‘Bu millet her seçime göre strateji belirlemekten yoruldu’

‘Bu millet her seçime göre strateji belirlemekten yoruldu’

Bu seçimden sonra hayatımda nasıl bir değişiklik olacak diye artık korkar oldu. Çünkü her partinin millete göre değil kendine göre bir programı var.

Millet yoruldu

Siyasete (seçimlere) göre pozisyon almaktan yoruldu bu millet. Hafakanlar bulutu gibi geliyor her seçim artık. Çünkü binlerce yılın köklü medeniyetini yıktık. Devlet geleneğimizi kaybettik. Bir arada yaşama iklimini yitirdik. İnsan kalitemizi de büyük bir deformasyona uğrattık. Bunlardan hareketle yeni bir ferda hayalinde koştuk.

Doç.Dr. Mehmet Emin Uludağ

Bu gelecek hayali, batılılaşma serüveniyle başladı. Yönetimde yenilik isteği en önde geldi. Bu uğurda fermanlar yayınlattık padişahların eliyle. Cerideler ve mecmualar bunları yazdı günlerce. Sonunda imparatorluk yıkıldı. İttihat ve Terakki yeni yönetimi kurdu.

Bir ihtilalin arkasından gelen bu yönetim şekli, ülkeyi ve milleti daha da geriye götürdü. İrticanın asıl adı kendisi oldu.

Yıllar yılları, bu trajedilerle kovaladı. Kurtuluş harbiyle ecdadımız asil yeniyi inşa etti. Bu yeninin heyecanıyla Anadolu imar edilmeye başlandı. Bu defa da muzafferiyet komutanlara verildi. Neferlerin mücadelesi görmezden gelindi. Bir daha yorulmayacağını büyük bir ümitle beklerken millet maalesef tam tersi oldu. Hatta en küçük itirazında cezaya çarptırıldı. Bu heyecan kaybolmaya ve eskiye özlem tekrar yeşermeye başladı. Çünkü bir ordunun muzafferiyeti komutanına verilmez. Bilakis kusurlar komutana, başarılar neferlere tevdi edilir kuralı çabuk unutuldu. Cephedeki başarısını hanesindeki huzuruyla perçinlemek isterken tam aksiyle karşılaştı. Yorgunluğu yeninin tahakkümü altında yıpratıcı olmaya başladı. Altmış (1860-1920) yıllık ihtilaller, devrimler ve yapılan savaşların sonucunda eskiden kurtulduğunu zannetti. Bu defa komutanın başarısı ve korunması seremoni ve dogmalarıyla zihnen ve moralmen yıpranmaya (1920-1945) başladı. Çünkü eski, devleti korumak için yeni komutan(lar)ı korumak için milleti feda ediyordu.

Millet, fedakarlığına karşın feda edilmesine artık razı olmuyordu. Yeni bir arayışın daha içine girdi. Yönetenin kendisi tarafından seçilmesi belki de en anlamlı bir yenilikti. Böylece yorgunluğu azalacak ve kendisi öne çıkacaktı.

Yeni arayış sonuç verdi. Yıl 1945. Devleti yöneten tek parti, çok partili sisteme geçişi milletin önüne getirdi. Millet hiç vakit kaybetmeden yetkiyi uhdesine aldı. Yetkilileri değiştirerek bu sisteme gönülden bağlandı. Her seçimi hayatının gayesi sandı. Büyük bir heyecanla sandık başına gitmeye başladı. Hep rahatlayacağı hissine kapıldı. Çünkü demokrasi adıyla gerçekleşen bu temsiliyetin kendisini mutlu edeceğini sandı. Ama bilmiyordu ki her yeni, bir öncekinin çatışma alanıdır. Bu sonraki ile önceki birbirinin can düşmanıdır. Önceki bir ret ve inkar üzerine kurulmuştu. Sonraki ise o ret ve inkarı ortadan kaldırmak istemişti.

1945 ile başlayan bu yenilik milleti artık yerinde sabit bırakmayacaktı. Çünkü her seçim eski ile yenin bir nevi savaşı gibi algılanacaktı. Temsil yerine tahkir öne çıkacaktı. İktidarı elde etmek için olanca gücüyle ve nezaketiyle demokrat görünenler iktidar olamayınca hiç tereddüt etmeden antidemokrat yüzlerini göstereceklerdi. Bu nedenle eski her defasında iktidar olamamanın verdiği öfke ve nefretle rejim elden gidiyor naralarını savurarak direnecekti. Her yeni de adalet ve kalkınma bu milletin hakkıdır sesleriyle kendine alan açmak isteyecekti. Milletin başarısını kendine mal eden komutan dogmatizmi ise kendini korumak için her çareyi meşru bulan eskinin meşhur sloganıydı. Hatta yeri geldiğinde kuvvet uygulayacaktı. Millet de her defasında kendisini önceleyecek partilere fırsat verecekti. Gücü elinde tutmak isteyen komutanlara darbe indirecekti.

Feraseti siyasetinden çok önde olan bu millet her defasında 10 veya 15 yıllık periyotlarla yetkiyi yeni bir partiye verdi. Yorgunluğunun ve üzüntüsünün önüne geçilmesini istedi. Bütün gayesi maddi kalkınmanın yanında asıl herkese lazım olan adaletin kalıcı olarak tesis edilmesi ve eğitimin bütün dogma ve taassuplardan sıyrılarak geleneği ve geleceği birleştiren anlamlı bir hale getirilmesiydi. Bu isteğini de kuvvet kanunda olmalı kanun kuvvette olmamalı kaidesiyle özetledi.

Milletler ve devletler tarihinde adaletin eksik olduğu her zaferin adı hezimettir. Hak mahrumiyeti yaşayarak alana girenler, hakkın galibiyetini vaat ederler. Lakin bu vaatlerinde durmayınca tekrar haktan mahrum edilerek halktan uzak düşerler.

Yakın tarihimize baktığımızda siyasi alana girerken verilen vaatlerin, alandan kovulurken maruz kalınan muamelelerden farklı olmadığı görülür. Siyaset (partiler) alana girerken görünüşte hakkı ve halkı merkeze aldığını programıyla kamuoyuna deklare eder. Ancak reel durum bunun tam tersi olur. İktidar aşkıyla temas edilince halk unutulur. Liderler de yalnız kalır. Büyük bir güç kaybına uğrayan siyaset, toparlanmak ister. Ancak sadece adı kalır. Bu acı gerçeğin çok örnekleri vardır.

Siyasetteki bu güç elde etme tatlılığı, beraberinde taraftarlığın oluşturduğu insan kalitesizliğini doğurur. Millet artık ortada yoktur. Bu arenada boy gösterenler ise bu aşkın hazzını doyasıya yaşamak isteyen karaktersiz karakterlerdir. O an içinde bulundukları siyasi parti sahneden silinince hiç orada olmamışlar gibi bir görünüm sergilerler. Hatta o partinin büyük bir düşmanı olduklarını da ikrar etmekten çekinmezler. Siyasette olanlar ise gücün sarhoşluğunun verdiği bir humarlıkla sonucu kestirememe körlüğüne kapılırlar. Çünkü bu sarhoşluk birlikte düşünmenin kaybına yol açar. Emredersin efendim yağdanlıklarıyla hak veya sıdk sahadan gider. Olanca çirkinliği ile yalan(cı) her yere girer.

Yıl 2018. Tıpkı 1945 senesi gibi yetkiyi elinde bulunduran parti sistemin değişimini ve milletin önünün açılmasını ister ve millete gider. Eskiyi savunanlar da iktidar olamamanın verdiği öfke ve nefretle daha insafsız ve acımasız bir psişe ve kibarlık kisvesi altında narsist bir tavırla rejim elden gidiyor, parlamenter sistem yok oluyor narasını atarlar. Sistemi değiştirmek isteyenler ise millet vekilin efendisidir. Bürokrasi ise sadece millete hizmet edecek memuriyet alanıdır paradigması ile açtıkları alanı korumak isterler. Bu defa tarih tekerrür etmez. Sadece ikaz eder. Yetkiyi lider bazında değişimi isteyenlerin elinden almaz. Ama kurumsal yıpranmalarına ikazını trajik bir tarzda uygular. Millet değişimi sevdiği ve daima yetkiyi verdiği liderlerin aracılığıyla yapmak ister. Ama meclisin meşruiyetinin ve çeşitliliğinin ise bütün toplumu kuşatan bir gerçeklik olduğunu bir kez daha gösterir.

Evet kuvvet hakta olduğu zaman siyaset davul, bürokrasi tokmak olmaktan çıkar. Adalet çadırı veya şemsiyesi altında herkes yerini alır.

Siyasi partiler hakkı ve adaleti kalkınmanın önüne geçirmelidirler. Bunu yaparken zamanını beklememelidirler. Zamanını beklemek adalete karşı gücün bir aldatmacasıdır. Zaman denen şey her an hakkın yanında olmaktır. Hayat ise bu andan ibarettir.

Bu millet her seçime göre strateji belirlemekten yoruldu. Bu seçimden sonra hayatımda nasıl bir değişiklik olacak diye artık korkar oldu. Çünkü her partinin millete göre değil kendine göre bir programı var. Bu programın içindekiler milleti korkutan şeyler olmalıdır galiba. Bu duruma göre insanımızın da kalitesi düşüyor. Artık herkes birbirinin kuyusunu kazıyor.

Partilerin tek ajandası olmalıdır. İçinde sadece bu milletin her ferdinin asil ve mutlu olduğu yazılmalı ve öyle hareket edilmelidir. Dinine, diline, ırkına ve dahi rengine karışmadan; adalet ve emniyet içinde bir arada yaşamasını sağlayan bir ajandası olmalıdır milletten yetki almak isteyenlerin.

Siyaseti hayatının en mühim işi zannedenler! Yorulursanız bu millet nöbeti başkalarına devreder. Bu kervan da böyle devam edip gider.

Sakın aldanmayın ha! Millet yoruldu deyip de onu hor görmeyin. Milletin en yorulduğu an ona inanana zaferi nasip edeceği en yakın andır.

Söz az ve öz gerektir. Vesselam.

(MİLAT)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *