Müslüman her an tefekkür içinde olmalıdır. Kazanımlarına değil karşılığında neler verdiğine bakmalıdır.
Demokratik Sistemde Seçim’e Dair: Müslümanlar Açısından Bardağın Yarısı Dolu mu Yoksa Boş mu?
Gülbahar Ay Satan
Çoğu insanın duymaktan bıktığı, dillere pelesenk olan iki cümle vardır: Birincisi ”Demokrasi şirktir” ikincisi ise ”Demokrasi bir seçimdir ve İslam’da da seçim vardır”.
Seçmek! Özgür iradeyle bir seçim yapmak!
Bu, insanları her zaman cezbetmiştir. Çünkü herhangi bir konuda seçim yapmak, insanın yaratılışında, fıtratında içkin olan bir husustur. Adem ile Havva, yani ilk insanların yaratılış ve dünyaya yerleştirilme kıssasında bunu çok net olarak görebiliriz. Allah onlara ”şu ağaca” yaklaşmayın dedi.
İnsan denilen varlığa kendi iradesiyle seçim yapabileceği bir ortam sundu. Derken şeytan onların ayaklarını süreç içerisinde kaydırdı.
Burada, Matematik Profesörü Jeffrey Lang’in dikkat çektiği gibi, aslında onların yaptığı insanlık tarihinde işlenmiş büyük bir günah değildi. Onlar, adam öldürmedi. Tecavüz ya da hırsızlık yapmadı. Sadece bir çift meyve aldı…
Kıssanın bütününe baktığımızda anlıyoruz ki insan ilk defa kendi iradesiyle bir seçim yapmıştı. Seçmek, insanı akıl ve ahlak sahibi olmaktan sonra diğer canlılardan ayıran en büyük özellikti. Allah onlara ”kızmamıştı”. Adeta insanın artık imtihan dünyasına yerleşmeye hazır olduğunu göstermişti. Sonuç olarak bu olaydan sonra insanlar dünyaya bir süreliğine yerleşti. Rabb ise onları yalnız, başı boş bırakmadı. Elçilerle onlara yol gösterecek kitaplar gönderdi.
Evet, seçim yapmak insanın fıtratında vardır. Allah her an ”yaratma” halindedir. İnsan ise her an bir seçim yapan bir varlık halinde; iyi ile kötü, hayr ile şer, küfür ile iman, kibir ile sabır, helal ile haram… Hak ile batıl apaçık ortadadır dileyen istediği seçebilmektedir.
Şimdi asıl konumuz olan demokratik sistemde yapılan seçimlere değinelim.
– Bazı Müslümanların iddia ettiği gibi, demokrasi sadece seçim demek değildir. Seçim, demokrasinin sadece bir parçasıdır. Burada dikkat çekilmesi gereken nokta, kimlerin, neyi seçtiğidir. Kaldı ki sadece demokratik sistemde değil, faşist sistemde de, sosyalist sistemde de ‘seçim’ vardır. Fakat her birinin niteliği ve niceliği farklıdır.
Seçim yapan topluluk Müslüman ise ve her anlamda İslami ilkeler gözetilerek bir seçim yapılıyorsa (lider vs. seçmek için) elbette burada da bir sorun yoktur.
Çünkü İslam’da seçim vardır. Müslümanlar işlerini istişare ve şura ile yapmaktadır.
– Bazı Müslümanlar, İslam’da seçim olduğu gerçeğini, kendilerine kalkan yaparak demokratik sistemdeki seçimleri de kendince mübah görmektedir. Düşünün, demokrasi adı altında, her kesimden insanın bulunduğu bir toplulukta (alevi, ateist, muhafazakar) yapılan bir seçim, sonuç olarak azınlıkta olan kesimler için zulüm doğurabilir. Çünkü burada esas olan adalet değil, çoğunluğun ne istediğidir. Daha vahimi ise günümüz dünyasında yapılan demokratik seçimlerde çoğunluk oy kullanarak dahi gerçekleri değiştirememektedir. Sadece önüne konulan seçenekleri tercih ederek bir şeyleri değiştirdiğini zannetmektedir. Bu yüzden şu anda iktidarlarda kimin olduğu konumuz olmadığı gibi bu çok önemli de değildir. Ülkelerde gerçek bir demokratik seçim uygulansa bile, sonuç olarak azınlıklar, çoğunluk istiyor diye hep bir dayatmaya maruz kalmaktadır. Bu durum da ya nefret ya da münafıklık doğurmaktadır…
İslami sistemde ise zorlama yoktur. Herkes kendi dinini yaşayabilir. Bu da iki paradigma arasındaki farkı gözler önüne sermektedir.
İslam’da zorlama yoktur ama bir insan İslam olduğunu, Müslüman olduğunu iddia ettikten sonra bunun gereğini de yapmak zorundadır. Bir Müslüman batıl ile batıl arasında seçim yapmaz. Bir Müslüman, demokratik sistem seçimleri için şer ile ehven-i şer arasında seçim yapıyoruz diye işin içinden sıyrılamaz. Ehven-i şer, biliriz ki zaruri bir durum olduğunda uygulanabilir. Bir Müslüman (hele ki derdi-davası İslam’ın ilkelerini inşa etmek olan bir Müslüman) ehven-i şeri, ilkesel bir hayat prensibi olarak kabul edemez.
Çünkü İslam’ın bizatihi kendisi çözümü doğuracak köşe taşlarını verir. İslam, başka alternatiflere, tavizlere de gerek duymaz.
İmtihanımızı tamamlarken elbette tevhidi, adaleti zedelemeden kolay olanı seçeriz. Fakat tevhid ve adaleti inşa etmek için İslam’ın ilkelerinden yüz çevirerek bâtıla göz kırpamayız. Aksi takdirde burada başlı başına bir paradoks oluşur.
– Bazı Müslümanlar her fırsatta şöyle bir soru sormaktadır: ”Ne yapalım, seçimlerde oy kullanmayalım da ortalığı din düşmanlarına mı bırakalım?”
Müslümanlar olarak bize düşen, her hal ve şartta dosdoğru olabilmektir.
Müslümanın gücü nispetinde sorumlu olduğu ilkeler bellidir.
Kimse ahirette devlet, iktidar olmadı diye hesaba çekilmez.
Bunun için Müslümanlar, seçimden önce ilkesel olarak siyah ve beyaz gibi ayrışmak zorundadır.
Hak ile batıl ayrılmadan arılık, duruluk, şeffaflık, adalet, esenlik olmaz. Şu an, Müslümanların da içinde bulunduğu akademi dünyasında demokrasi putu asla eleştirilememektedir. Demokrasi şirktir diyenlerin çoğu selefi, eli silahlı, şiddet yanlısı radikal müslüman tipler olarak öne çıkarılmaktadır. Fikri anlamda demokrasi eleştirisi yapan bir kaç kişi ise ilkel, çağın gerisinde kalmakla suçlanmaktadır. Oysa hakikat tektir ve asla eskimez. Müslümanlar olarak, komplekslerimizden kurtulup Müslümanların tarihine bakarak geçmişte izzet ve şerefin demokrasiyle kazanılmadığını idrak etmeliyiz. Bu yüzden fikri anlamda güçlü bir mücadele vererek (yönetim, ekonomi, eğitim modeli…) üretmek zorundayız. Sömürü düzenine su taşıyan lakin evrensellik adı altında putlaştırılan demokrasiyi eleştirebilecek münevverlere ihtiyacımız vardır. Müslüman ne yapmalı ve nereden başlamalı sorusu bir makale konusudur. Lakin tek cümleyle özetlersek; inkılap, devrim sınırların ya da iktidarların el değişmesiyle değil, zihinlerin değişmesiyle olur. Toplum, demokratik sistem seçimleriyle değişmeyeceği gibi eline silah alarak, ilk iş olarak devlet kurmaya çalışmakla da değişmez. Fikirler benimsenerek toplumsallaşmadan iktidar olmaya kalkmak ya zulüm ya da çok karakterlilik/melezlik doğurur.
Bize düşen, temel ilke olarak ehven-i şeri seçmek değildir. Bize düşen, ilk olarak işe insandan, bireyden başlamaktır. Hak yolda bir adım gitmek yani akleden bir Müslüman genç yetiştirmek, batıl bir sömürü sisteminde iktidar olmaktan, daha doğru bir ifadeyle, öğütülmekten iyidir.
– Bazı Müslümanlar, pişkinlikle üste çıkarak, sisteme karşı dik duran, ehlileştirilemeyen birkaç Müslümanı da nankörlükle, ütopik olmakla, hiçbir şey yapmamakla ve hep aynı yerde durarak sadece akıntıya karşı kürek çekmekle suçlamaktadır. Bu ehven-i şerciler bilmelidir ki, asıl bu sistemden medet umarak İslam’ı inşa etmeye çalışmak ütopiktir. Şairin dediği gibi: ”Akıntıya karşı kürek çekmek, suya kapılmaktan daha çok zahmet ve çaba gerektirir.” Bu yönüyle daha çok kıymet taşır.
– Bazı Müslümanlar, İslam’ın maslahatı için bu sisteme destek verdiğini ve taviz verdiğini söylüyor. Müslüman birey olarak, kendi konforun, çıkarın için İslami ilkelerden taviz verebilirsin. Hesabı Allah’a vereceğini düşünerek. Lakin verdiğin her tavizi, göz yumduğun her batılı, İslam için, İslam’ın maslahatı için yaptığını söylemek!… Sonuç olarak ak ile kara’yı birbirine karıştırarak, gençlerin, gelecek neslin aklını bulandırmak!… İşte bunların hesabı Allah’a nasıl verilir bilmiyoruz.
– Bazı Müslümanlar, önceleri demokratik sisteme karşı iken şimdi sistemin iyi yanlarını desteklediğini, kötü yanlarını ise eleştirdiğini söylüyor. Böyle yaparak pratik hayatta, sürekli, bardağın yarısının dolu olduğuna işaret ediyor.
Oysa, tarihte Mekke müşriklerinin sisteminden tutun da firavun sistemine kadar, hak ile batılın karıştığı birçok sistemde iyi yanlar tespit edilerek bardağın yarısı dolu görülebilir. Bu konuya İsmet Özel’in şu cümleleriyle devam edelim: ”Kötümserler bardağın yarısı boş dermiş. Ben de diyorum ki hayır! Ahlaksızlar bardağın yarısı dolu derler, ahlak sahibi insanlar bardağın yarısı boş derler. Çünkü bardağın dolu olması esastır. Yani ben bu kadarlıkla kifayet ediyorum dediğiniz zaman, bardağın doldurulmamasına oynuyorsunuz demektir. Bardağın yarısı dolu değil, bardağın yarısı boş!…”
Son olarak, bu yazımızda ‘Bazı Müslümanlar’ diye başlıklar açtık. Maalesef ki bu bazı müslümanlar; okuyan-yazan, aydın, entelektüel, akademisyen, hoca ve alim diye tanınan yani topluma yol gösteren kişilerdir. Topluma yol gösteren kişiler böyle olunca, toplumda yüzeysellik, duygusallık, faydacılık da elbette kaçınılmazdır. Sonuç; arapça ezanla, başörtü serbestisiyle, açılan camilerle iktifa etmektir… Geriye ise müslümanlık adına Elhamdulillah nidalarından başka bir şey kalmamaktadır.
Oysa Müslüman her an tefekkür içinde olmalıdır. Kazanımlarına değil karşılığında neler verdiğine bakmalıdır.
Şimdi bardağın yarısı dolu demek; küresel sömürü düzenine göz yummaktır. Köleliğe, gelir adaletsizliğine, kapitalizme göz yummaktır. Doğayı ve nesli ifsad etmeye ortak olmaktır.
Bardağın yarısı dolu demek, flulaşmak, silikleşmek, hak ile batılı birbirine karıştırmaktır. Özne değil nesne olmaktır. Bu yüzden diyoruz ki bardağın yarısı boş!…
1 Comment
güneş
30 Eylül 2018, 17:55akademi dünyasında demokrasi asla eleştirilmemektedir sözünüz araştırma yapmadan yaptığınız bir yorum. oysa yazı,makale,kitaplarında eleştiren ve öğrencilerine de eleştirerek anlatan akademisyenler çok az olsa da var. lütfen genellemeler yapmayın.
REPLY