Ortadoğu ve Suriye’deki gelişmeler, Rusya, Türkiye ve İran’dan oluşan “Kuzey Cephesi” ile ABD ve İsrail öncülüğünde oluşturulan Mısır, bazı Körfez ve Avrupa ülkelerinin eklendiği “Güney Cephesi”ni belirgin hale getirdi.
Soçi’ye karşı Varşova: ‘Kuzey Cephesine’ karşı ‘Güney Cephesi’
İstanbul/Cengiz Tomar
Geçen hafta birbiriyle bağlantılı ya da birbirine taban tabana zıt iki ilginç toplantı gerçekleşti. Biri Avrupa’da (tarihin garip bir cilvesi olarak Soğuk Savaş’ın meşhur Doğu ya da Sovyet bloğuna, yani Varşova Paktı’na adını veren, şimdilerde Avrupa Birliği üyesi olan Polonya’nın başkenti) Varşova’da, diğeri ise Rusya’nın en büyük tatil beldesi Soçi’de. Varşova’daki toplantı ironik biçimde ABD riyasetinde, İsrail’in “solo performanslar” sergilediği ve bazı Arap ülkelerinin de “vokal desteğiyle” bir Doğu-Batı orkestrasının sunduğu melez bir konsere dönüştü. Belki de Rusya’ya mesaj vermek için, sembolik olarak kasten seçilmişti Varşova. Moskova yönetimi ise buna ABD’nin ebedi ve ezeli düşmanı İran ve NATO üyesi kadim stratejik ortağı Türkiye ile birlikte sayısal olarak daha küçük, ama Ortadoğu’daki özgül ağırlığı çok daha büyük bir trio ile karşılık verdi.
Aslında daha önceki pek çok yazıda ifade ettiğimiz üzere, Ortadoğu ve Suriye meselesinde Rusya, Türkiye ve İran’dan oluşan “Kuzey Cephesine” karşı ABD ve İsrail öncülüğünde oluşturulan Mısır ve bazı Körfez ülkelerinin katıldığı “Güney Cephesine”, tabir caizse çaktırmamak için, dostlar alışverişte görsün kabilinden birkaç Arap ülkesi ile bazı Avrupa ülkeleri eklenmişti. Böylece saha genişletilerek Güney Cephesinin etkisi ve meşruiyeti uluslararası arenada yaygınlaştırılmaya çalışıldı.
Soçi Zirvesi Astana sürecinin soğuk kış nedeniyle nispeten daha ılık bir limana çekilmiş versiyonu görüntüsü verirken, Varşova toplantısı temelde İran’a (biraz da Türkiye’ye) karşı kurulan Güney Cephesinin “update” edilerek genişletilmiş sürümü olarak “Orta Doğu’da Barış ve Güvenliğin Geleceğini Desteklemek” adını taşıyordu. “Tut kelin perçeminden”, nereden baksanız serâpâ ironik bir toplantıydı. Zücaciye dükkânına girmiş fil gibi, sözde demokrasi getireceğim derken, Ortadoğu pazarını (sûk) tarumar eden ABD öncülüğünde, Filistin’i devlet terörüyle boğan, çoluk-çocuk demeden evlerinden çıkarıp Yahudi yerleşimcileri iskân eden İsrail ile yeni flört etmeye başlayan kimi darbeci, kimi modernlik adına kadınlara ehliyet vermeyi tartışan Arap liderleri Varşova’da toplandılar. İşin daha da trajikomiği, henüz kimin yönettiği belli olmayan Yemen’in (“kelin merhemi olsa başına sürer” misali) Varşova’daki çok sesli klasik batı müziği korosunda, doğunun ezgilerini sunmak adına boy göstermiş olmasıydı.
İsrail başbakanı Netanyahu, ülkesini eski tabirle “keenlemyekün” olarak tanımayan ve diplomatik ilişki kurmayan Körfez ülkelerinin yöneticileriyle ikili toplantılarını basına sızdırarak iyi bir PR çalışması yaparken, yeni flörtleri İsrail nedeniyle kendi halklarından utanan Arap yetkililer, ilk defa flört edenlerin mahcubiyetiyle, sağa sola kaçamak ve umarsız bakışlar fırlatıyordu. İşin daha da garibi, Kudüs ve Mescid-i Aksa’yı ziyaret etmek için İsrail vizesi alan veya pasaportunda İsrail mührü bulunan sıradan Müslümanların, sırf pasaportlarındaki İsrail mührü veya güvenlik etiketleri yüzünden, Netanyahu ile fikir teatisinde bulunan bu Arap liderlerin ülkelerinin hudutlarından geçmeleri mümkün değildi.
Bunun karşısında nicelik olarak daha küçük ama Ortadoğu’da nitelikli bir ağırlığı olan Türkiye, İran ve Rusya’dan müteşekkil Kuzey Cephesi, aslında Ortadoğu’daki çıkarları açısından “üç benzemez” olmakla birlikte, Suriye söz konusu olduğunda, en azından bu ülkenin toprak bütünlüğü gibi konularda anlaşan ve Varşova grubuna göre özellikle Suriye’de daha etkili ve yetkili bir cepheydi. Bu üçlü Suriye’de Astana süreciyle oluşturdukları ve pratikte de işleyen işbirlikleriyle Cenevre sürecinin ruhuna çoktan Fatiha okutmuşlardı.
ABD’nin PYD/YPG eliyle Suriye’yi bölme çabası, bu üç ülkeyi anlaşmaya iten en önemli sebeplerdendi. Zira Rusya Suriye’deki varlığını ve üslerini ebedi olarak garanti altına alırken, üç yüzyıllık “kızıl elması” olan sıcak denizlere, yani Akdeniz’e sağlam bir demir atmış, eski dünyanın en sıcak denizlerine ulaşmıştı. İran da Hizbullah yoluyla İsrail’i rahatsız etme ve Suriye’deki mevcut nüfuzunu muhafaza etme konforunu elinde tutmak için rejimi tereddütsüz şekilde desteklemekteydi. Türkiye ise hemen güney sınırında Suriye’nin bölünerek ABD öncülüğünde bir PYD/YPG devletinin kurulmasına asla ve kat’a razı olamazdı. Amaçlar ve görüşler farklı olsa da, üç ülke de ortak çıkarlar konusunda Astana sürecinde daha etkin ve yetkin bir birliktelik sağlamışlardı ve bütün görüş ayrılıklarına rağmen bu birlikteliklerini sürdürme gayreti içindeydiler. Tabii ABD ve İsrail öncülüğünde İran’a ve biraz da Türkiye’ye, hatta bu üçlü işbirliğine karşı kurulan Güney Cephesinin varlığı Kuzey Cephesinde de safların sıklaşmasını sağlıyordu.
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Arap liderlerini İran tehdidine karşı İsrail’le birlikte bir cephe oluşturmaya davet ederken herhalde Ortadoğu’ya barışı İsrail’le getirmeyi planlamaktaydı. Oysa biz İsrail’in Filistin’e nasıl bir barış(!) getirdiğini uzun yıllardır büyük bir üzüntüyle müşahede etmekteydik. Suriye’ye barışı da PYD/YPG adlı terörist örgütle getirmeyi tasarlamaktaydı, zahir. Tıpkı daha önce Irak’a Çekiç Güçle getirdiği barış(!) gibi. Üstelik Ortadoğu’ya barış getirmeyi planlayan bu toplantıya, Türkiye ve İran gibi Ortadoğu’nun Arap olmayan iki pivot ülkesi katılmamışken Irak, Cezayir, Katar ve Lübnan gibi ülkeler de yoklama listesinde bulunmuyordu. Avrupalılar ise hiç ortalıkta değillerdi.
Varşova toplantısından en kârlı çıkan şüphesiz Netanyahu oldu. Ülkesinde yaklaşan seçimlerden önce, İsrail’i yıllardır tanımamakta direnen pek çok Arap ülkesinin idarecisiyle görüşerek, uluslararası düzeydeki popülaritesini kendi halkına izhar etme imkânı buldu. ABD ise İran’a karşı oluşturmayı başardığı Güney Cephesine daha geniş bir destek sağlamayı planlıyordu. Fakat Avrupa ülkelerinin toplantıya düşük düzeyde katılmaları ve Arap devletlerinden de (Güney Cephesinin asil üyesi olarak kayıtlı bulunmayan) pek azının katılması hesapları altüst etti. Bu toplantıdan en zararlı çıkacak olanlar ise (hele bir de ABD ve İsrail, Filistin’le ilgili gizemli “Yüzyılın Planını” yakında açıklarsa) İsrail’le iş tutan Arap ülkelerinin yetkilileri olacaktır.
Yazımızı her zaman olduğu gibi bir son sözle bitirelim: Burası Ortadoğu ve “evdeki hesap çarşıya hiç uymaz”.
[Prof. Dr. Cengiz Tomar Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Rektör Vekili olarak görev yapmaktadır]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *