Takva

Takva

Kur’an’ın onayladığı mü’min tipinin özelliklerinin anlatıldığı kavramlardan olan takva kavramı yalnızca mü’mine hasredilmiş bir kavramdır. Adeta mü’minin iman etme hususundaki zirve halini temsil eder.

Takva kavramı arapça وقى kökünden gelir. v-k-y kökünden türetilmiş, bir şeyi başka bir şeye karşı ‘korumak’, ‘muhafaza etmek’ ya da ‘savunmak’ anlamına gelen takvanın Kur’anî anlamı hürmet ya da saygıdan kaynaklanan bir Allah korkusu, bir mü’mine yakışmayan eylemlerden ve bunun uzantısı olarak ahiretteki cezasından kişinin kendisini koruması olarak da anlaşılır. Mü’min suresi 7. ayette ve daha birçok ayette kök anlamıyla kullanılmıştır: “… O halde tevbe eden ve senin yoluna gidenleri bağışla, onları cehennem azabından koru (vegihim).”(Mü’min 40/7)

Kur’an’da takva kavramı kök anlamı ve türevleriyle birlikte toplam 258 defa kullanılmıştır. Allah’tan sakınmak anlamında Kur’an’da fiil olarak “tettegu” (sakınmak) biçimiyle 54 kez kullanılmıştır. Nisa suresinin 128. ayeti bu şekildeki kullanıma bir örnektir: “Ve şâyet bir kadın kocasının ilgisizliğinden veya ondan yüz çevirmesinden korkarsa, artık ikisinin arasında sulh (anlaşma) yapılarak ıslah edilmesinde (uzlaşmasında) onların ikisine de bir günah yoktur ve sulh (anlaşma) daha hayırlıdır. Nefisler cimriliğe (kıskançlığa ve hırsa) hazır kılınmıştır (meyilli yaratılmıştır). Ve eğer ihsanla davranır ve sakınırsanız, o taktirde, muhakkak ki Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır.”

Ragıp el-İsfehani’nin Müfredat isimli eserinde bu kavram, bir nesneyi kendisine eza ve zarar verecek şeylerden korumak anlamında tanımlanmıştır. İslami anlamda ise günaha girmeye neden olacak şeylerden nefsi korumak olarak anlaşılır.

‘Veka’ fiilinin mastarı ‘Vikaye’dir. Vikaye kavramının if’al babı ‘İttika’dır. İttika’nın ismi faili de ‘muttaki’dir. İttika, vikayeye girmek yani elem ve zarar verecek şeylerden sakınıp kendini iyice koruma altına almak ve bir şeyden sakınmak anlamındadır. ‘İttika’ ve onun mastarı olan ‘takva’ sözlük anlamı itibariyle kuvvetli bir himayeye girerek korunmak, sakınmak, kendini muhafaza altına almak, bunun gereği olarak korkmak ve çekinmek demektir.(Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) Mustafa el-Meraği’ye göre ittika iki şey arasına engel koymak anlamına gelir. Muttaki ise Allah’ın emirlerine sarılmak ve yasaklarından kaçınmakla birlikte kendisi ile ilahi ceza arasına engel koyan kimsedir. 

Kur’an’ın onayladığı mü’min tipinin özelliklerinin anlatıldığı kavramlardan olan takva kavramı yalnızca mü’mine hasredilmiş bir kavramdır. Adeta mü’minin iman etme hususundaki zirve halini temsil eder. Genel olarak baktığımızda, Kur’an’ın amacının muttaki insan yetiştirmek olduğunu görürüz. Kur’an takvalı olabilmenin birçok şartı olduğunu ve ancak o şartları yerine getirenin takvalı olabileceğini belirtmektedir. Takva öyle bir şeydir ki vücudun bağışıklık sistemine benzeterek izah edebiliriz. Nasıl ki vücuda giren mikroplara karşı vücut bağışıklık sistemiyle kendini korumaya alıyorsa, mümin kimse de insanı günaha sevkedecek her türlü düşünce ve eylemden takva sayesinde korunabilir. Eğer insan takva elbisesini üzerinden çıkarmaya başlarsa vücudun mikroplara karşı direncinin azalması gibi giderek günaha meyletmeye başlayacak ve eğer takva elbisesinden tamamen soyunursa artık onu günaha karşı koruyacak bir zırhtan mahrum kalacaktır. Dolayısıyla takva elbisesini üzerinden çıkaran kimse de mümin olma vasfını kaybedecektir.

Takvalı olabilmenin Kur’an’da belirtilen belli başlı kuralları vardır. Bu kuralların en önemlisi öncelikle ‘takva’ kavramının içeriğinin hangi esas üzerinden tanımlanması gerektiğidir. Yani takvalı olabilmenin ilk şartı Allah’ın göndermiş olduğu vahyi, kişinin kendisine rehber edinme zorunluluğudur. Eğer kişi, ilk olarak bu rehberi doğru tercih etmeden iman yolculuğuna başlayacak olursa, takvayı kuşanmayı en başta ıskalamış olur ki akabinde mü’min kimliğini de kazanamamış olur. Çünkü muttakilerin hidayet bulacağı yegane şey Allah’ın göndermiş olduğu kitaplardır. (Bakara 2/2, Hakka 69/48, Maide 5/46, En’am 6/153, 155)

“Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti (emretti). Umulur ki böylece siz takva sahibi olursunuz.” (En’am 6/153)

“Ve indirdiğimiz bu kitap mübarektir. Öyleyse ona tâbî olun. Ve takva sahibi olun. Böylece siz rahmet olunursunuz (rahmete ulaşırsınız).” (En’am 6/155)

Allah, vahyi ile insanları hidayete erdirir ve kişiye nasıl takvalı olması gerektiğini öğretir. Allah’ın göndermiş olduğu kitaplar, insanları başı boş bırakmış değildir. Onlara hakikatin ne olduğunu anlattığı gibi ona nasıl ulaşılacağını da göstermektedir. Yani teori ve pratik birbiriyle ayrılmaz bir şekilde bağlanmış durumdadır.

“Allah, bir kavmi hidayete erdirdikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar onları, dalâlete düşürecek (saptıracak) değildir. Muhakkak ki Allah, her şeyi en iyi bilendir.” (Tevbe 9/115)

Kur’an, takva sahibi olmak isteyenlerin anlayabileceği açıklıkta bir kitaptır. Dolayısıyla insan takvalı olmayı arzu etiğinde Kur’an ona tüm açıklığı ve anlaşılabilirliği ile yol gösterici olacaktır.

“Böylece Biz onu (Kur’an-ı Kerim’i) senin lisanınla kolaylaştırdık. Onunla takva sahiplerini müjdelemen ve inatçı kavmi uyarman için.” (Meryem 19/97) (Ayrıca, Ta-Ha 20/113, Enbiya 21/48, Nur 24/34)

Ne var ki insan zamanla hakikatten uzaklaşabiliyor. Sakınma duygusunu kaybeden insan dünyaya daha fazla meyledebiliyor. İşte bu yanlışa düşen kimseleri de Kur’an tekrar kendinde olanı hatırlatarak uyarmaktadır:

“Artık onlardan sonra, sonraki nesil halef oldu (onların yerine geçti). Kitab’a varis oldular. Ve, ‘Yakında bize mağfiret edilecek (günahlarımız sevaba çevrilecek)’ diyerek, bu değersiz dünya malını alırlar (aldılar). Ve onun gibi bir misli daha dünya malı onlara gelse, onu da alırlar. Allah’a karşı haktan başka bir şey söylememeleri için onlardan Kitab’ın misakı alınmadı mı? Ve onun içindekileri, onlar okudular (öğrendiler). Takva sahibi olanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ akıl etmez misiniz?” (Araf 7/169)

Takvalı olabilmenin bir başka koşulu da iman etmiş olmaktır. Eğer kişi iman etmemişse, ne kadar insancıl (hümanist) olursa olsun asla takvalı olamaz. Çünkü takvalı olan kişi yalnızca insana karşı değil öncelikle kendini yaratan Rabbe ve sonra da yaşadığı evrende varolan her yaratılmışa karşı sorumluluk duygusu taşıyan kimsedir. İman etmeden takvalı olmak mümkün değildir. Doğal olarak kitap öyle bir sistematik kurmuştur ki her şey birbirine bağlantılı olarak ilerlemektedir. Birini kabul ettiğinizde peşinden geleni zorunlu olarak kabul etmiş oluyorsunuz. İman edecekseniz bunun koşulu Allah’ın vahyini merkeze almanızdır. Allah’ın vahyini merkeze alıyorsanız takva yolunda ilerliyorsunuz demektir.

“Allah, habis olanı (kötüyü) temiz olandan (mü’min olanı, mü’min gözükenden) ayırıncaya kadar mü’minleri, sizin bulunduğunuz hâl üzere (mü’min olanla mü’min gözükenin bir arada olduğu bir durumda) terk edecek değildir. Ve Allah sizi gayba muttali edecek (gaybı bildirecek) değildir. Ve lâkin Allah, resûllerinden dilediği kimseyi seçer. O halde, Allah’a ve O’nun rasullerine iman edin. Ve eğer iman eder ve takva sahibi olursanız, o zaman sizin için ‘Büyük Ecir’ vardır.” (Al-i İmran 3/179) (Ayrıca, Bakara 2/103 ve Maide 5/112)

Kur’an takva kavramını açıklarken diğer yandan takvayı kuşanmış muttakilerin özelliklerinden de bahsetmektedir. Böylelikle insanın takvayı kuşanması sonucunda Allah tarafından nasıl inşa edildiğini de net olarak görmüş oluyoruz.

İşte o muttakiler ki; Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eder ve sevdiği maldan, akrabalara, yetimlere, miskinlere, yolda kalmış yolculara, isteyenlere (muhtaçlara), köle ve esirlere verir ve namazı kılar, zekâtı verir. Ve (Allah’a ve insanlara) ahd verdikleri zaman ahidlerine vefalı olurlar. Zorlukta ve darlıkta ve şiddetli savaş halinde sabredenler ve doğru olanlardır (Bakara 2/177); daha önce kitap verilenlerden ve müşriklerden incitici sözler duyduklarında sabredenlerdir (Al-i İmran 3/186); gayba iman edenler, Allah’ın kendilerine verdiği maldan infak edenlerdir (Bakara 2/2); kötülükten sakınanlardır (Al-i İmran 3/76); öfkelerini yutanlardır, insanları affederek güzel davranışta bulunanlardır. Yine onlar kötülük yaptıklarında, kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe istiğfar edenler ve günahlarında bilerek ısrar etmeyenlerdir (Al-i İmran 3/134, 135).

Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten kaçınmayanlardır (Tevbe 9/44). Allah ile beraber başka bir ilaha tapmazlar, haksız yere cana kıymazlar, zina etmezler, yalan yere şahitlik etmezler, boş sözlerle oyalanmazlar ve boş sözün ardına düşmezler, kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığında ayetlere karşı sağır ve kör davranmazlar, iyi bir aile kurabilmek ve iyi bir aile olarak kalabilmek için ve muttakilerin önderi olabilmek için sürekli dua ederler (Furkan 25/68, 70, 72, 73, 74). Yeryüzünde böbürlenmezler ve bozgunculuğu arzulamazlar (Kasas 28/83). Allah’a karşı gelmekten sakınanlardır (Sad 38/49). Rablerinin kendilerine verdiğine sahip çıkanlardır, geceleri pek az uyuyanlar, seher vakitlerinde istiğfar edenlerdir. Mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir pay/hak ayıranlardır (Zariyat 51/16, 17, 18, 19). 

İşte Kur’an, takvanın pratiğini bu şekilde oluşturur. Takva duygusunun çevrelediği insan kemale ermeye doğru yol almıştır. Takva insana çok şey kazandırmıştır. O kazandırdığı güzellikler, insanlığın içinde onu seçkin ve şerefli yapmıştır, aynı zamanda Allah katında da değerli bir kul yapmıştır. 

Takva, insanın Allah ile ilişkisinde ve toplum ile ilişkisinde meşru olanı yapmayı ve meşru bir şekilde davranmayı kişiye öğretmiştir (Bakara 2/180, 189). Takvalı olmak Allah’ın sınırlarını ihlal etmemeyi öğrettiği gibi (Bakara 2/187), takvalı olmak aynı zamanda kötülüğü meşrulaştırma çabasından da alıkoyar (Bakara 2/223, 224). İnsanların akrabalık bağını gözetmesini sağlar (Nisa 4/1). Kişiye yetimin hakkını gözettirir ve sözü doğru söylettirir (Nisa 4/9). Helal ve harama dikkat ettirir (Maide 5/4, 88, 96, 100).

Allah’a verilen söze sadık kalınmasını sağladığı gibi kişinin adaletli olmasını, hakkı ayakta tutmasını ve adaletle şahitlik yapmasını zorunlu kılar (Maide 5/7, 8 ve 108). Allah’tan sakınmak onun yolunda cihad etmeyi ve ona yaklaşmaya yollar aramayı gerektirir (Maide 5/35). Takvalı birine kafirleri veli edinmek haramdır, böylece Allah dost ve düşman ayrımını net olarak yaptırır (Maide 5/57). Sakınma duygusu olanlar şeytan ve dostlarından bir ayartıcı geldiğinde hemen basiretlerini kuşanırlar. Kendilerini ayartacak her şeye karşı uyanık olurlar. Mü’minin sürekli tetikte olması anlamına gelir ki, bu durum da zihni hep açık kılar (Araf 7/201).

Islah etmek, bozgunculuktan kaçınmak takvalı bir davranışın sonucudur (Enfal 8/1). Allah ancak takvayı kuşanan kimselere hak ve batılı ayırt edebilen bir bilinç kazandırır (Enfal 8/29, Muhammed 47/17). Savaş hukukundan elde edilen ganimetleri yerken dahi helal ve haramı gözetmeyi zorunlu kılar (Enfal 8/69), insanların antlaşmalarına uymalarını sağlar (Tevbe 9/4, 7), mü’minlere topyekun savaş açan her türlü şer güçlerine karşı tek vücut olarak karşı koyma ahlakını kazandırır (Tevbe 9/36, 44, 123).

Allah’tan korkmak (sakınmak/takva hali) doğrularla beraber olmayı gerektirir (Tevbe 9/119), takvalı kimseler kevni ayetleri de okumayı bilirler (Yunus 10/6-31), takva duygusu insana Allah’ı veli edinmeyi kazandırır (Yunus 10/63, Casiye 45/19). Rabbinin hükümlerine boyun eğme teslimiyetini kazandırır (Hac 22/32). Takva, mü’minlere sözün hakikatini söyletir (Ahzab 33/70), takva sahipleri doğruluğu/doğruyu getiren ve tasdik edendir (Zümer 39/33), takva sahibi olmak resule itaati gerektirir (Zuhruf 43/63, Haşr 59/7), takvalı olmak Allah ve resulünün önüne geçmemeyi zorunlu kılar (Hucurat 49/1), resulün karşısında sesi alçaltır (Hucurat 49/3). Mü’minlerin kardeş olmasını ve bu kardeşliğin esası olarak kardeşler arası ihtilaf oluştuğunda ıslah edici olmayı/davranmayı ilke haline getirir (Hucurat 49/10), zandan ve dedikodudan kaçınmayı öğretir (Hucurat 49/12).

Takva öyle bir şeydir ki, takvayı kuşanan kimseler günahın büyüğünden ve fuhşiyattan sakınırlar (Necm 53/32), herhangi bir gizli konuşma olacağı zaman günah ve düşmanlık üzere değil takva üzerine konuşulmasını ilke edinirler (Mücadele 58/9). Mü’minleri nefsin cimriliğinden sakındırır (Haşr 59/9, Tegabün 64/16). Takva duygusu öyle bir şeydir ki, boşanma gibi insanın duygularının en kötü olduğu durumlarda dahi adil olmayı ve doğru hareket etmeyi kişiye zorunlu kılar (Talak 65/1, 5). Takva, had cezasıyla kişiyi aşırılıktan korur (Bakara 2/179). Şeytan’ın bizleri takva elbisesinden Allah’ın affına güvendirerek soyundurmaması için dikkatli olmamızı sağlar (Lokman 31/33). Takva öyle bir duygudur ki, hayatın her alanında yani sosyal ve ibadi konuların tamamında aktif olarak insanı çevreler (Bakara 2/196, 197, 201, 203, 231, 233, 237, 241, 278, 281, 282, 283). Allah, takva kavramıyla kişinin tüm hayatına hükmeder. Ticaretinden eğitimine, eğitiminden evliliğine, evliliğinden aile kurumunun inşasına ve aile kurumundan çevresiyle kurduğu ilişki ve otoriteyle olan ilişkisine varıncaya dek her şeyine çeki düzen verdirir. Kısacası içtiği çaydan siyasetine varıncaya kadar her şeyini Allah’tan sakınma üzerine bina eder.

Muttaki olabilmenin Allah ile olan ilişkide de kişiye sağladığı belli başlı faydaları vardır. Bu elbette çok önemlidir. Zira insan kendisini yaratan ile olan ilişkisinde, O’nun tarafından sevildiğini, desteklendiğini ve bir ecirle ödüllendirileceğini bilmesi, kendisini hayatın içinde daha dirençli ve güçlü kılacaktır. Muttaki olmanın Allah katında nasıl bir değer olduğunu gösteren ayetleri inceleyecek olursak şunlarla karşılaşırız:

Allah, yalnızca kendisinden sakınarak ibadet eden kulların kulluğunu kabul eder (Maide 5/27). Takvayı kuşanmış kimseler Allah’ın azabından dolayı korkmazlar (Araf 7/35). Allah muttaki olanları sever (Al-i İmran 3/76, Tevbe 9/4, 7). Bir topluluk Allah’tan gereği gibi sakınırsa Allah o topluluğa gökten ve yerden nice bolluklar açar (Araf 7/96) işte bundan ötürü muttaki insanın gelecek endişesi yoktur. Hem dünyada hem de ahirette kurtuluş ancak takva sahiplerinindir. (Araf 7/128, 156; Kamer 54/54, Hud 11/49, Yusuf 12/57, 90, 109, Ra’d 13/35, Hicr 15/45, Nahl 16/30, 31, Ta-Ha 20/132, Furkan 25/15 vs.) Böylece muttaki insan yalnızca ahiretini imar eden değildir dünyadan da nasibini unutmayan ve zalimlere karşı sürekli cehd içinde olan kimsedir.

Allah takva sahiplerini helakten korur (Neml 27/53). Ahiret gününde yalnızca takvalı olanlar birbirlerine veli olabilecektir (Zuhruf 43/67). Allah mü’min olmada ısrar eden kimseleri takva üzere sabitler (Fetih 48/26). Allah katında en kıymetli kişi takvaca en üstün olan kimsedir (Hucurat 49/13). Allah, küfürle savaş halinde olan mü’minlere düşmanlarına karşı melekleriyle yardım eder (Al-i İmran 3/125). Muttakiler Allah’ı veli edinmişlerdir.(Casiye 45/19, Yunus 10/63, Enfal 8/34). Veli olarak Allah’ı kazanan kimselere karşı da galip gelecek başka bir güç yoktur, olamaz. Allah muttakilere hak ile batılı ayıran bir anlayış verir (Enfal 8/29). Muttaki olanlar Allah’ın merhametine (Araf 7/63), rızasına (Al-i İmran 3/15), affına (Al-i İmran 3/136), ikramına (Al-i İmran 3/198), sevabına (Bakara 2/103) ve büyük ikramına (Al-i İmran 3/172, 179) mazhar olmuşlardır. Allah muttakilere işlerinde kolaylık ihsan eder (Leyl 92/5, 7). Allah, muttakileri kafirlerin hile ve desiselerinden korur (Al-i İmran 3/120). Takva insanı fıtratına döndürür ve onu en güzel biçimde inşa eder. Yüreklerdeki kiri pası temizler.

Kur’an takva kavramını açıklarken takva ile doğrudan ilgili bir takım kavramların da varlığını bize anlatır. Bu kavramlar takvanın zıddı olabildiği gibi takva ile ilintili de olabilmektedir.

Birr ile ilgili olarak Allah Bakara suresi 189. ayette bizzat ‘birr’e (iyiliğe) ulaşanların ancak korunmuş (ittika) kimseler olabileceğini ifade etmektedir. Muttaki olmak, birr’i doğal olarak üzerinde barındırmayı gerektirmektedir.

Muhsin de takva ile ilgili kavramlardandır. İhsan, sahip olunan nimetlerden başkasına da vermek anlamına gelir. Ayrıca bilinmesi gereken bir şeyi güzel bir biçimde bilme, yapılacak bir işi güzel bir biçimde yapma anlamına da gelir.(Müfredat el- İsfehani) Üzerine düşen sorumluluğu gereği gibi yerine getiren ve sahip olduğu şeylerden ihtiyaç sahiplerine de veren muhsinler takva sahibidirler. “Muhakkak ki Allah, takva sahipleri ile beraberdir. Ve onlar, muhsinlerdir.” (Nahl 16/128)

Salat’ın dosdoğru olması, insanı kötülükten ve fuhşiyattan alıkoyması da ancak takvayı kuşanmakla mümkündür (En’am 6/72). Takvasız bir salat, ıslık çalıp el çırpmaktan ibarettir. 

Şükür, yine takva ile ilintilidir. İnsanın şükrünü eda edebilmesi klasik anlamda yalnızca dua sözcükleriyle mırıldanmak demek değildir. Şükretmek bizzat şükrü amelle ortaya koyabilmekten geçer. Onun içindir ki Allah, Al-i İmran suresi 123. ayette bu durumu açıkça ortaya koymaktadır: “Ve andolsun ki, Bedir (savaşında) siz (sayıca ve silahça) daha zayıf bir halde iken Allah size yardım etti. Artık Allah’a karşı takva sahibi olun. Ve umulur ki böylece siz şükredersiniz!”

Felah, Kur’an’da kurtuluş anlamında kullanılır. Kur’an, insanın ahiret günü felaha ermesi için onu sürekli uyarır. Dünyada Allah’ın haram kıldığı şeylerden sakınarak felah bulacağını ona sürekli hatırlatır. Buna örnek ayetlerden bir tanesi Al-i İmran suresinin 130. ayetidir: “Ey iman edenler! Faizi kat kat artırarak yemeyin. Ve Allah’a karşı takva sahibi olun. Umulur ki böylece siz, felâha erersiniz.”

Adalet ve şahitlik kavramları Maide suresi 8. ayette birlikte kullanılarak adalet ve şahitlikle hakkı ayakta tutmanın takvaya en uygun davranış olacağı belirtilmiştir. 

Islah da yine takvanın olmazsa olmazlarındandır. Dinin özünde insanı ıslah etmek vardır. Ancak muttaki olanlar ıslah olmuştur. Eğer insanda günahtan sakınma duygusu oluşmamışsa henüz ıslah olmamış demektir. Allah, Enfal suresinin ilk ayetinde insanların bir savaş ganimeti paylaşımında ya da Hucurat suresinde mümin iki tarafın kavgasında ıslah edici davranış ortaya konulması gerektiğini ancak böyle yapılırsa takvalı bir davranış ortaya konulmuş olacağından bahsetmektedir.

Vaaz da takva ile ilintili kavramlardan biridir. Vaaz etmek insanın yanlışından dönebilmesi için ona sunulan bir fırsat gibidir. Allah nasıl ki insana vaaz ederek onun ıslahına imkan tanıyorsa iman etmiş kimseler de çevrelerinde vahyi duymamış ya da duymuş ama kaale almamış kimseleri uyararak onlara vaaz ederek sakınmalarına vesile olabilirler. Vaaz etmek aynı zamanda takva sahibi kimselerin sorumluluğunu yerine getirmesi açısından önemlidir. “Ve onlardan bir ümmet, ‘Allah’ın helâk edeceği (yok edeceği) veya şiddetli bir azapla azap edeceği bir kavme niçin öğüt veriyorsunuz?’ dedikleri zaman şöyle dediler: ‘Rabbinize bir özür olsun ve böylece (bu öğütle) takva sahibi olurlar’ diye.” (Araf 7/164)

Havf Kur’an’da Allah’tan O’nun azabından korkmayı ifadelendirmek için kullanılır. Takva kavramı ‘havf’ anlamında bir korkuyu ifade etmez. Takva daha çok, seven bir insanın sevdiğine mahcup olmama hassasiyetini ifade eder. Allah, mü’min kullarının ancak takvayı kuşanması ile Allah’ın azabından emin olabileceğini vurgulamıştır. “Ey Ademoğulları! Sizin içinizden, size ayetlerimi anlatan resuller geldiği zaman, bundan sonra kim takva sahibi olur ve nefsini ıslah ederse, artık onlara korku (havf) yoktur. Ve onlar mahzun olmazlar.” (Araf 7/35)

Furkan, Kur’an’da hak ile batılın ayırt edilmesi anlamında kullanılmıştır. Bir kimsenin furkan sahibi olması Allah’ın ona bahşettiği çok kıymetli bir değerdir. Ona da ancak sakınanlar yani takvalı olanlar sahip olabilir. İşte bu yüzdendir ki furkana sahip olabilmenin yolu takvalı bir duruştan geçer. “Ey iman edenler! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.” (Enfal 8/29)

Kur’an’da takva ile ilintili, takvanın olmazsa olmazlarından olan kavramlar olduğu gibi aynı şekilde takvanın zıddı olanlar da mevcuttur.

Kur’an’da muttakilerin zıddı olarak insan grubu açısından suçlular (mücrimin)(Meryem 19/85, 86), azgınlar (ğavin) (Şuara 26/90, 91), doğru yoldan çıkanlar (füccar) (Sad 38/28), isyanda haddi aşanlar (tağin) (Sad 38/40, 55), büyüklenenler (mütekebbirin) (Zümer 39/72, 73), alay edenler (sahırin) (Zümer 39/56, 57), (peygamberleri) yalanlayanlar (mükezzibin) (Hakka 69/48, 49, Mürselat 77/40, 41), saldırganlar (mu’tedin) (Tevbe 9/7, 10), itaatten çıkanlar (fasikin) (Tevbe 9/7, 8), Allah’a ortak koşanlar (müşrikin) (Tevbe 9/7), iki yüzlüler (münafıklar), kafirler (Tevbe 9/123) ve zalimler (Maide 5/27, 28, 29, En’am 6/68, 69, Tevbe 9/44, 45, 46, 47) anlatılmaktadır.

Takvanın zıddı olarak ayrıca eylem, davranış biçimi olarak da günah ve düşmanlık (ism ve udvan) (Maide 5/2), nebilere isyan (Mücadele 58/9) ve doğru yoldan çıkmak (fücur) (Şems 91/8) zikredilmiştir. Muttaki, çoğu kez kafirin zıddı olan mü’min anlamındadır (Nisa 4/131, Ra’d 13/35). Takva birçok yerde zulüm kavramının zıddı olarak kullanılmıştır. Meryem suresinin 71. ayetinde, “İçinizden oraya (cehenneme) gitmeyecek hiç kimse yoktur. (Bu), Rabb’inin üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür.” denildikten sonra 72. ayette, “sonra muttakileri kurtarırız ve zalimleri öyle diz üstü çökmüş olarak bırakırız” buyrulmuştur. Burada konu üzerinde detaylı durulmamışsa da, o ayete dayanarak genelde mü’minlerin de mutlaka cehenneme gireceği ve bilahare oradan muttakilerin kurtarılacağı gibi klasik bir yorum var, oysa ayetin sibakına bakıldığında tamamen kafirlere seslenmektedir. Casiye suresinin 18. ayetinde, “Sonra sana dinden (yeni) bir şeriat verdik ona uy. BilmeyenIerin keyiflerine uyma.” denildikten sonra 19. ayette, “zira onlar, Allah’tan gelecek bir şeyi senden asla savamazlar. Zalimler, birbirlerinin velisidirler. Allah ise muttakilerin velisidir.” buyrulmuştur.

Takva-zulüm ikilemini birçok ayette görmek mümkündür. Takva, Kur’an’daki anlamı itibariyle zulmün tam zıddıdır. ‘Takva’nın birinci derecesi; şirk, küfür ve nifakı terk edip iman sahibi olmak. ‘Zulm’ün birinci derecesi ise; imanı terkedip şirk, küfür ve nifaka düşmektir.

Takvanın ikinci derecesi; emredilen farzları yapmak, haramlardan kaçınmaktır. Zulmün ikinci derecesi ise; bunun tam zıddı yani emredilenleri ve farzları terk etmek, yasakları ve haramları işlemektir. İman açısından muttakiler mümin, zalimler kafirdir. Amel açısından muttakiler itaatkar, zalimler ise isyankardır.

Sonuca gelecek olursak, takva Kur’an’ın üzerinde hassasiyetle durduğu önemli bir konudur. Allah’ın olmasını istediği insan tipinin tüm özelliklerini içinde barındıran bir formdur. Ademoğlunun dünyada kazanmış olduğu mal ve mülk yahut itibar, yahut makam bunların hiçbiri, eğer içinde sakınma duygusu eksik veya yoksa, Allah katında kıymetli olan şeyler değildir. Hatta takvadan yoksun yapılan ibadetlerin de Allah için bir kıymeti yoktur. Allah’a ulaşacak olan nicelikler değil niteliklerdir ki o niteliği belirleyen şey de takvadır (Hac 22/37). İnsanın ahirete götürebileceği en kıymetli hazine de kuşkusuz takvadır (Bakara 2/197). Çünkü insanı Allah katında tertemiz yapacak olan şey takva elbisesini bürünmüş olarak huzura çıkmaktır ve en güzel, en hayırlı elbise de bu yüzden takva elbisesidir (Araf 7/26). Allah, kullarına elleriyle yaptıklarını takdim edecekleri günden sakınmalarını (Yasin 36/45) hatırlatarak Allah’ın çizdiği sınırlarda kalmalarını ve sınır ihlali yapmamalarını emretmiştir (Bakara 2/187). Eğer ki insan, kendisine gelen vahiyden sonra vahye muhalif olanların keyfince düşünür ve hareket ederse, onlara uyarsa, Allah ile olan dostluğunu bozmuş ve takva elbisesini üzerinden çıkarıp atmış sayılır (Ra’d 13/37).

Kuşkusuz tarih boyunca Allah’ın kullarına göndermiş olduğu tüm kitapların ve tüm nebilerin amacı takvayı kuşanıp rahmete nail olacak bir toplum var edebilmek içindir (Araf 7/63). Allah’ın olmasını istediği insan tipi, nebiler için olduğu gibi (Ahzab 33/1) tarih boyunca tüm toplumlar için de bağlayıcıdır (Nisa 4/131). Bundan dolayıdır ki tüm nebiler toplumlarına takvalı olmayı öğütlemişlerdir. (Mü’minun 23/23, 32, 52, Şuara 26/11, 106, 108, 110, 124, 126, 131, 142, 144, 150, 161, 163, 177, 179, 184, Ankebut 29/16, Rum 30/31, Ahzab 33/37)

Allah, kullarına takvalı olmalarını emrederken onlara nasıl takvalı olunacağını da öğretmiştir. Onun içindir ki Allah kendisine yaraşır biçimde sakınılmasını emretmektedir. (Al-i İmran 3/102, 115, 120, 133, 138, 172, 186, 198) Bunun yolu da kuşkusuz bize gönderilen kitaba gereği gibi sahip çıkmak ve Kur’an’da emredilen ahde, misaka uygun davranmaktır (Al-i İmran 3/76). İyilik ve takvada yardımlaşmak (Maide 5/2) muttaki bir toplumun oluşmasında çok önemli bir davranış biçimi olarak karşımızda durmaktadır. Zira bir kişinin yapacağı herhangi bir hadsizlik/fitne kendi dışındaki tüm toplumu da olumsuz etkileme gücüne sahiptir. Bundan ötürü sakınma/takva duygusu gelişmiş bir insanda ve toplumda böyle bir olumsuzluk söz konusu olmaz (Enfal 8/25).

Allah, her şeyi takva üzerine inşa etmiştir. Çünkü takvanın olduğu yerde şirk olmaz, bozgunculuk olmaz. Mescitlerin temeli de takva üzere inşa olunur (Tevbe 9/108). Eğer Allah için bir kurum inşa edilecekse bu kurum hayr üretmek dışında ve ıslah edici olmak dışında bir amaç taşımamalıdır. Yani bozgunculuğun merkezi konumunda olmamalıdır. Hatta ilk mescit olan Kabe’nin işlerini yapmaya yetkili olanların da ancak takva ehli olmaları şartı aranmıştır (Enfal 8/34). Oysa bugün Mescid-i Haram zalimlerin ellerinde turistik gelir getiren mekana dönüşerek asli amacından uzak tutulmaktadır.

İçinde yaşadığımız çağda ve bundan önceki tüm çağlarda zalim otoriteler, insanların tek olan ilaha değil kendi uydurdukları sahte tanrılara kulluk edilmesini emretmişlerdir. Bunun için devletin tüm imkanları hem baskı olarak hem ideolojik olarak kullanılagelmiştir. Nesiller çağlar boyunca iğdiş edilmiştir. Oysa Allah, Nahl suresinin 52. ayetinde, “Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. O halde Allah’tan başkasından mı sakınıyorsunuz?” diyerek esas sakınılması gerekeni işaret etmiştir. Bu uyarı, Mü’minun suresinin 86-87. ayetlerinde, Şu’ara suresinin 131. ayetinde ve Müddessir suresinin 56. ayetinde de ısrarla devam etmiştir. Küfredenler, tıpkı Nemrut gibi yaşatmak ve öldürmek haklarının kendilerine ait olduğunu iddia ederek toplumlar üzerinde hegemonya kurmak isteseler de bize düşen İbrahimi bir tavırla sizin kapitalist, laik, demokratik, kemalist vs. düzenlerinizden korkmuyoruz, esas korkulmaya layık olan Allah’tır diye haykırmamız gerekmektedir. Dünyada şerefli bir yaşam sürmenin ve bunun akabinde ebedi hayatımızı kazanabilmemizin tek yolu Allah’tan gereği gibi sakınmaktır. Çünkü Allah’tan sakınmak kişinin keyfine kalmış bir durum değil zorunluluktur. (Zümer 39/16, 28; Mümtehine 60/11, Nuh 71/3)

İKTİBAS

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *