Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma, hocası Muhammed Hamidullah kadar zamanı iyi kullanan bir insan daha görmediğini belirterek, “Hocamın hayret uyandıran meziyetleri vardı.” dedi.
Prof. Dr. Sırma, uzun yıllar talebeliğini, ardından asistanlığını yaptığı, 17 Aralık 2002’de vefat eden hocası Muhammed Hamidullah’ı, AA muhabirine anlattı.
Sırma, Muhammed Hamidullah’ı ilk kez Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde öğrenci olduğu 1963 yılında, İmam Serahsi konferansı dolayısıyla tanıdığını söyledi. Hamidullah’ı ilk gördüğü günü çok iyi hatırladığını belirten Sırma, “Uzun boylu, zayıf ve kucağında belki de kendisinden ağır koca koca kitaplar vardı. Kitaplarını almak istedik ama hocalarımız bizi ‘Sakın almaya kalkmayın, bize de izin vermedi.’ diye uyarmıştı.” ifadelerini kullandı.
Sırma, Hamidullah’ın Türkiye’yi çok sevdiğini anlatarak, İstanbul Üniversitesi ile Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde görev yaptığını, bunlar dışında birçok yerde de konferans verdiğini vurguladı.
İhsan Süreyya Sırma, 1966 yılında doktora sınavını kazanıp Fransa’ya gittiğinde, Hamidullah’ın o dönem arsası Sultan 2. Abdülhamid tarafından alınan Paris’in tek camisinde seminerler verdiğini ve kendisinin de o programları takip ettiğini dile getirdi.
“Süleymaniye’de mushafı gördüğümde dehşete kapıldım”
Seminerleri Paris’te doktora yapan Müslüman öğrencilerin takip ettiğini bildiren Sırma, sayının artması üzerine Hamidullah’ın talebiyle öğrencilerin kendi aralarında para toplayarak 14. Bölgede küçük bir daire satın aldığını kaydetti.
Beş yıllık süre sonunda doktorasını tamamlayıp Erzurum’a gittiğine ve Hamidullah ile irtibatını koparmadığına işaret eden Sırma, şöyle devam etti:
“Hocaya bir kaynak kitap veya başka bir şey lazım olduğunda isterdi ve ben de temin edip gönderirdim. Bazen de ben ona çalıştığım konularla ilgili danışırdım. 1975 ve 1976’da hocayı üniversitede ders vermesi için Erzurum’a davet ettik. Hoca, Hindistan’ın İngilizler tarafından ikiye bölünmesine karşı çıkıp ayrılmış ve Fransa’ya başvurmuştu. Fransa’da vatansız olarak yaşıyor ancak üç aydan daha uzun süreli yurt dışında bulunamıyordu. Bu sebeple sadece bahar dönemlerinde Erzurum’a gelip dersler verdi. Bazı derslerini ben çevirirdim. Hoca karşısındaki dinleyici durumuna göre bazen Fransızca, bazen İngilizce bazen de Arapça konuşurdu.”
Hocasıyla irtibatlarının ileriki dönemlerde mektuplarla devam ettiğini ifade eden Sırma, Hamidullah’ın bu mektuplarda gittiği bölgelerdeki Müslümanların durumlarını da anlattığını ve bu mektupları daha sonra kitaplaştırdığını söyledi.
Hamidullah’la birbirlerine ihtiyaç duydukları kitapları da gönderdiklerini aktaran Sırma, bir anısını şu şekilde anlattı: “Bir mektubunda bana, ’50 sene kadar önce Süleymaniye’de bulunan Kur’an-ı Kerim’in mikrofilmini almıştım ve o filmde İsra Suresi’nden bir varak eksik görünüyor. Gidip ona bak, fotoğrafçı mı eksik çekmiş yoksa gerçekten o varak yok mu?’ demişti. Biliyorsunuz dünyada orijinal dört musaf var ve bir tanesi Topkapı’da. O dönemde tamir için Topkapı’dan Süleymaniye’ye getirilmişti musaf. Ben de bir yaz günü Erzurum’dan kalkıp İstanbul’a geldim. Süleymaniye’de musafı gördüğümde dehşete kapıldım. Bir marangoz tezgahı gibi bir masanın üzerine konuşmuştu musaf. Orada görevli kadın Kur’an’ın köşelerine taş parçalarını koymuş ve abdestsiz şekilde dokunuyordu. Bana hocam için ‘Bu adamdan bıktık, yine ne istiyor?’ demişti. Musafı inceledim ve hocamın söylediği varak, dışında bir varakın daha eksik olduğunu gördüm. Fakat üzülmesin diye onu hocama yazmadım. O sayfayı almak için kim bilir hangi zengin ne kadar para verdi?”
Hayret uyandıran meziyetleri vardı
Hamidullah’ı “disiplinli ve çok çalışkan bir insan” olarak nitelendiren Sırma, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bir konu üzerinde odaklanır ve onu birçok kaynaktan araştırarak çalışırdı. Zamanı onun kadar iyi kullanan ikinci bir insan görmedim ben. Hocamın hayret uyandıran meziyetleri vardı. Bir eliyle tutup sayfalarını çevirdiği kitabın bölümlerini adeta fotokopi çeker gibi hızlı bir şekilde Arapça not alırdı. Arapça, Farsça, Urduca, İngilizce, Almanca, Fransızca makale ve kitaplar yazdı. Hoca 17 dil bilirdi. Espri yapacak kadar iyi Türkçe de öğrenmişti. Bana Türkçe yazdığı mektuplar da var. Çok disiplinliydi. Harcayacak boş bir zamanı yoktu. Sohbet zamanı olmazdı. Ziyaretine giden soracağını sorar ve ayrılırdı. Kendisi başka bir yere çaylı, yemekli sohbetlere gitmezdi. Ancak ilmi bir konuda nereye çağrılsa giderdi. Bir gün bana ‘Gel, İslam’ı ve Peygamberi anlat’ diye davet geldi mi senin reddetme lüksün yok.’ diye nasihatte bulundu.”
Sırma, Hamidullah’ın randevularında hep dakik olduğunu ve talebelerine de bunu öğütlediğini aktardı.
Hamidullah’ın israfı ve lüksü sevmediğini belirten Sırma, “Yemek yemeye vakit ayırmazdı. Et yemezdi. Evinde küçük bir tenceresi vardı. Makarna gibi çabuk ve zahmetsiz yemekler yapar, salata yerdi. Erzurum’da bulunduğu dönemde ona meyve suyu, yoğurt ve bisküvi alırdık, başka da bir şey yemezdi. Buna karşın enerjisi çok yüksekti.” dedi.
Muhammed Hamidullah’ın en büyük özelliklerinden birisinin de basılmamış fakat kaynak olan İslami eserleri bulması olduğunu dile getiren Sırma, Hamidullah’ın bir seferinde araştırdığı bir kaynak eseri, rivayet üzerine Burdur’a giderek oradaki bir camide bulup neşrettiğini söyledi.
Bazı çevrelerin düşmanlığı
Muhammed Hamidullah’a bazı çevrelerin düşmanca baktığını ve kendisinin ağzından ya da eserlerinin orijinal dilinden değil de gerçek olmayan dedikodular üzerinden hareket ettiğini belirten Sırma, “Hamidullah hocam için mezhep tanımaz ve tasavvufa karşı diye yalan bilgiler yaydılar. Halbuki hocam Şafii mezhebindendi ve Nakşibendi’ydi. Ben Paris’te hocanın evinde, yanında onlarca, yüzlerce Müslüman olan insan biliyorum. Hocamı acımasızca tenkit edenlerin yanında kaç kişi Müslüman oldu? Bilakis onları okuyup İslam’dan uzaklaşanlar var. Hocam, gerçek manada takva sahibi bir insandı. Hayatımda çok saygın hocalar, muhterem zatlar gördüm ama İslam’ı çok iyi yaşayan iki insan tanıdım: Birisi Hamidullah hocam, diğeri de Pervari’den Şeyh Müşerref Hoca. O zamane şeyhleri gibi lüks içinde yaşamadı, mütevazı bir alimdi.” değerlendirmesinde bulundu.
Hamidullah’ın, Buhari’nin Fransız oryantalistler tarafından 4 cilt olarak tercüme edilen Sahih-i Buhari eserini inceleyerek düzelttiğini belirten Sırma, titiz çalışma sonrası eserin düzeltmelerle 5 cilt olarak basıldığını kaydetti.
Hamidullah’ın tarihi şahsiyetlerle hemhal olduğunu ve adeta onlarla yaşadığını aktaran Sırma, “Bir sabah 7’de lojmanına gitmiştim, kapıyı açtı ve ‘Gel gel, sabah sabah Buhari asabımı bozdu.’ dedi. ‘Hayırdır, neden hocam?’ diye sorduğumda ‘Şu cümleye hiç gerek yoktu, sırf Ebu Hanife’yi tenkit etmek için kullanmış. Buna gerek yok.’ dedi. Buhari’yi, Ebu Hanife’yi ve diğer alimleri çok seviyor, adeta onlarla yaşıyordu.” diye konuştu.
Haydarabad için izin verilmedi
Sırma, Hamidullah’ın hayatının son döneminde doğup büyüdüğü Haydarabad’a gidip orada toprağa verilmek istediğini ancak buna izin verilmediği için üzgün olduğunu söyledi.
Paris’te kendisine bakacak kimsesi olmayan Hamidullah’ın yeğeni Sedide Hanım’ın yanına ABD’nin Jacksonville kentine gittiğini aktaran Sırma, kendisinin de o dönemde FETÖ’cülerin görev yaptığı Sakarya Üniversitesi’nden uzaklaştırması üzerine Viyana’da ders verdiğini ve her yıl hocasını ziyarete gittiğini dile getirdi.
En son Türkiye’de seçimlerin olduğu 3 Kasım 2002’de Hamidullah’ın yanına gittiğini ifade eden Sırma, şunları kaydetti:
“O gün, Sedide Hanım haberlere bakıp seçimleri AK Parti’nin kazandığını söylemişti. Ben de ‘Hocam kendinde olsaydı, çok sevinecekti.’ dedim. Son günlerinde konuşamıyordu. Bir bloknota yazarak anlaşıyorduk. Adımı yazdım tanımadı, Türkiye yazdım yine tanımadı. En son Erzurum yazınca, hatırlayıp güldü. Ona ellerimle yoğurt yedirmiştim ve gözüm arkada kalarak oradan ayrıldım. Sedide Hanım’dan hocama bir şey olması halinde cenazeye yetişmek için haber etmesini rica etmiştim. 17 Aralık’ta gece yarısı maillere bakarken Sedide Hanım’dan bir cümlelik bir ileti gelmişti: ‘Hocan dünyasını değiştirdi.’ Hemen uçak biletlerini araştırdım ve çok pahalıydı. Gece yarısı 12’de kimden para bulabilirdim bilmiyordum. Çok canım sıkılmıştı. Kanal 7’yi ve bir radyoyu arayıp haber verdim. Uyku da tutmamıştı. Gece 3’te telefonum çaldı. Arayan Merve Kavakçı’ydı ve ağlayarak hocanın vefat ettiğini söyledi. Ona, ‘Kızım haber aldım ama ben gidemiyorum. Baban gidecek mi?’ diye sordum. Hocamın talebesi olan babası Yusuf Ziya Bey o dönemde Dallas’ta oturuyordu. Merve Hanım da anne ve babasının yolda olduklarını söyleyince çok mutlu oldum. Vefatından sonra Jacksonville’e giderek kabrini ziyaret edip dua ettim.”
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *