Türkiye’nin Darbeler tarihi içerisinde 15 Temmuz’un yeri

Türkiye’nin Darbeler tarihi içerisinde 15 Temmuz’un yeri

“15 Temmuz kalkışması, derinlikli ideolojik mesaj ve gelecek tasavvuru sunmayan, toplumsal tabandan yoksun ve ordu cuntası sınıflamasına da sokulamayacak bir darbe girişimidir.

Bu nedenle de Kuleli Vak’ası’ndan (1859) 28 Şubat postmodern darbesine (1997) uzanan süreçteki örneklerden farklılaşır.”

Prof.Dr. Şükrü Hanioğlu, bugün Sabah gazetesindeki, “15 Temmuz’u farklı kılan nedir?” sorusunu başlık olarak kullandığı yazısında, bu sorunun cevabını, Türkiye’nin darbeler tarihinden verdiği örneklerle kıyaslayarak vermeye çalışıyor. Bu hareketin toplumsal bir tabana sahip olmadığını belirten Hanioğlu, 15 Temmuz kalkışması sonucunda, “düğmeye bastıklarını düşünenlerin “başarısız,” buna karşılık “düğme“nin “işlevsel” olduğunu kanıtlamıştır” notunu düştüğü yazısında darbeler arasındaki farklılıkları şöyle değerlendiriyor:

İdeolojik mesaj-toplumsal taban

Türkiye, yeniçeri-ulemâ ittifaklarının hal ve iclâs“ı sıradan işleme indirgediğipreatorian” bir geleneğin mirasçısıdır. Yeniçerilerin ortadan kaldırılması ve ulemânın hızlı statü kaybı sadece aktörlerin değişimine yol açmıştır. Modernleşen asker-sivil bürokrasinin siyasete ağırlığını koyduğu yeni düzende de “darbe” temel iktidar değiştirme aracı olmuştur.
Sultan Abdülaziz’in hal’i (1876) ile başlayan “darbe girişimleri dizisi” 1913’te Mahmud Şevket Paşa Suikastı ile tamamlandığında on iki ciddî teşebbüs hayata geçirilmişti.
Bunların 1895 İngiltere destekli bürokrat darbesi, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin 1897’de Suriye’den başlatacağı ayaklanma, Osmanlı Hürriyetperverân Cemiyeti’nin “Royal Navy koruması” altında Trablusgarb’dan İstanbul’a getirilecek asker ile gerçekleştireceği iktidara el koyma girişimi (1902-1903) benzeri değişik aşamalarında önlenen ya da Çırağan Vak’ası (1878) gibi fiilen bastırılanları çoğunluktaydı.
Buna karşılık, darbeler 1876, 1908, 1912 ve 1913 yıllarında başarılı olarak iktidar ve rejim değişikliklerine yol açmıştır. Süreç tamamlandığında üç sultan tahttan indirilmiş, önüne konulan evrakı imzalayan derviş-meşreb padişahı devirmenin önemsizleştiği “meşrutî” dönemde de iktidar dört kez darbe ile el değiştirmişti. Türkiye çok partili rejime geçiş sonrasında yeni bir darbe girişimleri sarmalına girecektir.
Küçümsediğimiz Afrika ve Latin Amerika ülkelerininkinden bile zengin “darbeler tarihimiz“in çeşitliliği “özgün” bir “örnek” ile karşılaşılmasını güçleştirmektedir. Buna karşılık 15 Temmuz kalkışması bir ideolojik mesaj ve toplumsal tabana sahip olmama çerçevesinde diğerlerinden farklılaşmaktadır.
Şekil olarak, 15 Temmuz teşebbüsünün arka planındaki örgütlenme, Süleymaniyeli Şeyh Ahmed Efendi ile “ahd” icra ederek Kuleli Vak’ası olarak anılan darbeyi tezgâhlayan bürokratların teşkilâtını andırmaktadır. Ancak bu benzerlik, hareketlerin başında dinî liderler bulunmasının ötesine taşınamaz.
Kuleli Vak’ası, Islahât Fermanı (1856) ile gayrimüslimlere bahşedilen “müsavat“tan rahatsızlık duyan Müslüman toplum tabakalarının hislerine tercüman olmaya çalışan bir örgüt tarafından hayata geçirilmişti. Buna karşılık 15 Temmuz “yurtta sulh cihanda sulh,” “dinler arası diyalog” benzeri basmakalıp ve kitlede karşılık bulmayan klişeler dışında ideolojik mesaja sahip değildi. 1859’da “Islahât Fermanı“nın yürürlükten kaldırılmasını sevinçle karşılayabilecek bir toplumsal taban mevcuttu.
Ancak 15 Temmuz günü bir kapalı cemaatin liderler kadrosu dışında, darbenin “meşruiyet“ine inanan bulunmuyordu.
Bâb-ı Âlî baskınından 1960 Darbesi’ne ulaşan süreçteki girişimler toplumun belirli kesimlerinden destek görmüşlerdir. İttihad ve Terakki ya da Millî Birlik Komitesi adı altında iktidara el koyan cunta, toplumsal çoğunluğa sahip değildi. Ancak bu örgütlenmelerin mesajları ile eylemlerini onaylayan toplumsal tabanlar mevcuttu.
15 Temmuz ise topluma bir mesaj iletmeyen ve tabandan yoksun bir örgütlenmenin girişimi idi.
23 Ocak 1913 gününün ilerleyen saatlerinde Sadaret binası önünde coşkulu nümayişler yapılmış, 27 Mayıs’ta “hürriyet“in geldiğini düşünenler tankların üzerini doldurmuştu. 15 Temmuz’da ise “emirkomuta zincirinde Kemalist darbe” gerçekleştiğini zannedenlerin cılız alkışları dışında destek sergilenmemişti.

Gizli örgütlenme-Ordu cuntası
Darbeci yapılar eşyanın tabiatı gereği gizli” örgütlenirler. İttihad ve Terakkibenzeri teşkilâtlar ve ordu içindeki cunta yapılanmaları böylesi örgütlenmelerin çarpıcı örnekleridir. Buna karşılık 15 Temmuz’un arkasındaki yapılanmanın gizli“liği diğerlerinden farklılaşmaktadır.
Zikredilen örgütler bir ideoloji ve gelecek tasavvuru etrafında birleşenlerin oluşturduğu yapılardır. Buna karşılık, 15 Temmuz’u sahneleyen, sivil toplum örgütü maskesi takarak teşkilâtlandırılmış, kapalı bir “yapı“dır. Birincisinde “teşkilâtlanma” ikincisinde ise “teşkilâtlandırma” vardır.
Örneğin, rejim değişikliği arzulayan zabit ve bürokratlar 1908 öncesinde Terakki ve İttihad Cemiyeti çatısı altında, “1960 Devrimi“nin “yoldan çıktığı“nı düşünen ve kendilerini “Gerçek Kemalistler” olarak gören subaylar ise Talât Aydemir cuntası içinde “örgütlenmiş,” buna karşılık söz konusu kapalı yapının mensupları sınav sorusu çalma, sıkı denetimle robotlaştırma benzeri araç ve yöntemlerle “örgütlendirilmişler“dir. Bu güdümlü örgütlendirilmenin de “kişi kültü tapınması” dışında ideolojik temel ve toplumsal mesajı olmamıştır.
Benzer şekilde, 15 Temmuz bir “ordu darbesi” olmadığı gibi Aydemir Cuntası ya da 1912 Halâskâr Zabitan Grubu benzeri bir örgütlenmenin ürünü de değildir.
Onun sokağa dökebildiği asker, bir cunta değil kapalı bir cemaat adına silaha sarılmıştır.
Kurmak istediği rejimin şekli konusunda da “kişi kültü tapınması” dışında ipuçları bulabilmek zordur.

Düğmeye basma ve “düğme”
15 Temmuz, belirgin bir ideolojik mesajı olmayan, toplumsal tabandan yoksun, gelecek tasavvuru sunmayan bir kapalı yapının hayata geçirdiği darbegirişimidir.
Bu girişimin, 15 Temmuz gecesi başarı sağlasa bile 16 Temmuz günü “Türkiye’yi yönetemeyeceği“nin görülememiş olması imkânsızdır. Buna rağmen mesianik beklentilerle düğmeye basılmış olması, Talât Aydemir’in gözü kara 1962 ve 1963 darbe girişimlerini anımsatırsa da böylesi bir kıyaslama yanıltıcı olur.
Bu bağlamda değerlendirildiğinde, 15 Temmuz’u, kullandığını zannettiği yabancı istihbarat örgütlerinin taşeronu haline geldiğini göremeyen, “2016 Türkiyesi” karmaşıklığındaki bir topluma birkaç tabur asker, birkaç bin bürokrat ve güvenlik görevlisi ile el koyacağını, “cahil halkın önüne ne konulursa yiyeceğini” varsayan kapalı bir yapının uzaktan kumandalı eylemi olarak görmek anlamlı olur. Düğmeye basarak “ihtilâl” başlattığını düşünen bu yapı gerçekte “kendisinin bir düğmeye dönüştüğünü” algılayamamıştır.
15 Temmuz girişiminin yeni Ortadoğu şekillenirken Türkiye’ye kaybettirdiği zemin, yarattığı toplumsal tahribat ve neden olduğu geniş kapsamlı mağduriyetler, düğmeye bastıklarını düşünenlerin “başarısız,” buna karşılık “düğme“nin “işlevsel” olduğunu kanıtlamıştır.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *