Sporla ahlak tahribatı

Sporla ahlak tahribatı

“Spor maskesi altında sergilenen ahlaksızlığın boyutu zirve yaptıkça, rahatsızlığımızın derecesi had safhaya ulaşıyor.”

Sporla ahlak tahribatı

Ahmet Gülümseyen

Spor maskesi altında sergilenen ahlaksızlığın boyutu zirve yaptıkça, rahatsızlığımızın derecesi had safhaya ulaşıyor.

Uygulamaların özünü batıl anlayışın kirli amellerinin, yaratılmışların en şereflisi insanın spor aracılığıyla nasıl tahribata, günümüz deyimiyle ‘hormonlaştırdığını’ görmemizi, o ölçüde bizi rahatsız ediyor. Geride bıraktığımız her anı bir film şeridi gibi geri sarmaktan ziyade, yüzleşme durumunda kalmaktayız.

Örneğin; erkek güreşçilerin giymeye mahkûm bırakıldığı daracık mayolar. Sporcu elde ettiği başarı neticesinde kendisine takdim edilen çiçek buketiyle avret mahallini kapatma çabasının nasıl bir savunması olabilir ki?

Düşünebiliyor musunuz, o sporcu yıllar sonra, adının verildiği spor tesisini ziyarete gittiğinde, duvara asılı o resmiyle, sırf kendisine diretilen kıyafeti nedeniyle yüzleşmek istememesi. Şampiyon olma arzusu ve başarısı gösteren sporcunun, giymeye mecbur bırakılan (diretmenin bahanesi uluslararası kurallar oluyor) kıyafetler üzerinden nasıl bir tahribata maruz bırakıldıklarını, hangi mantık ve anlayışın bir sonucu olduğunu net bir şekilde anlıyoruz.

Spor literatürüne bu sayede ‘Sporun Hormonlaşması’ terimi de girmiş olacak…

BADMİNTON HATIRAMIZI NASIL UNUTURUZ…

Sporla ahlakın nasıl tahribata uğratabileceği hususunda, herkes gibi bizlerinde hikâyesi var. Paylaşmak isteriz. Üniversite yıllarında tanıştığımız Badminton Branşına ilgimizi, 2000’li yıllarda Beden Eğitimi Öğretmenliği yaptığım özel bir okuldaki sportif faaliyetlerime de taşımıştık. İstanbul bölgesinde yapılan şampiyonada yaşadıklarım, sporun sadece fiziksel aktivite olmadığının ispatıydı.

Çalıştığımız okul, İmam Hatiplerin anlayışının yansıması özelliği taşıyan eğitim ve öğretim ağırlıklıydı. Kızlı erkekli (kurallar gereği) karma takımımızla müsabakaya gittiğimizde, rakip takım antrenörünün ‘Kız öğrencileri eşofmanla maç yaptıramazsınız!’ çıkışı bizleri, yaptığımız spor branşının (dikkat edin spor değil branş diyorum) sonuçlarını üzerinde düşünmeye sevk etti! O soruya eğer tamam deyip, öğrencime dönüp ‘Kızım eşofmanını çıkar ve şortunu giy!’ deseydik, kıyafet, şike, şiddet gibi unsurlar üzerinden adeta ‘sporu hormonlaştırma’ gayreti içinde olanların değirmenine su taşımaktan başka bir işe yaramayacaktı.

Düşündüm, milli ve manevi değerler diyoruz, şahsi uygulamada duyarsız oluyoruz. Diğer bir ifadeyle, düşündüğümüzü yaşamadıktan sonra ne hükmü olabilir ki? O gün raketi bırakmamamızın nedeni, o kızlarımızın bugün kısa şort veya kısa etek giyerek (inancı gereği kendisiyle çelişkiye düştükten sonra) ‘Olimpiyat Şampiyonu olsa, neye yarardı ki?’ sorusunun cevabı oldu.

Devam edelim… Öğretmen olarak ilkokul sıralarında okuttuğum öğrencimle bir spor fuarında karşılaştık. Kendisi yanıma yaklaşarak ‘Beni tanıdınız mı, hocam?’ dediğinde, öğrencilik yıllarından o güne tam 10 yıl geçmişti. Ben ‘Badmintoncu….’ dediğinde, hatırlamıştım. Kendisinin Marmara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu Antrenörlük Bölümünde okuduğunu söyledi. ‘Hangi bölümde?’ karşılığı olarak badminton cevabını verince, bunun vebalini nasıl öderim düşüncesiyle sanki, kafamdan aşağı kaynar sular döküldü. Abartı değil, mezarımın üzerindeki biten otlar ve kapanmayan amel (günah) defterim geldi gözümün önüne. Düşünebiliyor musunuz, bıraktığınız yerde, öğrenciniz antrenör olmuş ve ‘badmintoncu’ yetiştirecek. Bir anda üstlendiğimiz vebalin sorumluluğuyla, derin düşüncelere daldım. Yetiştirdiği her bir kız çocuğu, kim bilir mini etek veya şort giyerek müsabakaya çıkacak. İnandığı gibi değil, yaşadığı gibi inanmaya zemin hazırlanmış olacağız!

Birkaç yıl sonra, aynı öğrencimle Cuma Namazı çıkışında karşılaştık. Sakalının uzunluğu, ‘fani’ dünya işlerini terk ettiğinin adeta yansımasıydı. Kendisine neler yaptığını sorduğumda, ticaret yapan babasının yanında çalıştığını söyledi. Badminton’u ne yaptın diye sorduğumda ise, verdiği ‘Hocam Badminton’u bıraktım!..’ cevabıyla, kardeşimiz bu kez gönlüme su serpmişti! Sanki omuzlarımdan ağır bir yük kalkmıştı ve kendi kendime söylendim; Elhamdülillah…

Yeni Akit

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *