“Hayatta en hakiki mürşid” üzerine…

“Hayatta en hakiki mürşid” üzerine…

Bilimi kendilerine mürşit kabul ettikleri için örnek gösterilen ülkelerin nezdinde, onları silah satmaktan alıkoyacak hiçbir değerin bulunmadığı hususu Kaşıkçı cinayeti ile bir daha anlaşılmıştır. 

Yenisöz gazetesinde Bilim, Felsefe ve Din başlıklı bir yazı serisi kaleme alan Abbas Pirimoğlu, bugün yayınlanan 6. bölümünde “Hayatta en hakiki mürşit ilim ve fendir” sözünü eleştirdi. Pirimoğlu, Kaşıkçı cinayeti üzerinden verdiği örnekle, bilimi mürşid kabul eden ülkelerin tavrının ibretlik olduğunu vurguladı. Politik olanın dini boyuttan mahrum olacağı iddiasının da gerçekten uzak bir iddia olduğunu belirten Pirimoğlu, yazısının ilgili bölümünde şu ifadeleri kullanıyor:

Ayrıca söz aydınlanmaya gelmişken Mustafa Kemal‘in “Hayatta en hakiki mürşit ilim ve fendir” sözünün de geçersiz olduğunu sadece ülkemizde değil bütün dünyanın içerisinden geçmiş olduğu zaman diliminde yaşananlar açıkça ortaya çıkarmıştır. Bilimi kendilerine mürşit kabul ettikleri için örnek gösterilen ülkelerin nezdinde, onları silah satmaktan alıkoyacak hiçbir değerin bulunmadığı hususu Kaşıkçı cinayeti ile bir daha anlaşılmıştır. Trump tarafından sergilenen tavır son derece açıktır.

Bütün bunların haricinde yaşadığımız “Cumhuriyet” döneminin rasyonelleşme ve aydınlatma ihtiyacını giderdiği iddiası da bir abartı taşımaktadır. Zira Gülbeyaz Karakuş tarafından kaleme alınan  “Cumhuriyet’in Politik-Teolojisi. Türkiye’de Kurucu ideolojinin Sivil Din İhdası” isimli kitabında görüleceği üzere Kemalizm tamamen bir “din” formatı üzerine bina edilmiştir. Belki seküler ama kutsal bir yapı olarak sunulan bir din.

Esasen politik olanın dini boyuttan mahrum olacağı iddiası tamamen gerçeklikten uzak bir iddiadır. Zira ulus olmanın temelinin “din” olduğu J.J.Rousseau tarafından da teyit edilmiş ve Robert N. Bellah ulus ihdas etmenin bu kutsal malzemesine “sivil din” adını vermiştir.

Bu nedenledir ki ülkemizde Kemalizm “sivil din” ihtiyacını gidermek amacı ile ihdas edilmiş bir kutsallıktır.

Lakin şu hususu da itiraf etmekte yarar var sanırım.  Ülkemizde cereyan eden taklitler savaşında (Batının ve geleneğin taklidi) Türkiye oldukça deneyim elde etmiştir. Bu yaşananlar aynı zamanda “geçmişimiz” ile “geleceğimiz” arasındaki bir savaşı temsil etmektedir. En azından geleceğimiz hakkında çok daha berrak tasavvurlara sahip olduğumuz düşünülecek olursa, nasıl davranmamız, ne yapıp ne yapmamamız konusunda fikir sahibi olduğumuz tartışmasız bir konudur. Bu da düşünürlerimizi bir “değişim sosyolojisi” üzerinde yoğunlaşmaya zorlamaktadır.

Bu yüzden ben, Ufuk Özcan’dan iktibasla Türkiye’nin yakın döneminde tartışılacak konuların başında laiklik, sekülerizm ve din konularının oluşturacağını düşünüyorum.

Tabii bir de lineer değil helezonik  “tarih” anlayışının sahiciliğini kabul ederek.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *