Aklın yanıldığını bütün akıl sahipleri kabul eder. Ancak yanılan aklın yok sayılması da insanın yok sayılması ile eş anlamlıdır. Çünkü insanı, insan eden boyu posu değil aklıdır. Onu yok sayan ya da devre dışı bırakan insan cinsine en büyük fenalığı yapmış demektir…
Bursa Şehir Medya’da yayınlanan, Selami Saygın imzalı yazıda, aklı kullanan dini ekollerin, ehli sünnete mensup kişiler tarafından eleştirilmesi eleştirildi. Dinin anlaşılması için aklın gerekliliğine vurgu yapılan yazıda ayrıca, ortaya konulan birçok çelişkiye de dikkat çekildi. İşte o yazı:
İslamcıların akılcılığı
Bir düşüncenin, anlayışın derde deva olduğu müddetçe, her hangi bir sorunun çaresi olduğu sürece alınması icap eder. O düşüncenin “yerliliğini” aramak beyhude olur. Yerlilik eğer ülke sınırları ile kayıtlı olursa böyle bir kayıt düşünceyi fakirleştirir. Ülke yerine dini anlayışa uygunluk kaydı aranırsa bu da aslında ucu açık bir konudur. Çünkü dini anlayışları mutlak bilmek, kendi anlayışı dışında kalanları da suçlu sapkın bilmek apayrı bir fakirliğin, saldırgan bağnazlığın kapısını aralar.
Kendi dini anlayışı dışında kalanları suçlarken dinle ilgisiz ya da din dışı sayılan terimlerle mahkum etmeye çalışmak da eğer kötü niyetten kaynaklanmıyorsa bir cehaletin ürünü olmalıdır. Söz gelimi Ehli Sünneti sahiplenmek olumlu bir şeydir. Ancak tek bir ehlisünnet anlayışının olmadığını erbabı bilir. Tasavvuf ekolünü ehlisünnet etiketi ile savunmak da ayrı bir yanlıştır. Beğenirsin beğenmezsin bunların her ikisinin de din konusunda, farklı usulleri olduğundan zaman zaman çelişkileri görülür. Ancak bu çelişkileri yok bilmekle yok olmazlar.
Ehli Sünnetin genel kabulünden dolayı da ehlisünnetten bağımsız ekolleri onun bir unsuru gibi takdim etmek de bir çeşit istismardır. Böyle işlerden uzak durmak da ahlakın bir gereğidir. Abduh ve Efgani gibi isimleri yerli değiller diye mahkum edenlerin Gazali-İbni Arabi gibileri baş tacı etmeleri kullandıkları kavramlara da sadık kalmadıklarını göstermektedir. Hatırlanmalıdır ki Efgani Afganistan ya da İranlı iken Abduh da Mısırlıdır. Türkiye sınırları dışındaki ülkelerden diye bu isimleri “harici” bilmek ümmet millet anlayışı ile hiç bir şekilde bağdaşmaz.
Elbette adı geçenlerin hemen her görüşlerinin kabul edilmesi gibi bir husus düşünülemez. Ancak Abduh ve Efgani’yi “yerli değil” diye dışlayan hat için bağlayıcı saymadığı görülmüştür. Ayetlerde cehennemin ebedi olması vurgulanmışken İbni Arabi “cehennemin ebedi olmadığını” yazdığı gibi rüyasında gördükleri ile hadis kitapları bile tedvin ettiğini iddia etmiştir.
Ehli Sünnet ekolü zahiri ilimleri esas almış onun kuralları ta karşıdan bilen bir anlayışın İbni Arabi ve Gazali’yi bayraklaştırması rahatsız edici bir tutarsızlık örneğidir. Çünkü İbni Arabi Endülüslüdür. Bırakın Ehli Sünnet ilkelerini ayetleri bile bazen kendisi ile tarih ilminin imkanları ile hadis rivayetlerinin sihhatini tayin etmeye çalışırken İbni Arabi bütün bunları yok sayarak gördüğü rüyalara göre hadis metinleri oluşturmuştur.
Şimdi İbni Arabi bu haliyle yerli ve Sünni sayılırken Efgani ve Abduh’un karşıdan sayılması ehli sünnet in hangisine uyar? Belli ki bu durum bir ehlisünnet tahrifi ya da istismarıdır. Gazali ise bilindiği gibi Fars’tır İranlıdır. Onu yerli eden nedir? Ancak Gazali diğer isimlerden farklı olarak tarihte Ehli Sünnet ve Tasavvuf ekollerini telif etmeye çalışan ilk örnektir. Ehli Sünneti Gazali’den ibaret bilmek asla doğru olmadığı gibi Ehli Sünnetin Gazali öncesi tarihini de inkar etmek anlamına gelir.
Tasavvuf ekolü dışında kalan kesimleri son zamanlarda “yerli değil, İslamcı, akılcı” diye suçlamak giderek moda haline geldi. Oysa İslami ekoller arasında, aranan ilk şart nasalara, kitaba uygunluğudur. Bunun yerini “yerliliğin” alması yeni ve meşruiyeti kuşkulu bir anlayıştır. Bir anlayışın akılcılıkla suçlanması ise apayrı bir konudur. Çünkü din zaten akıl sahipleri içindir. Aklı olmayanlar din için muhatap ya da sorumlu değildir. Yüzlerce ayette, aklın kullanılması ısrarla hatırlatılmış iken aklını kullanmayanlar ise kınanmış iken şimdi tarihin, toplumun, evrenin açıklanmasında ilgili ayetlerin anlaşılmasında akıldan da faydalanılmasının suç bilinmesi sorunlu bir aklın marifeti sayılabilir.
Böyle bir marifeti ise Ehli Sünnet adıyla etiketlemek asla o tutumu meşrulaştırmaz. Çünkü aklın yok sayılmasının İslam Dünyasını hangi felaketlerin içine düşürdüğü tarihi tecrübe ile sabit iken birilerinin hala “bu işler akıl ile olmaz” nakaratını tekrarlaması yeni felaketlerin işaretinden başka hiçbir manaya gelmeyecektir.
Aklın yanıldığını bütün akıl sahipleri kabul eder. Ancak yanılan aklın yok sayılması da insanın yok sayılması ile eş anlamlıdır. Çünkü insanı, insan eden boyu posu değil aklıdır. Onu yok sayan ya da devre dışı bırakan insan cinsine en büyük fenalığı yapmış demektir. Üstelik bu fenalığın ehlisünnet adına yapılıyor, tekrarlanıyor olması elbette ehlisünneti sorumlu etmez ancak bu tercih sahiplerinin tarihte bilinen ehli sünnetin dışında yeni bir icadı Müslüman mahallesinde pazarladıklarını göstermektedir.
“İslamcılık” hakkında zerrece bilgisi olmayanların, onu bir suçlama ve aşağılama nedeni saymaları, akılcılıkla onu mahkum etmeye çalışmaları da İslamcı diye sıraladıkları isimlerden anlaşılabilir. Çünkü o isimler “biz İslamcı değiliz” dedikçe bazıları ısrarla “yok yok siz İslamcısınız, siz akılcısınız” demeye devam etmektedirler. Böyle bir tekrar, propaganda bakımından neler getirip götürür elbette bu zamanla anlaşılacaktır. Ancak ahlak dışı, kural dışı tarih dışı bir tekrar olduğu kuşku götürmez.
(Bursa Şehir Medya)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *