“Siyaset, artık bir ideal uğrundan ziyade insan merkezli yapılıyor. Gücü kuvveti elinde bulunduranın etrafında kümeleşenler, bir gruplaşmayla kendi siyasi anlayışlarını getirmeye çalışıyorlar.”
Türkiye’de siyasetin hal-i pür melalini gözler önüne seren bu sözleri Tunca Bengin, Milliyet’teki yazısında sarf ediyor. Yeni bir koltuk kavgasının yaşandığı CHP’deki durumu anlatırken, siyasetin nasıl yanlış bir mecrada aktığına da değinen Bengin, CHP’deki kavganın ve değişimin sadece başkanla sınırlı kalmayacağını da şöyle anlatıyor:
Her seçim sonrasında olduğu gibi CHP yine ülkeden ziyade partiye iktidar olma hedefine odaklandı. Aslında buna “O gitsin, ben geleyim” ritüeli de denilebilir. Çünkü yapılan tartışmalar partiyi yenileyecek, güçlendirecek konular üzerinde değil, “Senden daha iyi yönetirim” anlayışıyla götürülüyor. Dolayısıyla da, muhalefetin olağanüstü seçimli kurultay için başlattığı hareketin adı “değişim ve umut” olsa da bu, tabanın ve seçmenin beklediği dağlara taşlara yazılacak yeni bir “umut” mesajından çok “hele siz beni bir seçin sonrasına bakarız” gibisinden bildik nakarat havasında. Tek fark bu kez yüzde 30’luk rüzgârı arkasına alan İnce’nin yekten, “adayım” demek yerine “yürü derlerse hazırım” gibisinden topu teşkilata atması. Yani “Kılıçdaroğlu’na karşı yokum ama teşkilat baskısıyla varım” yutturmacası. Tabii yersen…
Peki CHP’deki muhalefetin “olacak” iktidarın ise “yeterli imzayı toplayamazlar” sözleri nedeniyle gerçekleşmesi papatya falına dönen olağanüstü seçimli kurultayın amacı sadece tepe koltuğundaki değişikliği öngören bir durum mu? Değil elbet. Bunun bir de hem Merkez Yürütme Kurulu (MYK) hem de Parti Meclisi (PM) ile önümüzdeki yerel seçimler nedeniyle doğrudan belediye koltuklarını da kapsayan bir tarafı da var. Özellikle de lidere ve yönetime yakınlıkla doğru orantılı olarak. Zira kazanan taraf o koltukları da kendine göre belirleyecek, şekillendirecek. Dün bu durumu CHP’nin önde gelen bazı isimleriyle konuştum. Hepsinin de mutabık kaldıkları tespitler şunlardı:
“Kılıçdaroğlu bırakabilirdi, İnce de acele etmeyip sabredebilirdi ama hiçbirisi olmadı ve iş kavgaya dönüştü. Eğer İnce alamazsa hizipçi durumuna düşer. Kılıçdaroğlu’nun ise siyasi ömrü uzar ama böylece sıkıntı daha da büyür.
Siyaset, artık bir ideal uğrundan ziyade insan merkezli yapılıyor. Gücü kuvveti elinde bulunduranın etrafında kümeleşenler, bir gruplaşmayla kendi siyasi anlayışlarını getirmeye çalışıyorlar. Çünkü taban siyaseti yapılmıyor. Yani tecrübe, kabiliyet önemli değil. Bir gücün yanında yer aldığın zaman mutlaka bir makama sahip oluyorsun, listelere giriyorsun ya da değerlendiriliyorsun…
Yerel seçimde il ve ilçelerde, özellikle büyükşehirlerde gösterilecek adaylar, kadrolar çok önemli. Her iki tarafta bu kadroya sahip çıkmak istiyor. Eğer yönetim değişirse yeni gelecek heyet adayların tespitinde etkili olacak. Onun için bu gibi ortamlarda beklentisi olup da imza verenler ya da vermeyenler açısından çok sıkı çok sıkı pazarlıklar döner. Örneğin, ‘bana bak akıllı ol biz seni zaten göstereceğiz. Ama yönetim değişirse senin garantin yok bunu bilesin’ denir, adam çekilir ya da buna inanmaz, itibar etmez devam eder hatta yaygarayı basar “bana böyle böyle dediler” diye.
Yerel seçim öncesinde bu görüntü bir siyasi parti açısından son derece olumsuz. Çünkü hem partililer hem de oy verenler “bunlardan birşey olmaz” diye düşünür. Parti güven kaybeder imaj bozulur…”
Özetle dememiz o ki; an itibariyle CHP’deki görüntü tepe koltuğuna dönük hesap ya da kavga gibi görünse de, aslında topyekün parti koltuklarını kapsayan bir durum. Dolayısıyla da tam bir “kazan kazan” taktiği ve hesabı söz konusu…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *