İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Özçetin’e göre, televizyondaki eğlence programları, izleyiciye bir yandan tahammül edilemez gelirken diğer yandan mazoşist bir hazla tüketiliyor.
Türkiye’de katıldığı televizyon programı yarışmalarıyla tanınan Murat Özdemir adlı kişinin bir papağana işkence etmesinin ardından sosyal medya ayağa kalktı. Tepkiler üzerine Özdemir gözaltına alındı, papağan ise müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Yaşanan olayın ardından televizyon programları ve bu programların katılımcıları da tartışma konusu oldu. İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Burak Özçetin, DW Türkçe’ye eğlence programları ve bu programların yarattığı kültürü yorumladı.
DW Türkçe: “Reality show” diye adlandırılan televizyon programları neden bu kadar yaygın izleniyor?
Burak Özçetin: Cevap hem karmaşık hem de çok basit. Medya tüketiminde farklı motivasyonlar var. “Reality show”lar için bence en temel açıklamalardan biri, röntgencilikle alakası. Bir araştırma, bu programların insanların bizatihi “dikizcilik”, “röntgencilik” duygularına hitap ettiğini gösteriyor. Bu sadece “reality show”lar için de değil, aslında günümüzde medyanın geldiği noktayla da ilintili. Bir yandan sıradan insanların yaşamlarını hikâyeleştirip “reality show”a dönüştürdüğü ve birbirinin teşhirine açtığı bir şeffaflık toplumuna doğru gidiyoruz. İnsanların bile isteye gösterinin ve dikizin bir parçası olduğunu görüyoruz. Bir başka açıklama da “kaçış”. Yani gündelik hayatın karmaşası karşısında çok da fazla duygusal ya da entelektüel yatırım yapmanıza gerek kalmadan sizi eğlendiren, uydurulmuş, belirli fantezilere hitap eden bir içerik söz konusu.
Bahsettiğiniz belirli fantezilere hitap edebilmek için katılımcıların bilerek “arıza” kişilerden seçildiğini söyleyebilir miyiz?
Kesinlikle. Zaten bu tür programların olmazsa olmazı bu arıza tipler. Onlar bu tür şovların kurucu unsurlarından bir tanesi. Bir açıklama da Almanca’da kullanılan “Schadenfreude”. Yani başkalarının acısından alınan zevk. Bir araştırma, insanların o arıza yaratan karakterin cezalandırılması ve elenmesinden duydukları mutluluk için de bu şovları izlediklerini gösteriyor. İzleyici bir yandan Murat Özdemir’e tahammül edemiyor ama bir yandan da onu mazoşist bir hazla izliyor. Bir yandan da onun elenmesi ya da cezalandırılmasını yani adalet duygusunun tesisini istiyorlar. Özdemir’in katıldığı prgramdan kovulduğunda bunu görüyoruz. Meczup diyebiliriz kendisine ama burada önemli olan o kişinin meczup olup olmaması değil, program yönetmeninin bir meczuba ne kadar rol verip vermeyeceği. Bütün bunlar insanları “tatmin eden” bir kurmaca diyebiliriz.
Murat Özdemir’in programdaki saldırgan tavrı ve onun sonucunda cezalandırılması insanları tatmin etse de söz konusu saldırganlık gerçek hayata uzandığında toplum tarafından tepkiyle karşılaşıyor.
Bazen eğlence kelimesi çok açıklayıcı olabiliyor. Evlilik programlarında çılgınlık anlarını gülerek izlediğimiz kişilerin birkaç yıl sonra evlendikleri kişilere şiddet uyguladığını ya da aşırı doz uyuşturucu nedeniyle öldüklerini görebiliyoruz. Sembolik evrenin çöktüğü ve birden bire gerçekle çarpıştığı bir nokta olarak düşünmek mümkün. Özdemir’in o programda kurduğu karakter inanılmaz dengesiz, saldırgan. Bu karakterler bir papağanın öldürülmesi gibi bir noktaya geldiğinde o zaman aslında insanlar yarattıkları fantezinin ne kadar tehlikeli olduğu gerçeğiyle karşılaşıyor. Bu programları eğitimsiz kitleler izliyor diye bir şey de yok. Son araştırmamız bu tarz programları eğitimli ve sosyoekonomik konumu yüksek olan kesimlerin de izlediğini gösteriyor.
Eğlence programlarında katılımcılar seçilirken kriter olmalı mı yoksa zaten bu programların esasında biraz da kritersizlik ve hatta “sınırsızlık” mı yatıyor?
Evet, bu tür programların dinamiği sınırları zorlamak. Üzerinde uzlaşılmış değerleri zorlamak. Garip, orijinal ve beklenmedik tepkiler veren karakterler oluyor. Sınırlama getirildiğinde veya karakterler ehlileştirildiğinde ortada şovun kendisi de kalmayacaktır diye düşünüyorum. Bu karakterler üzerinde sadece konuşmakla ya da onları sosyal medyada dolaşıma sokmakla kalmıyoruz, bu karakterleri yaygın bir şekilde soluduğumuz kültürel dünyanın bir parçası haline de getiriyoruz. Neticede beğenelim ya da beğenmeyelim Ajdarlar, Murat Özdemirler, Nihat Doğanlar kültür mirasımızın bir parçası oluyor.
Katılımcıların “meşhur olma” ya da kanal yöneticilerinin “reyting hırsı” bu karakterleri daha saldırgan hale getiriyor olabilir mi?
Araştırmalar, medyada şiddet kullanımın yıllara göre sürekli arttığını gösteriyor. Reyting arttıkça garip davranışlar da artıyor ve karakterlerin izlenmesinin nedeni de zaten yaptıkları gariplikler. Bunun bir ekonomisi var: Ne kadar popüler ve arzulanırsanız o kadar ekonomik sermaye getirisi var. İşin sosyal sermaye kısmı da var. Kişiler açısından baktığınızda herkesin kazandığı bir durum gibi görünürken bir noktada durumun tahrip edici yönüyle de karşılaşıyoruz.
Murat Özdemir, Acun Ilıcalı’nın programına katılan isimlerden biriydi. Program sahipleri ya da kanal yöneticilerinin katılımcılar konusunda sorumluluğu olduğunu düşünüyor musunuz?
Elbette ki var. İster şair ister yazar olun kamusal üretime iliştiğimiz anda hepimizin sorumlulukları olduğunda inanıyorum. Yayıncılılığın bugün geldiği yer toplumsal sorumluluklarından azade olup sınırsız kâr ve ticarileşme hırsı… “Her şeyin sorumlusu medya” demek istemem ama sınırsız bir kâr, reyting, para kazanma, sevilme, istenme hırsının bizi getireceği yer bu. Acun Ilıcalı, sınırsız kazanç hırsının ne gibi kültürel, insani trajedilere yol açabileceğinin medyadaki figürü. Genel olarak yaşadığımız trajedinin kaynaklarından birinin kamu ve kamusallık fikirlerinin çöküşünde aranması gerektiğini düşünüyorum.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *