Ahlaksızlık ahlakı

Ahlaksızlık ahlakı

Her türlü ahlaki zaaftan sıyrılıp Hz. Nebi (as) gibi Kur’an’ı hayatımıza ahlak edinmeliyiz ki, yanlış giden tüm işlerimizde Allah bize hayırlı başarılar nasip etsin…

Ahlaksızlık ahlakı

Ahmet Durmuş

Ahlak kavramı Arapça olup, huy manasına gelen hulk veya huluk kelimesinin çoğuludur. Karakter, yaratılış, mizaç gibi anlamlara gelmektedir. Kur’an’a baktığımızda ise Kalem suresi 4. Ayetin de Rabbimiz elçisine: “Ve sen elbette yüce bir ahlak üzeresin” (Ve inneke le alâ hulukın azîm) buyurmaktadır. Kök itibariyle (H.L.K) yaratılışla alakalı olan ahlak kelimesi insanın yaratılışıyla beraber onun yol arkadaşıdır. Bu yolculuğun sonucunu insanın kendi tercihi belirleyecektir. (İsra/13) Konumuz olan ahlaksızlık ahlakını elbette ki Kur’an ve Hz. Nebi’den (as) gelen bazı rivayetleri mihenk taşı olarak kabul edeceğiz.

Maksadımız ahlakın felsefesini yapmak değil. Bizim kaygımız günlük hayatımızdaki bizi çevreleyen olumsuzlukları İslam tarihinden örneklerle şuura yansıtmaktır. Kalem suresinin İnsanlara ilettiği mesajdan dolayı müşrikler tarafından deli olmakla suçlanan (her peygamberde olduğu gibi) Allah Rasulü,  Allah tarafından adeta teskin ediliyor ve yüce bir ahlak üzere olmakla müjdeleniyor. Büyük bir davanın, adeta bir ahlak manifestosu olan İslam’ı, Âdem’den beri insanlığa taşıyan Nebiler son olarak yine ahlaki olgunluğunu tamamlamış olan bir Rasul taşıyabilirdi, o da Hz. Muhammed’di (as). Fücurunu ve takvasını sırtında taşıyan insan (şems/7-8) dağların, taşların dahi yüklenmekten kaçındığı bir emaneti İnsan hiç tereddüt etmeden yükleniyordu. (Ahzab/72) Bu emanetin taşıyıcısı genel manada insan olmakla beraber özelde ise seçilmiş olan Rasuller temsil ediyor.

Risalet, Rasullerin yaptığı ve bize de öğrettikleri ilk iş fücurun tümünden sakınıp hayatın her alanını kuşatan zorlukların içerisinde Allah’a yönelip temiz kalmaktır. Örneğin son Nebi’nin (as) insana verdiği değer, ticaret hayatı, dünyevi kaygıları, olayları kavrayışı, vakarlı duruşu, Allah’ın davasını kendisine birinci derecede dert edinmesi, saymakla bitmeyecek kadar güzel hasletleri. Yani erdemli davranışları hayatının tam merkezine taşıması nasıl onu yüce bir ahlak sahibi yaptıysa aynı yöntemi kullanan müminler için de bu ilkeler geçerlidir. İnsanın yapması gereken kendi nefsinde taşıdığı doğru seçeneği yani fücuru değil takvayı seçmesi gerekiyor.

Elbette ki insanlar doğuştan ahlaklı doğmuyor ama ahlaksız da doğmuyor. Fıtrat üzere yaratılan insan, (Rum/30) doğuştan kendisinde var olan iyi ve kötü ahlaktan birisini kendisi seçiyor. İnsanın yaptığı seçim elbette ki onun iyi ve kötüyü seçebilme özellikte yaratılmasıdır. İnsanın yaşadığı süreçte şu gerçeği de görmezden gelemeyiz, doğumundan sonra ailesi, çevresi, aldığı eğitim elbette ki etkendir.  Fakat Kur’an’a baktığımızda çevrenin iyi veya kötü olması Allah Katında bir mazeret değildir. Rabbim benim çevrem çok kötü insanlarla doluydu bu yüzden ben kâfir olarak huzuruna geldim deme hakkına sahip değildir. Örneğin Hz. Muhammed (as) müşrik bir toplumun içerisinden çıkmıştır ki bütün Nebiler’in ortak noktalarından birisi de bu. Zaten Allah elçisini mümin bir topluma değil Müşrik bir topluma gönderiyor. Muhammed (as) yönünü bir hanif olarak Allah’a dönmüştü. Allah’da onun bu samimi duruşunun önündeki tüm engelleri kaldırdı ve Onu âlemlere Rahmet olarak (Enbiya/107) seçti ve tüm insanlığa gönderdi.  “Ben’ güzel Ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyordu.  Allah Rasulünün bu sözünü şu şekilde anlasak yanlış mı anlamış oluruz; İslam güzel ahlakı temsil ettiğine göre Rasul de son elçi olarak tüm nebilerin insanlığa tebliğ ettiği hakikati son defa tebliğ edip tamamlamaya gönderildim diyordu. Böyle bir yaklaşım Maide suresi üçüncü ayetle de örtüşür kanaatindeyim. “Bu gün sizin için dininizi kemale erdirdim”… Dinin Kemale ermesi aynı zamanda ahlaki oluşumun da örnekliği kemale ermiş olur.

Bırakılan miras ne yazık ki hem din hem de ahlak gereği gibi korunamamıştır. Ahlak ve Din ayrılmaz bir bütündür. Bu mesajları konumuzla bütünleştirip günümüze taşıdığımızda ki, maksadımız zaten bu. Müslüman’ların içerisinde bulundukları 21. Yüzyılın en büyük sorunu ahlak sorunudur ve bu sorun bir bunalıma dönüşmüştür. Ne siyasi ahlak, ne cemaat ahlakı, ne ibadet ahlakı, ne konuşma ahlakı, ne susma ahlakı, ne haberleşme ahlakı, ne ticari ahlak, ne tüketim ahlakı, ne mümin ahlakı, ne kardeşlik ahlakı, saya bildiğiniz kadar sayın hiç biri yerine oturmuyor. Oysa ahlakı kötü olan insan biliyoruz ki, fıtratına ve yaratılış gayesine aykırı davranan ekini ve nesli bozan, yeryüzünü fesada veren kimselerdir. “O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez.” (2-Bakara/205)

Bugün yeryüzünde en büyük sorun, kâfirlikte sınır tanımayanlar değil, Müslüman olduğunu iddia eden ama Kur’an’a ve İslam’a bilerek veya bilmeyerek savaş açan sözüm ona Müslümanlardır. Bu savaş açma kâfirlerin İslam’a ve Müslümanlara karşı topla tüfekle açtığı savaş gibi algılanmamalıdır. Ancak içeriden açılan bu savaş yakıcılığı ve yıkıcılığı açısından daha şiddetlidir. İslam’a ve Müslümanlara çok büyük yaralar açmakta ve acılar çektirmektedir. Her türlü ahlaksızlık, çürümüşlük, menfaatperestlik ve ihanet içeride yani Müslümanlar arasında yaşanmaktadır. Yazımızın başlığından da anlaşılacağı gibi, ahlaksızlığı yani kötü ahlakı ahlak edinmek günümüz modern dünyada ışık hızıyla yaygınlaşmaktadır. Ahlaksızlık ahlakını insanlar o kadar benimsedi ki bütün doğrular ve yanlışlar iç içe girmiş kötü ahlak insanlara doğru diye dayatılır olmuştur. Günlük hayatın içerisine baktığımızda örnek gösterebileceğimiz o kadar çok olumsuzluk var ki neredeyse doğrular sıfırlanmış. Tatilleri, (tatil zaten bana göre İslami değil) düğünleri, cenazeleri, komşulukları, arkadaşlıkları, dostlukları, araba kullanışları, araba sevdaları, yolda yürümeleri, Allah’ın emaneti olan tabiatı kullanmaları, tükettikleri gıdalar, insan ilişkileri, sevinçleri ve tasaları velhasıl ne kadar iş ve amelleri varsa hepsi problemli. Her zaman olduğu gibi burada da istisnalar vardır. Ancak bu istisna insanların varlığı yığınların içerisinde kaybolup gitmektedir. Bugün ben de müminlerdenim diyen insanların yani bizlerin bu sıkışmışlıktan nasıl kurtulacağına dair ciddi anlamda kafa yormamız gerekmektedir.

Yukarıda bahsetmiştim İslam tarihinden ders almamız gereken bazı kesitleri okuduğumuzda bu günün sorunlarını da daha iyi kavrayabiliriz. Allah’ın Rasulüne karşı yapılan bir ahlaki zaafı gördüğümüzde hiç çekinmeden sahabeyi bile eleştiriyoruz. Eyvallah yanlışı eleştirmek elbette hakkımız bu kim olursa olsun fark etmez. Eleştiri hakkımızı kullanırken ahlaki duruşumuzu da bozmamak kaydıyla, tarihe göndermeler yapmak ta kolay. Peki, 21. yy. da yaşarken bizim durumumuz ne olacak? Bizim yanlışlarımızı eleştirenlerin ve içerisinde bulunduğumuz yaşantının kısaca amellerimizin hiç de ahlaki olmadığını birisi bize söylerse gerçekten kendimizi düzeltme yoluna gider miyiz? Yoksa bizi eleştiren bu pervasız kişiye haddini bildirip bir daha selam bile vermemeyi mi tercih ederiz? Allah’ın bize boş yere anlatmadığı bir olayı Kur’an’dan okuyalım.“Onlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona giderler ve seni ayakta bırakırlar. De ki: Allah’ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah rızık verenleri en hayırlısıdır”. (Cuma/11) Heyhat! Nebi (as) onlara nasihat edip öğüt verirken hiçte ahlaki olmayan bu hadise yaşanıyor. Allah Rasulü ve Sahabe de bu olaya şahitlik ediyor. Allah’a teslim olan hiçbir mümin bu olay karşısında sessiz kalamaz. Fıtri olarak tepki göstermemiz oldukça doğaldır. İçimizi sızlatan bu hadiseyi günümüze taşıyıp okları kendimize çevirdiğimiz zaman, günümüz İslamcılarının (yani bizlerin) durumu ne haldedir? Mescitten dışarı fırlayan insanların yaptıklarının hiçte ahlaki olmadığını defaatle dillendirmişizdir. Fakat sahabe bu tür hatalar yaptığında hakkında bir ayet nazil oluyor ve o kişi/kişiler kendisini mescidin direklerinden birisine bağlıyor veya tövbe edip Allah’tan af diliyordu. Allah’da dilerse affediyordu. Günümüz Müslümanları olarak bizler uyarıldığında ya bulunduğumuz ortamı terk ediyor veya bizi uyaran şahısla bir daha asla konuşmamak üzere ilişkileri sonlandırıyoruz. Cuma suresi ve Uhud savaşında yaşananlar Müslümanların bugünkü durumunu çok iyi anlatıyor. O gün bir kez yaşanmışsa bugün her gün yaşanıyor.

Bu ayetleri günümüze taşıdığımızda biz Cuma suresi 11. Ayetin neresindeyiz. Sahabenin yaptığı yanlışı yapar mıyız? Rasulün hemen yanı başında onun safında ona salât eder ‘O’ izin verinceye kadar bekler miyiz yoksa mescide bile girmeden birtakım bahaneler uydurup oradan bir an önce sıvışmanın yollarını mı ararız? İşte bu ahlaki durum karşısında karşımıza Allah’ın koyduğu bir yasa çıkıyor: “And olsun, biz kendilerinden öncekileri de denemişken, insanlar, ‘İnandık’ deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sanırlar?” (29/Ankebut 2-3) Allah elbette doğruları ortaya koyacak ve elbette yalancıları da ortaya çıkaracaktır. Yani insan hiç değişmiyor. Elçinin yanı başındaki dostum, kardeşim dediği insanlar gözünü kırpmadan onu ayakta bırakıyorsa günümüz modern insanını düşünemiyorum. İşte ahlak dediğimiz şey zor günlerde ortaya çıkıyor ve insanı ele veriyor. Yine Uhud savaşını hatırlayalım: “O zaman Resul sizi arkanızdan çağırdığı halde siz, durmadan uzaklaşıyor, hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz. (Allah) size keder üstüne keder verdi ki, bundan dolayı gerek elinizden gidene, gerekse başınıza gelenlere üzülmeyesiniz. Allah yaptıklarınızdan haberdardır”. (Al-i İmran -153) Uhud’da yaşanan bu olayı önce herhangi bir yorum yapmadan kabullenmek durumundayız. Ancak ayeti güncellemek ve ibret almak için bazı yorumlar yapabiliriz. Uhud’da insanlar neye koştular dünya malına yani ganimet, oysa arkadan çağıran Allah’ın nebisi idi. Tercih ettikleri şey başlarına bela oldu ve keder üstüne kederi tattılar. Daha fazla söz söylemeyelim çünkü bizim durumumuz daha vahim. Bu gün Müslümanlar olarak Uhud’dan kendimize ders çıkaralım. O halde Allah’ın bu mesajını şu şekilde anlasak; Kur’an bize 1400 küsur yıldır bazı öncü şahsiyetlerin de inkar edilemez gayretleri ile her yönden çağırıyor, dalanlarla dalmayın, bu hayatı oyun ve eğlence sanmayın, yönünüzü Allah’a dönün! Ahireti unutmayın, şeytan sizi aldatmasın. Bu çağrıya insanın cevabı çok acımasız, gözler kör, kulaklar sağır sonuç hüsran. Tekrar kedimize dönersek dostluklarımız, bir araya gelişlerimiz, düğünler, cenazeler, miras paylaşımlarımız, anne baba ilişkilerimiz, çocuk eğitimi, çocukların geleceğe dönük iş hayatları, eş seçimi, karı koca arası ilişkiler, arkadaşlık ilişkileri hasılı hepsi hasarlı.

Masa başında ve salonlarda ahkâm kesip her türlü konfor ve imkânlar eldeyken ne Cuma olayı ne de okçular tepesindeki olayı tam anlamıyla anlayamayız. Ne zaman ki Allah bizi de böyle bir imtihana tabi tutarsa o zaman kendimizin ne olduğunu anlarız. “(Ey müminler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah’ın yardımı ne zaman! Dediler. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.” (2-Bakara/214) Bu tür zaafları asla göstermeyeceğimizi sanırız ve konuşmalarımız insanların hoşuna gider ancak uygulama anı geldiğinde gözü dönmüş bir şekilde ahlaksızlığın derin sularına dalarız. Hayatımızın şu evresinde geriye dönüp baktığımızda köprünün altından çok sular akmış değirmen misali zaman çok insanı öğütüp tarihin çöplüğüne atmıştır. Dünün iddia sahipleri bugün yoklar artık. Emperyalist/Kapitalist batılı ahlak evlerimizi istila etti, zihinlerimizi kirletti. Direncimiz kırıldı.  Evet! bir tercih yaptık. Kalıcı olana değil geçici olana yöneldik.

“Fakat siz (Ey insanlar) ahiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu halde dünya hayatını tercih ediyorsunuz”. (A’LA/16-17) Üzerine basa basa söyleyelim ki, bu gün Müslümanların sorunu ahlak sorunu. Şu anda bütün dünya küfrün egemenliği altında, tüm İslam beldeleri gerek fiili gerek fikri işgal altında hep beraber seyrediyoruz. Kâfir kâfirliğini yapıyor, yani doğasına uygun hareket ediyor. Ya Müslümanlar? Müslümanlar da doğasına uygun hareket etmeli değil mi? Müslümanlar olarak Allah’tan başka dostumuz, Kur’an’dan başka doğrumuz yok. O halde yeniden Kur’an’a dönmeliyiz hâkimiyetin kayıtsız şartsız Allah’a ait olduğu bilincini bir daha asla kaybetmemeliyiz. Bize giydirilen bu ahlaksızlık elbisesini yırtıp atmalıyız. İşlerimizi düzenlerken hiçbir ahlaksız seçeneği tercih etmeyip tek referans olarak Kur’an’a yönelmeliyiz. Tüm değerlerimize el atan emperyalist güçler ve onların yerli işbirlikçileri bizi aşağıladı, bizi horladı. Bize din ve ahlak soslu yiyecekler sundular. Kadınlarımıza tesettür diye modayı yutturdular. İslam herhangi bir model ortaya koymuyor safsatasıyla zihinlerimizi iğdiş ettiler. Birçok yazar çizerimiz demokrasiyi en iyi yönetim biçimi olarak Müslümanlara yıllarca anlattılar. Kur’an’ı ve İslam’ı mana olarak bozdular ve tahrif ettiler. Yeterli bilgi sahibi olamayan Müslümanlar, maalesef aldatıldı. Allah’ın ayetleriyle insanları aldattılar. Ey insanlar! Allah’ın vâdi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın!” (Fatır/5)

İçerisinde bulunduğumuz bu kötü ahlaktan kurtulmanın tek yolu Mezhep ve meşreplerimizle, gurup ve cemaatlerimizle övünerek değil, yeniden Kur’an’a ve yürüyen Kur’an olan Nebi’nin (as) örnekliğine samimi bir şekilde dönerek kurtulabiliriz. Çünkü kimse mezhebinden meşrebinden değil Allah’ın dini olan İslam’dan hesaba çekilecek. Müslim ve mümin olarak yönümüzü Allah’a dönerek, Allah’ın vahyini yani Kur’an’ı kendimize ahlak edinelim. Nebi’nin (as) omuzlarını çatırdatan o sorumluluk bilinci bizim de omuzlarımızı çatırdatsın ve onu üzen ne varsa bizi de üzsün. Bu sefer doğru bildiğimiz bilgileri Kur’an’a doğrulatmak amacıyla değil, doğru olarak bildiğimiz yanlışları Kur’an’a arz ederek, olan yanlışları düzelterek hakkıyla Allah’a kul olmak için okuyalım. Kardeşliğimizi pekiştirip Allah’ın ipine (Hablullah) hep beraber sıkıca tutunalım ki, işte o zaman Allah kalplerimizi bir birine daha da ısındıracaktır. Ne ticaretimiz, ne eşlerimiz, ne çocuklarımız, ne de her hangi bir dünyevi işimiz bizi Allah için koşmaktan/koşturmaktan alı koyamayacaktır. Kur’an’ ahlakı da bunu gerektirir. Çokça dillendirdiğimiz şu meşhur hadiste: Aişe validemize sahabe (r.a) sormuş; “Ya Aişe! Allah Rasulünün ahlakı nasıldı?”  O da şöyle cevap vermiş: “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz onun ahlakı Kur’an idi.” Allah’ın ayetlerini özümsemiş derdi davası Kur’an olan bir insanın ahlakı nasıl olur? Tabi ki Hz. Muhammed’in (as) ahlakı gibi olur. Allah’ın Rasulü her zaman bu duruşunu koruyabilmiş tek örnektir. Her türlü ahlaki zaaftan sıyrılıp Hz. Nebi (as) gibi Kur’an’ı hayatımıza ahlak edinmeliyiz ki, yanlış giden tüm işlerimizde Allah bize hayırlı başarılar nasip etsin. Ne mescitte, ne okçular tepesinde, ne hayatın diğer alanlarında Allah’ı Rasulünü ve öncü şahsiyetleri tek başına bırakmayalım. Aksi durumda Allah bizi zilletten kurtarıp izzeti nasip etmeyecektir. Eğer izzeti istiyorsak izzet Allah’a ve Rasulün’e tabi olmaktan geçer. Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.” (Nisa/139)  Şüphesiz tüm doğrular Allah’a aittir.

Venhar Haber

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *