Trump’ın çekilme kararı, YPG/PKK’yı Türkiye ile karşı karşıya bırakma anlamına gelirken, tampon bölge açıklaması “Kuzey Suriye’de ayrılıkçı bir yapı oluşturma projesinin” tabutuna çakılan son çivi olduğu ileri sürülüyor.
Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge senaryoları
İSTANBUL – Mahmud Osman
ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye’den çekilme kararı, bölge ülkelerinin ve Suriye krizine müdahil olan güçlerin, ABD’nin bununla gerçekte neyi murat ettiğini ve genelde Ortadoğu, özelde ise Suriye stratejisinde meydana gelen değişimin doğasını anlamak için daha fazla çaba sarf etmesine sebep olması bakımından geniş yankı uyandırdı. Karar aynı zamanda Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin ulusal güvenliğinin sağlanmasına katkı sağlayacak ve ABD’nin DEAŞ’a karşı savaşta ortaklık yaptığı silahlı grupları sınırdan uzaklaştıracak 30 kilometre derinliğinde bir “tampon bölge” fikrini ortaya atması nedeniyle de ilgi çekti.
Türkiye tampon bölge fikrine sıcak baksa da, uygulamayla ilgili “ayrıntılar”, fikrin kendisinden daha önemli gibi duruyor. Zira şeytan ayrıntıda gizlidir. Ama şurası bir gerçek ki Amerikalıların bile bütün tarafları ya da en azından çoğunu hoşnut edecek bir planı yok. “ABD’nin bölgeden çekilmesiyle doğacak boşluğu kim dolduracak ve burayı askeri olarak kim yönetecek?” sorusuna henüz tam bir cevap verilmiş değil.
Meseleyi anlayabilmek için, ABD’nin Suriye krizinde izlediği yolun önemli aşamalarını ve dönüm noktalarını sırasıyla ele alalım.
Suriye muhalefetini benimseme ve destekleme
İşin başında ABD, Arap Baharını büyük memnuniyetle karşıladı ve bu süreci “diktatör rejimlerden usanan ve hürriyet havasını solumak isteyen bölge halklarının ayağa kalkışı” olarak nitelendirdi. Eski ABD Başkanı Barack Obama’nın Arap Baharıyla ilgili sarf ettiği övgü ve takdir dolu sözler, özellikle de Mısır devrimini “dünya halklarının ilham kaynağı” olarak nitelendirmesi hâlâ zihinlerden silinmiş değil.
Fakat ABD’nin bu memnuniyetinin ve verdiği desteğin oluşturduğu dalgalar, “İran’la imzalanan nükleer anlaşmanın” kıyısında kırılarak sona erdi. Obama gözlerini kapatıp kulaklarını tıkadı ve Ortadoğu’yu sadece İran’la ilişkiler ve nükleer programı çerçevesinden görmeye başladı.
İran anlaşması pahasına Suriye muhalefetine sırtını dönme
İran’la nükleer anlaşmaya varılmasıyla Obama’nın elde ettiği büyük başarının ve İran’ın kendisini Esed rejiminin düşmesine mani olmaya adamasının ardından, ABD’nin ibresi Suriye muhalefetinden el çekme yönüne doğru kaymaya başladı. Hatta Obama daha da ileri gitti; Doğu Guta ve diğer yerlerde kimyasal silah kullanılmasına sessiz kalarak bizzat kendisinin açıkladığı “kırmızı çizgileri” ihlal etti. Küçük bir diktatöre boyun eğerek, ABD “imparatorluğunun” heybetini, prestijini ve güvenilirliğini sarstı.
Obama’nın, Suriye muhalefetini “siyasetten ve ülke idaresinden anlamayan çiftçiler” olarak nitelendirmesi,, bu aşamadaki “U” dönüşünün zirvesi oldu.
Suriye’deki askeri dosyanın Ruslara bırakılması
Pek çok kimse cumhuriyetçi Başkan Trump’ın, ülkesinin Suriye siyasetinde köklü değişiklikler yapacağını düşündü. Esed rejiminin Doğu Guta’nın Duma ilçesindeki kimyasal saldırısına karşılık olarak ABD, İngiltere ve Fransa’nın Suriye’deki mevzileri vurması bu kanaati güçlendiren bir unsur oldu. Ancak kısa sürede bu saldırının bir gövde gösterisi olduğu ve Trump’ın Obama’nın açtığı yolda ilerlediği anlaşıldı.
Trump selefi Obama’nın yöntemini izlemekle kalmadı; Rusların Suriye’ye askeri olarak müdahale etmesine de yeşil ışık yaktı ve onları ABD’yi marjinalleştirmeyecek, İsrail’in güvenliğini hesaba katacak ve bölgesel ve uluslararası tarafların kabul edeceği siyasi çözüm olgunlaşıncaya kadar güç dengelerini koruyacak temeller çerçevesinde savaşı yönetmekle yetkilendirdi.
Daha doğru bir ifadeyle Amerikalılar, siyasi süreç başlamadan önce, herkese darbe indirme ve çatışma halini sona erdirme anlamına gelen “kirli görevi” uygulamak için Rusları Suriye’de sahaya sürdü. Ancak bu, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in arzuladığı gibi kesin askeri zafer ilanıyla sonuçlanacak kadar ileri gitmedi; Rusların, muhaliflerin son kalesi İdlib’e doğru ilerleyişleri durduruldu ve Soçi mutabakatını imzalamak zorunda bırakıldılar.
Suriye’de siyasi sürecin yeniden gündeme gelmesi
Amerikalılar İdlib’de askeri çözüme karşı veto kullandıktan sonra, siyasi sürece geri dönülmesi için ortam hazırlamak amacıyla Ankara’yla yakınlaşma yoluna gitti.
ABD, Rusya’nın muhalefete karşı Halep’te başlattığı ve halen devam ettirdiği çetin savaşla ve Esed rejiminden yana bahis oynamakla Suriye’de başarısız olduğunu iddia ediyor. Putin’in kibri de onun kendisini Ortadoğu’nun hükümdarı zannetmesine neden oluyor. Üçüncü bir etken de Moskova’nın temel olarak İran’a bel bağlaması ve İran’ın rolünü ABD’nin istediği düzeye çekmeye yanaşmaması.
Burada Washington Moskova’ya şu mesajları veriyor: Öncelikle Rusya’nın Suriye’deki nüfuzu sınırlı, mutlak değil. Rusya’nın büyükler arasında oynanan oyunun kurallarına dönmesi gerekiyor. İkinci olarak Suriye’de, Cenevre’deki müzakere sürecinin, yani Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) Cenevre-1 bildirisi ve 2254 sayılı kararıyla çerçevesini çizdiği kıstaslar dışında bir çözüm söz konusu olamaz. Astana görüşmeleri ve Soçi Konferansı çözüm değildir. Rusya her ne kadar bu görüşmelerde alınan kararlara sıkı sıkıya bağlansa da, bunlar ikincil planda kalacaktır.
Washington’un Suriye stratejisini açıklaması
ABD Kongresi’nden gelen yoğun baskılar neticesinde Trump yönetimi, Suriye konusundaki stratejik planını kamuoyuna açıkladı. ABD’nin yeni stratejisi DEAŞ’la mücadele, İran’ın rolünü sınırlandırma ve siyasi sürece başlama üzerine temellendirildi.
14 Ocak 2018’de ABD, kuzeyde Türkiye ile güneydoğuda Irak sınırında Fırat nehrine paralel hatta konuşlanacak Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) bağlı 30 bin milisten oluşacak askeri bir birlik oluşturma planını açıkladı. Fakat ABD, Ankara’nın baskıları karşısında Suriye’nin kuzeyinde askeri birlik oluşturma fikrinden geri adım atmaya mecbur kaldı.
Bundan sadece 3 gün sonra, 17 Ocak 2018’de eski ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’un yaptığı açıklama, ABD’nin Suriye ve bölgeyle ilgili bir sonraki aşamada izleyeceği stratejinin açık ve doğrudan ilanı hükmündeydi. Tillerson, ABD güçlerinin DEAŞ, Esed rejimi ve İran’la mücadele için Suriye’de kalacağını söyledi ve bunu “ulusal çıkar” olarak nitelendirdi. Washington yönetimi, Suriye’de büyük çıkarları bulunduğunu ve bunları müdafaaya hazır olduğunu ilk defa açıklamış oldu.
Trump’ın Suriye’den çekilme kararı
Türkiye’nin dış ilişkilerinde izlediği “denge” stratejisi meyvesini verdi. Washington, Türkiye-Rusya ilişkilerine büyük bir korkuyla bakmaya başladı; çünkü bu ilişki taktiksel koordinasyon ve işbirliği sınırını aşıp stratejik ortaklık seviyesine yükseldi. Bu durum da ABD’nin yeni küresel stratejisiyle çelişiyordu. Bu nedenle ABD, Ankara’nın korkularını hafifletmeye çalıştı ve Zeytin Dalı harekatına yeşil ışık yakarak Afrin bölgesinin YPG/PKK’dan temizlenmesi sağlandı. Daha sonra Rusya, İran ve Esed rejiminin İdlib’deki muhaliflerin askeri varlığını sona erdirmek için düzenlemeyi planladığı operasyonu veto etti. Bu sayede Ankara’nın Moskova’yla Soçi’de mutabakata varmasının yolu açıldı.
Trump’ın Suriye’den çekilme kararı YPG/PKK’yı Türkiye ile karşı karşıya bırakmak anlamına geliyordu. Tampon bölge oluşturulması açıklaması ise “Suriye’nin kuzeyinde ayrılıkçı bir yapı oluşturma projesinin” tabutuna çakılan son çivi oldu.
Trump’ın Türkiye’ye yönelik yıkıcı ekonomik savaş tehdidi ise kamuoyu karşısında saygınlığını yitirmeme ve söz konusu krizin yönetiminde askeri mantığa ve silaha başvurulmadığını gösterme amacı taşıyordu ve bu çok önemli bir mesajdı.
Yazar Bercan Tutar 13 Ocak’ta Sabah gazetesinde şunları yazdı: “Kuşku yok ki Trump, en büyük rakipleri Çin ve Rusya ile mücadele etmek yerine ABD’nin 11 Eylül 2001’den beri periferik savaşlara gömülerek güç, para ve itibar kaybettiği inancında. Bu yüzden ABD Başkanı Suriye’den çekilme ile birlikte aslında teröre karşı savaşın da bittiğini duyurmuş oluyor. Zaten iktidara gelir gelmez Haziran 2017’de CIA’nın Suriye’deki operasyonlarına son verdi. Şimdi de Pentagon’u Suriye’den çıkarıyor […] Bütün olasılıkları düşünen ABD Başkanı bu bağlamda sadece Pentagon’un taşeronu YPG’yi satmıyor, Suudiler ile İsrail’den de yüz çeviriyor […] Kim ne derse desin Bush ve Obama’nın Amerikası İslam dünyasının çelik çekirdeği Türkiye’ye karşı tarihi bir stratejik yenilgi aldı. Bu realiteyi en iyi fark eden isimlerden biri de Trump.”
Sonuç olarak, Türk diplomasisi Trump’ı terörist milislerle iş yapmanın büyük stratejik bir hata olduğuna, yeni Türkiye’nin de eski Türkiye gibi olmadığına ikna etti. Silahının yüzde 80’ini kendisi üreten, yükselen bölgesel güç Türkiye, jeopolitik haritası yeniden çizilen bölgede göz ardı edilemeyecek bir güç haline geldi.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *