da.

Biraz da bu nedenle, Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk, İngiltere Başbakanı Theresa May’ın da katıldığı konferansı en sert şekilde eleştirenlerden biri İngiliz The Guardian gazetesi ve baş yazarı David Hearst idi.

Haerst zirveye katılacak liderlere “Sisi’nin salakları” demekten çekinmedi ve şunu sorguladı: Batı neden Arap dünyasında demokrasiyi desteklemiyor? Gazete zirveden sonra şunu yazdı: “Bay Sisi’nin yönetimi şu anda istikrarlı görünebilir; ancak bu rejimi güçlendirmek aptalca ve yanlıştır.”

BATI NEDEN DEMOKRASİYİ DESTEKLEMİYOR?

Sahiden de, AB ülkeleri Şarm el Şeyh’teki zirve ile 2013’te yaptığı kanlı bir darbeyle iktidarı ele geçiren Sisi’nin uluslararası arenada aradığı meşruiyeti altın tepside sunmuş oldular. Sebep mülteci geçişinin önlenmesi doğrultusunda Mısır’a önemli bir rol düşmesi filan mı?

Aslına bakarsanız Mısır göç haritasında önemli bir konumda değil ama yirmi mülteci eksilse kâr. Kahire, alacağı bazı ekonomik avantajlar karşılığında mülteci sayısını azaltacağına söz veriyor nitekim. “Diktatörlere fısıldayan adam” Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Muhammed Bin Selman’a yaptığı gibi Sisi’nin kulağına eğilip övgülerini sunması bundan mı? Hayır. Fransa Mısır’ın en önemli silah tedarikçisi. Fransa, Mısır ordusunun büyük güçlü silahlarla donanmasını sağlıyor.

ABD gibi, AB de, bir zamanlar taşıyıcılığını ve lansmanını yaptığı “evrensel insan haklarının”, “demokrasi”nin içeriğiyle asla örtüşmeyen işler yapmaya seyirtiyor, çünkü bu kavramlar artık “kazanç” getirmiyor. AB, Helsinki yurttaşlar senedi ile başlayan süreçte, tarihte bir damla sayılabilecek kadar kısa bir süre için de olsa “değerler siyaseti”nin sembolü olmuştu. Ancak görülen o ki, bu bitti.

“GERÇEKÇİ DIŞ POLİTİKA” YA DA “DEĞERLER SİYASETİ”NİN ÇÖKÜŞÜ

AB’nin 2010 – 2015 yılları arasında en üst diplomatik yetkilisi olan Pierre Vimont, Financial Times gazetesine yaptığı açıklamada, “AB, geçmişten daha gerçekçi bir dış politika benimsemeye çalışıyor” görüşüyle savunmaya çalıştı zirveyi.

AB Komisyonu Başkanlığı için adı geçen Hollanda Başbakanı Mark Rutte’nin 13 Şubat’ta Zürih’te yaptığı konuşma ise daha açık ve dolaysızdı. “Gerçekçi dış politika” vurgusu ön planda olan konuşmasında şunları söylemişti Rutte: “Sadece değerlerimiz konusunda vaaz verip, jeopolitik arenada iktidarı kullanmaktan çekinirsek, kıtamız her zaman haklı ancak nadiren kazançlı olacaktır. Bazen pistte kim varsa onunla dans edeceksin.”

Son örneğini AB-Arap Zirvesi’nde gördüğümüz fotoğraf “AB’nin diktatörlerle pazarlığının” simgesi oldu. Aynı eküri, Kaşıkçı cinayetindeki rolünü hepsinin bildiği Suud veliaht prensi Muhammed Bin Selman ile de içli dışlı, ahbap çavuş ilişkileri sergilerken görüntülenmişlerdi.

ARAPLAR “DEMOKRASİ” İSTEYİNCE “REELPOLİTİKA” KIYMETE BİNDİ

Sözde Batı ile iyi ilişkileri olan, sözde Batılı emperyalistlere yardakçılık eden Mısır’ın Müslüman Kardeşler’iydi. Sözde Arap baharı da Batı’nın projesiydi.

Oysa günün sonunda Batı’nın diktatörleri daha çok sevdiği anlaşıldı.

2013’ten beri defalarca yazdık söyledik.

Hayır, Arap Baharı Batılı bir proje değildi. Sonu kötü bitse de, Arap Baharı olarak anılan süreçte meydanlara akan çeşitli insan gruplarını birleştiren tek bir duygu vardı: “Biz demokrasiyi hak ediyoruz, diktatörleri değil”.

Müslüman Kardeşler’in partisinin bu taleplerin taşıyıcısı olma nedeni Mısır sosyolojisiydi başka bir şey değil. Mısır ordusundan siviline Müslümandı, şeri yasalar yürürlükteydi.

Ancak Batı, Müslüman Araplar içinden yükselen “Madem refahın, hukukun üstünlüğünün, kanun karşısında eşitliğin, iyi hizmet almanın yolu demokrasiden geçiyor, biz de ondan istiyoruz” talebiyle ne halt edeceğini bilemedi. Araplar demokrasiye layık mıydı? Bununla baş edebilirler miydi?

Hayır. “Kendi kendisini yöneten Ortadoğu halkları” fikri iyi bir fikir değildi. Zira demokratikleşirken, hafazanallah güç de kazanabilirler, kaynaklarına sahip çıkabilirler, 1. Dünya savaşı ile şekillenmiş statüyü yok edebilirler, İsrail’in güvenliğini tehlikeye atabilirlerdi. Batı, sömürge sonrası kurduğu strüktürün yıkılmasını, diktatörlerle pazarlık konforundan vazgeçmeyi göze alamadı ve Müslüman Kardeşleri tahtları için tehdit gören BAE, Suud gibi otoritelerle senkronize oldu. Mısır’dan Suriye’ye uzanan değişim taleplerine destek olmak yerine, ayaklanmalar sonucu oluşan istikrarsızlıkların direniş iklimini zehirlemesini bekledi ve hatta alttan alta destekledi. Nitekim kısa bir süre sonra Sisi darbe yaptı, Batı destekledi. Suriye’de IŞİD adlı ne idüğü belirsiz “proje” örgüt, Esad’a karşı sürdürülen direnişi enfekte etti. Batı muhalefeti “IŞİD mi, Esad mı?” sorusunun kolaycılığına mahkum ettikten sonra, elbette Esad kazanacaktı.

“PATRIOTİC SPRİNG”İN KİRLİ ZAFERİ

“Değerler siyaseti” böyle çöküşe ilerlerken, “Küreselleşme doktrinine karşı çıkıyoruz, bizim için önemli olan ulusal çıkarlarımızdır” diyen Trump gibi bir profilin ABD Başkanı olması işleri daha da kötüye götürdü. Hollanda’daki aşırı sağcı partinin ırkçı lideri Geert Wilders Trump’ın başkan olmasını “Patriotic Spring” diyerek kutlarken ne dediğini gayet iyi biliyordu.

Sahiden de, Arap Baharı değil, Ulusçuluğun baharı idi kazanan.

Ulusal çıkarlar, pragmatizm, daha fazla kontrol, ticari çıkarlar üzerinde daha fazla denetim, güvenlik, kim güçlü ise onunla el sıkışmak, pistte kim varsa onunla dans etmek ve mültecileri denize dökme planları yeni dönemin öne çıkanları.

“ULUSAL ÇIKARLAR” ULUSLARIN LEHİNE DEĞİLDİR

Ama bu siyasetin bir bedeli var. Çünkü “ulusal çıkarlar” başka bir ulusun başka insan topluluklarının, zayıfların, mazlumların yaşam haklarına duyarsız kalmayı normalleştirdiğinde “terör” azalmaz, artar.

Varoluş sebeplerini “menfaat ve güvenlik” ikilisi ile sınırlayan devletler herkes için iyi olana dair bir hayal, bir temenni bir ufuk sunmakta geri düştüklerinde, bunları devletler yerine başkaları yapmaya başlar. Başkaları “adalet” sağlama peşine düşer.

Üst değer oluşturmayan ve üst değer çatısı altında buluşamayan hegemonya, inandırıcılığını yitirip rıza üretemez hale gelirlerse buna bağlı olarak “meşru şiddet tekeli olma” yetkisini de fiilen yitirirler. “Vigilante” namıyla ortaya çıkan çok sayıda yasadışı örgüt ve girişimin yolu böyle açılır. Deep web, bitcoin, küreselleşmenin imkanını sonuna kadar kullanan “hacker”lar, her zaman herkese silah satanlar güvenlik boşluklarınızı bulur ve küçümsediğiniz “değerler siyaseti”nin, ne kadar önemli bir haslet olduğunu, ordu kadar, tank kadar somut bir yönetme aracı, iktisat kadar değerli bir bilim olduğunu o zaman anlarsınız.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *