Doğu Akdeniz’in Gerçek Rengi ‘Doğalgaz’ Mavisi mi?

Doğu Akdeniz’in Gerçek Rengi ‘Doğalgaz’ Mavisi mi?

Artık, dünya siyasetini okuyanlar bu dantel dantel köpüren sulara baktıklarında sadece doğal gazı, olası doğal gaz boru hatlarını, vanaları, vidaları, sondaj gemilerinin gıcırtısını, gemileri koruyan donanmaları, donanmaları burun buruna getiren jeopolitik/jeo-ekonomik kararları görüyor.

Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi İİSBF Dekanı Prof.Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney, politik mücadelenin merkez noktalarından biri haline gelen Doğu Akdeniz meselesini bugün Star Açık Görüş için yazdı. Konuya taraf olan başta ABD olmak üzere, Türkiye, Rusya, İsrail ve diğer ülkelerin yaklaşımlarını Prof. Güney “EastMed kardeşliği Doğu Akdeniz’in sularını neden bulandırıyor?” başlığı altında şöyle değerlendirdi:

Coğrafyanın politik mücadele ve stratejiler altında büyüyüp küçülmesini, uzayıp kısalması, kalabalıklaşıp yalnızlaşmasını izlemek hep ilginç olmuştur. Akdeniz bütün bu süreçleri kısacık 15-20 yılda yaşadı. Önce Avrupalıların diğerlerini etkileme, onların ilham kaynağı olma hevesiyle genişledi; sonra diğerlerini- özellikle de Afrikalıları- durdurmak için bölündü, sonra Arap Baharı/Kışı ile çalkalandı, sonra Rusların inişi ile Doğu Akdeniz ve Suriye üzerinden Ortadoğu’ya bağlandı. Güzel mavi sular ve gökyüzünü şemsiye gibi yaran palmiyeler farkında değil ama bugünlerde “Doğu Akdeniz” tanımlaması Ortadoğu mücadelesinin eksenlerini ve bu eksenlerde yer alan aktörlerin gerçek niyetlerini (beka mı?, revizyonizm mi?) ortaya çıkaran turnusol kağıdı gibi. Üstelik bu turnusol kağıdının yüzeyi, enerji oyununun girift kurallarıyla bezenmiş durumda. Artık, dünya siyasetini okuyanlar bu dantel dantel köpüren sulara baktıklarında sadece doğal gazı, olası doğal gaz boru hatlarını, vanaları, vidaları, sondaj gemilerinin gıcırtısını, gemileri koruyan donanmaları, donanmaları burun buruna getiren jeopolitik/jeo-ekonomik kararları görüyor. Doğu Akdeniz gerçek rengine, Rusların söylediği gibi, doğal gaz mavisine kavuştu.

Doğu Akdeniz’de doğal gaz ilk bulunup çıkartıldığında, kaçınılmaz olarak ABD işin içine karıştı. Henüz 2009’larda olduğumuzdan Amerika’nın kendi liderliğinin ilkeleri altında bölgesel alanlar ve bölgesel güçleri kullanarak güvenliği sağlama, bu arada da barışçıl ortamdan faydalanıp nükleer silahsızlanmayı tüm dünyaya empoze etme gibi hayalleri vardı. ABD’nin o zamanki başkanı Obama, bu hayalleri sadece Ruslara değil tüm bölgeye anlatıyordu ama hayaller Filistin-İsrail setine takılıp duruyordu. Amerikalılar, daha yönetilebilir bir sorun olarak gördüklerinden, Doğu Akdeniz’de ilk gaz rezervleri bulunduğu andan itibaren bu meseleyi Kıbrıs sorunun çözümünde ve İsrail ile diğerlerini- bu arada Türkiye’yi- yakınlaştıracak bir kolaylaştırıcı etken olarak kullanılmak istediler. Kısa süre içerisinde anlaşıldı ki, Ada’da çözüm yönünde siyasi irade Rum tarafının isteksizliği ve inadı yüzünden ortadan kalkıyor. Üstüne üstük, Güney Kıbrıs Rum tarafının, iki toplum arasında bir barış ve işbirliği aracı olacağına inanılan bölgedeki gaz rezervlerinin üzerinden geliştirdiği siyasetle Ada’daki çözümsüzlüğü pekiştirmeyi, Ada’nın siyasi ve ekonomik geleceğini tekelleştirmeyi amaçladığı da fark edildi. Bitmedi; Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) keyfi Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilanı, bu bölgelerde kimisi Avrupalı bazı firmalara arama ve sondaj hakkı tanıma gibi politikalar yoluyla Kıbrıs’ın güney-batısında KKTC ve Türkiye’nin egemenlik ve hukuktan doğan haklarını ihlal edince, kendi çözümsüzlük için oluşturduğu stratejiye İsrail, Mısır, Lübnan, Avrupalıları ve tabii ki haklarını koruma kararlılığında ve zorunluluğunda olan Türkiye ve KKTC’yi sürükledi. Sonuçta, birazdan daha detaylarıyla açıklayacağımız kaderi belirsiz EastMed gibi bir proje ve Doğu Akdenizli aktörler arasında çatışma potansiyeli doğdu.

2017 verilerine göre bölgede en çok gaz rezervi olan ülkeler arasında Suriye ile İsrail’in adı geçiyor. Suriye, şu an için parçalı bir haritaya mahkûm üstelik Batı Suriye’de, hatta Golan’da artık Ruslar var. İsrail gazı için ise Avrupa pazarına ulaşmanın en ekonomik yolu İsrail-Türkiye hattıydı- ki ekonomik olma da enerji güvenliğinin bir parçası. Buna rağmen, her nasılsa -halihazırda teknik olabilirliği onanmış ama iktisadi olarak uygulanmaya değer bulunmamış olan- EastMed projesi kabul görmüş durumda. Avrupalılar, bu projeye neden destek verdiklerini açıklarken “Nihayet Rusya’ya yeni ve yerli bir alternatif bulduk” diyorlar. AB’nin yerli-milli siyaset deyince anladığı, GKRY’nin peşine takılmak, ki biz bu peşe takılışın pek hayırlı olmadığını Annan planını reddeden GKRY’nin ödüllendirilmesi esnasında görmüştük. Avrupa, Birleşik Kıbrıs ile Türkiye’yi kaybetmenin bedelini bugün Doğu Akdeniz’de GKRY, İsrail ve Sisi Mısır’ının şımarıklıklarının riskini alarak ödüyor.

Küre siyaseti

Tabii, hikâyede oturmayan başka kısımlar da var. Örneğin alan pek “Rusların” olmadığı bir alan değil. Herhalde EastMed kardeşliği, 6. Filo kadar, İsrail-Rusya ilişkilerinin sıkı fıkılığına güvenmek istiyor, ki ne ABD’ye, ne İsrail’e, ne de Rusya’ya bel bağlamak çok kolay, güvenli ve yerli bir yol değildir; hatırlatalım. Daha önemlisi, Dr. Emete Gözügüzelli gibi bazı uzmanlar, EastMed‘in BMDHS’nin 300. Maddeyi ihlal ettiğini belirtiyor. BMDHS’nin kıta sahanlığındaki kullanım özgürlüğüne ilişkin olarak 79 (1.) maddesi, tüm devletlere kıta sahanlığında denizaltı kablolar ve boru hatları döşeme yetkisi verilse dahi bu tür boru hatlarının döşenmesi ile ilgili hattın mutlaka kıyı devletlerinin iznine tabi tutulduğunu belirtmektedir. Kısaca ne Türkiye’nin ne de KKTC’nin iznini almadan ortaya atılmış EastMed anlaşması sadece Ankara ve Lefkoşa için yok hükmünde değil, sadece bir enerji meselesi değil, aynı zamanda Ankara’nın Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının teminat altında tutulma önceliğiyle ilgili. Dolayısıyla EastMed’in önünde heyula gibi engeller var.

Diyelim bu engelleri, Kıbrıs’ta çözüm istemeyen küçük güçler örneğin GKRY, görmek istemeyerek/görmemek kararlılığıyla strateji geliştirdiler. Ya diğerleri? Sorumuzu daha açık soralım, mesele gaz değil, Suriye’deki paylaşım ve Ortadoğu’daki eksen/küre siyaseti mi?

Soğuk Savaş sonrası Akdeniz havzasında eski gücünü kaybeden Rusya, Şam Rejiminin köşeye sıkışmasından faydalanarak 2015’de Akdeniz’e indi. Suriye’nin Akdeniz’deki batı kıyılarında kuvvetli bir askeri yapılanma ile konumunu pekiştirdi. Rusya’nın geri dönüşünü, 2003 Irak müdahalesi sonrasında Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki etkisini arttırmış İran ile birlikte değerlendiren Trump Amerika’sı ile Netanyahu yönetimi ciddi bir telaşa kapıldı. En büyük telaş İsrail’de görüldü. Suriye iç savaşının başında olan bitene fazla ses çıkarmayan Tel Aviv, son yıllarda Akdeniz’e çıkış ve kıyıdaş olan yerlerde Tahran’ın veya uzantılarının var olması sebebiyle o kadar çok gürültü kopardı ki, kafası Ortadoğu’daki gücünün geleceği ve vekillerinin gücü konusunda karışık ABD, “Neler oluyor?” diye kafasını İsrail’e doğru çevirdi. Eh, buraya Damat Kushner etkisini, Trump’ın başında Rus casusluğu diye boza pişirenleri, İran’a ne verilirse bize de o verilsin diye bağıran Riyad’ın rahatsız edici etkisini de ekleyelim. Sonuçta Tel Aviv, Doğu Akdeniz Havzasında geliştirmek istediği hidro-karbon taşımacılığı için gerekli enerji platformlarına ya da doğrudan İsrail menşeli doğal gaz taşımacılığına Hizbullah’tan gelebilecek olası tehditleri Trump desteği ile Tahran karşıtı bir kuşak oluşturarak bertaraf etmeye Washington’u ikna etti. Herkes, florasan ışıklar saçan küreye el basan figürlerin film karesini andıran gülüşlerine odaklanmışken, İsrail çantasından EastMed’i çıkarıp, Küre’nin Akdeniz’de devamını oluşturduğunu müjdeliyiverdi. Ne kadar ironik ki, Rusya güçleri Golan’ı tutacak diye neredeyse zil takıp dans eden İsrail, kendi gazını Avrupa’ya pazarlamayı başarırsa bu pazarda rakip Rusya’yı devre dışı bırakacağını hem Amerikalılara hem de Avrupalılara fısıldıyordu. Arkalardan bir yerlerden paranın sesi de gelince, Avrupa pazarına kaya gazı ile giren ABD ile boy ölçüşmekten çekinen Avrupalılar da Küre’nin ışığının soluk değil çok parlak olduğunu iddia ediverdiler. ABD halinden memnun gülümsüyor, çünkü bu kargaşada birkaç kuşu tek taşla vurabileceğini düşünüyor.

Doğu Akdeniz’de gaz bulunduğu andan itibaren Türkiye’nin Akdeniz’e kıyıdaş bir ülke olarak sahip olduğu hakları göz ardı edenler, Kıbrıs sorununu çözmekte ayak süren Rum tarafının gaz politikalarını AB nezdinde desteklemeye karar verip, gerçekleşip gerçekleşmeyeceği hala müphem olan EastMed üzerinden toplantı üzerine toplantı yapınca işler aniden sarpa sardı. Türkiye’nin kendisinin ve KKTC’nin uluslararası hukuk ve anlaşmalardan doğan haklarını koruma kararlılığı ve gücü ortadayken ve Küre siyasetinin özü İran karşıtlığı -bunun sayesinde Rusya’nın dengelenmesiyken- Doğu Akdeniz’de birden Küre siyaseti kanserleşti, metamorfoza uğradı, Türkiye karşıtı bir retoriğe büründü. Nitekim, geçtiğimiz günlerde GKRY’de düzenlenen‘Yurt Dışında Yaşayan Kıbrıslılar’ konferansında Güney Kıbrıs Mısır Büyükelçisi haddini aşarak ve Mısır’ın içinde bulunduğu askeri-ekonomik durumu (geçtiğimiz aylarda temiz su bulma krizini yeni çözmüşlerdi) unutarak, ‘Türkiye’nin Akdeniz’deki doğal gaz adımlarını’ kınadı. İş burada da kalmadı, Mısır’ın oradan, buradan neredeyse herkesten alıp çürümeye bıraktığı deniz gücüne güvenerek mi bilinmez Ankara’yı, GKRY’nin çıkarlarını korumak için askeri güç kullanmakla tehdit etti. Askeri güç denilince daha ciddiye alınası ama donanma gücü konusunda zayıf İsrail’in GKRY Büyükelçisi Sammy Revel de Rumların yanında durduklarını ifade ettikten sonra “Sorunları askeri müdahaleler olmadan çözmeyi umuyoruz” dileğini seslendirdi. GKRY-Mısır-İsrail üçlüsünün, provokasyon ve Suriye pazarlığında Türkiye’yi yormak dışında neye hizmet ettiği belirsiz. Ankara açıklamalarını kınar ve reddederken “Türkiye’nin, Türklerin hak ve menfaatlerini savunmakta ve bu bağlamda Kıbrıs Türk tarafına destek vermekte kararlı olduğunu” bir kez daha yineledi. Kısaca, bir zamanlar Akdeniz’de bulunan hidro-karbon kaynaklarının bölgede işbirliği ortamı yaratarak bir istikrar alanı kuracağı beklentilerinden çok uzaktayız.

Güney Kıbrıs’ın hukuki olmayan keyfi sondaj girişimlerinin, Türkiye’nin Afrin operasyonuna denk gelmesi ve eşzamanlı olarak da Ege’de suni krizler yaratılması ne tesadüf ne de sürpriz. Anılan tarihte, Rumların ve Yunanistan’ın en önemli beklentisi bir oldu-bitti ortamı yaratarak, GKRY’nin çoklu anlaşmalar yaptığı ülkeler vasıtasıyla sürdürmekte olduğu hidro-karbon siyasetini ve tabii faaliyetlerini zorla Ankara’ya kabul ettirmekti. Türkiye, Afrin/Suriye ile meşgulken, GKRY bu durumdan faydalanılabileceği hesabıyla yangına körükle gitmekten ve hiç düşünmeksizin Doğu Akdeniz’de devam eden Irak ve Suriye yangınına Kıbrıs’ı da sürüklemekten çekinmedi.

Türkiye karşıtı retorik

Peki, Küre Doğu Akdeniz’de neden Türkiye karşıtı bir retorikle kanserleşti? Baş suçlular (Yunanistan ve GKRY) dışında hiç mi Türkiye’nin bunalmasını arzu edenler yok? Bu soruyu sorduktan sonra, dönüp ABD’nin Suriye’de neden rahatsız olduğuna bakmak gerekiyor. ABD’nin parçalı Suriye-Irak politikasını, PYD başta olmak üzere güçsüz vekiller üzerinden geliştirdiği stratejisini ve İsrail’i önceleyen güvenlik kurgusunu daha önce çok yazdık. Ancak, Küre’nin Doğu Akdeniz’e inişini anlamak için Suriye’nin toprak bütünlüğünü temel ortak ilke yapan Türkiye-İran-Rusya Astana-Soçi Üçlüsünden ABD’nin duyduğu rahatsızlığı tekrar hatırlamak gerekiyor. Türkiye’nin ABD’nin tekelinde önce İsrail, önce ABD diyen Cenevre süreçleri dışında bir siyasi çözüme güç vermiş olması ABD-Türkiye artçı krizlerinin önünü açtı. Bugün, o sebeple, bu sebeple sanki Suriye pazarlıklarıyla alakasızmış gibi sebeplerle Washington Ankara’nın elini sıkıştırmaya çalışıyor. Brunson Krizi, F-35 teslimatının ertelenmesinin Senato’da kabul edildiği, Türkiye Cumhuriyeti İçişleri ve Adalet Bakanlarına yönelik yaptırımların açıklandığı günlere bizi getirdi. NATO’da baş müttefikimiz elinde sopa, Suriye’de dediğimi yap derken, Küre’nin uzantısı EeastMed kardeşliğinden askeri güç kullanma tehditleri geliyor. Afrin dönemi senaryoları tekrar yaşamaktan sıkılmayanlar, İran’ın güçsüzlüğüne, Rusya’nın Ankara’yı küstürmeyi göze alabileceğine güvenenler var anlaşılan. Uluslararası İlişkiler de olmayacak şey yoktur; olmayacak şey savunma stratejisi bölge gereklerine göre revize etmiş Türkiye gibi bir aktörün caydırıcılığına halel getirmesidir. Nitekim Türkiye, ABD ve Rusya ile denge siyasetine, provokasyon ve irrasyonaliteye kapılmadan, soğukkanlılıkla sürdüreceğinin sinyallerini verdi. Bu arada EastMed kardeşliğinin savurduğu tehditleri haklı gerekçesi yaparak, bu tehditleri tanımadığını göstermek için Fatih sondaj gemisini Akdeniz’e arama yapmaya göndererek hem KKTC’nin hem de Ankara’nın meşru haklarının arkasında duracağını kanıtladı.

Akdeniz’de mevcut güç parametreleri, Ankara’nın kendi ve KKTC’nin uluslararası hukuk ve anlaşmalardan doğan haklarını koruma kararlılığı ve Türkiye’nin sürdürdüğü akılcı denge diplomasisi EastMed’in gerçekleşmesini olanaksızlaştırıyor. Ankara, para arzusu ve hamasetle şişirilmiş bu boş projelerin boş tehditlerinin bir anlamı olmadığını bildiğinden, gücünü göstermek ve uyarısını tekrarlamak dışında olayı büyütmedi. Zaten kanserleşmiş Küre siyasetinin ömrünün çok uzun olması mümkün görünmüyor. Şimdilik, hasta Küre, AB ve ABD’nin göz yumması yüzünden yoluna kör, topal devam ediyor. Beklediğini bulamamış büyükelçiler hırslarını konferanslarda bağırarak çıkartıyor. Ankara, uzun bir süredir Türkiye’nin elini sıkıştırmak için sürdürülen psikolojik savaşın ötesinde Irak, Suriye, Lübnan, Akdeniz hattındaki paylaşımın nasıl olacağına gözü dikmiş bakıyor ve ulusal çıkar ve milli güvenliğini tehlikeye düşürecek gelişmelere müsaade etmeyeceğini kararlılıkla açıklıyor.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *