“Müslümanlar olarak, Müslüman aydınlar olarak düşüncelerimizi, eleştirilerimizi, önerilerimizi, kaygılarımızı zamanında söylemediğimiz takdirde, bunlar daha sonra hiçbir kıymet taşımayabilir.”
Gerçekleri Zamanında Söylemek
Atasoy Müftüoğlu
İslam Dünyası toplumları, bir yanda Batılı bilme-yorumlama-çözümleme biçimlerinin mutlakıyetçiliğine maruz kalırken, bir diğer yanda da, yerli-milli bilme-yorumlama-çözümleme biçimlerinin mutlakıyetçiliğine maruz kalıyor. Hiçbir konuda ve alanda alternatif bir meşruiyet biçimine geçit vermeyen Batılı bilme biçimleri, farklı bilme-anlama biçimlerini özellikle de, İslami bilme-anlama-çözümleme biçimlerini barbarca itibarsızlaştırıyor. Rasyonelliği-akılcılığı ölçüsüz bir biçimde putlaştıran modern-seküler dünya, bugün akıldışı politikalar, akıldışı uygulamalar, akıldışı çözümlemelerle ayakta kalmaya çalışıyor.
İslam dünyası toplumlarında, toplumlar-halklar-kültürler, resmi çıkarlar, resmi kutsallar, resmi ütopyalar, resmi mitolojiler ve resmi korkular aracılığıyla sistematik bir şekilde kontrol ediliyor, hizaya getiriliyor ya da harekete geçiriliyor. Her durumda resmi doğrular yönünde manipüle edilebilir durumda tutulan toplumlarımızda hiç kimseye “hayır” deme hakkı tanımıyor. Koşulları sorgulamak mümkün olmadığı için, kitleler koşulları içselleştirmek, koşullarla bütünleşmek zorunda kalıyor. Bu tür durumlarda, halkların gerçeği öğrenerek, gerçeği somutlaştırmak üzere sorumluluk alarak, somut bir fark oluşturarak siyasal özgürlüğe giden yolları açması gerekiyor.
Günümüzde, Müslümanlar olarak, tahayyül ve tasavvurlarımızı hayata geçirmek üzere, kavramsal bir İslami çerçeveye sahip olmadığımızı hatırlamanın hayati bir önemi olduğu kaydedilmelidir. Bir yanda insanı bir hesap nesnesi gibi gören, bir diğer yanda insanı bir kontrol nesnesi gibi gören bir dünyada, hiçbir edilgenliği/teslimiyetçiliği/konformizmi aşmak mümkün olmaz. Her durumda, her yönde manipüle edilebilen toplumlarda eleştirel akla hayat hakkı tanınmadığı için, toplumlar bir şekilde popülist-muhafazakar bir faşizme kolaylıkla ikna edilebiliyor. Popülist meşruiyet ve muhafazakarlık görmemeyi seçmekle aynı anlama geliyor.
Popülist meşruiyetin hakim olduğu toplumlarda, bireysel bilinç, bilinçli farkındalık, bilinç derinliği gelişmediği için, toplumlar, resmi dil/söylem aracılığıyla, milliyetçi-mezhepçi bencillikler aracılığıyla toplu olarak edilgenleştirilebiliyor. Toplu edilgenleştirmeye tabi tutulan toplumlarda bir sorgulama iradesi, bir meydan okuma iradesi ortaya çıkmıyor. Otoriter aklın hizmetine giren muhafazakar akıllar, milliyetçi-mezhepçi bir mitolojiyle bütünleşerek birörnek-basmakalıp toplumlar oluşturmaya çalışıyor. Kontrol nesnesi haline getirilen toplumlarda bireyler ezbere dayalı klişeler merkezinde hareket ederler, düşünerek, araştırarak değil. Ezbere dayalı klişeler büyük ölçüde patolojik bağlılıklar üretir. Popülist faşizmin belirleyici olduğu bir toplumda, bireylere hangi yönde tercihte bulunacakları iktidarlar tarafından dayatılır. Bireylerin bağımsız özneler halinde tercihte bulunmaları bir şekilde engellenir. Bu tür toplumlarda geçmişin ve geleneğin kalıpları sorgulanamaz, tartışılamaz, otorite sorgulanamaz, tartışılamaz, yeni seçenekler üzerinde konuşulamaz, tartışılamaz, yapıcı yüzleşmeler gerçekleştirilemez.
Müslümanlar olarak, Müslüman aydınlar olarak düşüncelerimizi, eleştirilerimizi, önerilerimizi, kaygılarımızı zamanında söylemediğimiz takdirde, bunlar daha sonra hiçbir kıymet taşımayabilir. Farkındalığın dil’i, farkındalığın derin sorumluluğu hakikatin ertelenmesine, geciktirilmesine, savsaklanmasına izin vermez, vermemelidir. Batılı bilme-anlama biçimleriyle, resmi-milli bilme ve anlama biçimlerinin mutlak ve son bilme biçimleri olduğuna inandığımız takdirde, İslami bilme-anlama-çözümleme biçimlerini hayatımızdan çıkarmış, İslami farkındalığın diline veda etmiş olacağız.
Günümüzde, fikirlere, ahlaka, bilgeliğe değil, güce ihtiyaç duyan bir dünyada yaşıyoruz. Niceliklerin, sayıların, istatistiklerin, klişelerin, kalıpların gündemi belirlediği, belirleyebildiği toplumlarda, uğruna mücadele edilmeye değer her anlam bütünlüğüne yabancılaşıyoruz. Niteliklere, niteliksel bütünlüklere, anlam ve değerlere derin ve sarsılmaz bir bağlılıkla bağlanarak bunları gerçeğe dönüştürebiliriz.
Hiçbir alanda niteliksel etki/içerik üretmeksizin, farkındalığın boyutlarını derinleştirip genişletmeksizin, pasif bir şekilde bekleyerek, gerçekliği etkileyemez ve dönüştüremeyiz. Gerek Batılı anlamda, gerekse yerel anlamda, tekelci anlamları-yorumları-çözümlemeleri topluma ve insanlığa uyarlamaya çalışmak bir sömürgecilik biçimidir. Bütün değerlerin /anlamların araçsallaştırıldığı bir dünyada, Müslümanlar, hangi nedenle olursa olsun hiçbir araçsallaştırmaya tevessül ve tenezzül etmemelidir. Her tür araçsallaştırma, özellikle de, Aziz İslam’ın araçsallaştırılması, İslam’a yönelik büyük bir kötülüktür.
İslam dünyası toplumları/halkları/kültürleri, maruz bırakıldıkları politik-dini popülizm uygulamaları sebebiyle, farkındalık özgürlüklerini bütünüyle kaybettiler. Farkındalık özgürlüklerini kaybettikleri için de Aziz İslam’ın eşsiz imkanlarının bilincine varamadılar. Bu bilinçsizlik sebebiyle bugün, sahte mutlaklara, sahte mutlakların belirleyiciliklerine bağımlılığımız sürüyor. Bu bağımlılık kuşkusuz çok aldaltıcı bir bağımlılıktır. Dini ve politik popülizmin belirleyici olduğu toplumlarda, bireyler büyük sürülere katılarak var olmaya çalışırlar. Büyük sürü’den ayrı durmak büyük bir risk almayı gerektirir. Bu tür toplumlarda, bugün de somut bir şekilde takip edilebileceği üzere, resmi gündemin dikte ettiği kalıpların, düşüncelerin, propagandanın, ilişkilerin sınırları içerisine hapsedilen, muhafazakar/popülist kesimlerin, bu kesimlerin sözcülerinin/temsilcilerinin, halen karşı karşıya bulunduğumuz kültürel hiyerarşi ve kültürel iktidar asimetrileriyle ilgili hiçbir sorunları, rahatsızlıkları ve kaygıları bulunmuyor.
İslamî varoluş, her tür iktidar karşısında eklemlenmemiş bir duruş sahibi olmamızı gerektirir. Her eklemlenme, bir tür kısıtlama ve sınırlandırmayı kabul etmek demektir. Kısıtlanmış ve sınırlandırılmış yaklaşımlarla, İslam’ın ve Müslümanların evrenselleşen ağır sorunlarının farkına varılmaz. Popülizmlerin tebcil/ takdir edildiği toplumlarda hiçbir şekilde etkileyen bir kültür inşa edilemez, bütünsel bir vizyon oluşturulamaz,kültürel düşünürler yetiştirilemez.
Bu tür toplumlar-halklar-kültürler kolaylıkla manipüle edilebilir, her durumda istismar edilebilir, üzerlerinde her tür iktidar uygulanabilir. Kolaylıkla manipüle edilebilen, istismara açık toplumların dünyayı ve tarihi tutarlı bi şekilde yorumlama yeteneğine sahip olmaları düşünülemez.
İslam dünyası toplumlarında, gerçek anlamıyla umut, farkındalık bilincinin yükselişiyle başlayabilir, başlatılabilir. Farkındalık bilinci her şeyden önce bütünüyle bozulan, tahrip ve tahrif edilen İslamî bütünlüğün dilini yeniden kurmak zorundadır. Aziz İslam’ın, hiçbir etnik parçanın, hiçbir hizip parçasının yorumlarına indirgenemeyeceği, hiçbir parçanın tekelinde-tasarrufunda olmayacağı hakikatini ahlakî bir bilince dönüştürmek gerekir.
Farkındalık bilincinin, ahlaki bilincin yükselişiyle birlikte, toplumlarımızın koşulların önünde sürüklenişi, eleştirel bir sorgulama sürecinin merkezi konusu haline getirilebilir. Her durumda manipüle edilebilen, kontrol edinebilen, istismar edinebilen, üzerlerinde her tür iktidarın uygulanabildiği toplumlar için bağımsız bir gelecek tasavvur edilemez. Hamaset ve propaganda söylemi aracılığıyla manipüle edilebilen, istismar edilebilen bireylerin tarihin ve dünyanın farkına vardığı görülmemiş, duyulmamıştır.
Toplumların, halkların kimi çıkarlar adına sorumsuzca tektipleştirilmesi, bir örnekleştirilmesi, düşünsel-entelektüel özgürlük ve bağımsızlık alanlarının yokluğuna işaret eder.
İslami Analiz
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *