Yöneticinin Özelliklerine Dair

Yöneticinin Özelliklerine Dair

İslam’a göre bir yöneticinin en önemli görevi Allah’a karşı sorumlu olduğunu hiçbir zaman unutmamaktır. Kendisini Allah’a karşı sorumlu hissetmeyen kimseler, insanlara karşı adil olamazlar.

Yöneticinin Özelliklerine Dair

Ali Göçmez

Yönetim, idare veya siyaset ne denilirse denilsin toplu halde yaşayan insanların üzerinde, onları sevk ve idare etmekle ilgili kurallar, Kur’an’ın tamamını oluşturur. Ahiret hayatına iman etmek, uzak görülse bile siyasetin üzerinde yükseldiği temel olmalıdır. Dünya, Allah’a ve ahiret gününe iman eden liderler olduğu sürece yaşanılabilecek, huzurlu ve mutlu olunabilecek bir yer haline gelir. Bu konuda, önyargılı olmayan batılı ilim ve fikir insanlarından ikisinin sözlerine kulak verelim.

“Eğer Hz.Muhammed’de ileri görüşlülük, devlet adamlığı, idarecilik yetenekleri, onun Allah’a inancı ve güveni olmasaydı insanlık tarihinin önemli bir bölümü yazılmamış olacaktı.” (Montgomery Watt, Peygamber ve Devlet Adamı Hz. Muhammed, s.247)

“Hz. Muhammed, idareciliğinin yanında ruhsal yeteneklere de sahipti. İkisini genellikle aynı insanda bulamazsınız. O, tüm dindar insanların iyi ve adil bir toplum oluşturmaktan sorumlu olduğuna kesinlikle inanıyordu…” (Karen Armstrong, Hz. Muhammed, s.69)

Yüce Allah, peygamberlerini içinde yaşadıkları topluma doğru yolu göstermekle görevlendirmiştir. Bu nedenle birçok peygamber aynı zamanda yönetici olarak görev yapmıştır. Süleyman, Davut, Yusuf ve son peygamber Muhammed (s.a.v) bunlardan bazılarıdır. Yüce Allah, bir ayette Müslüman bir yöneticinin nasıl olması gerektiğini şöyle açıklar:

“O müminler öyle kimselerdir ki eğer kendilerine yeryüzünde bir iktidar verirsek namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, marufu (iyi ve güzel olan şeyleri) emrederler, münkerden (kötü ve çirkin olan şeylerden) vazgeçirmeye çalışırlar…”(Hacc 22/41)

Bu ayete göre Müslüman yöneticinin görevi yeryüzünde iyiliği yaymak, kötü ve çirkin olan şeylere karşı mücadele etmektir. Ayette Müslüman yöneticilerin namaz kılmaları ve zekât vermelerinden de bahsediliyor. Çünkü namaz insana böylesi büyük bir amacı gerçekleştirebilmek için gerekli iç donanımı kazandırır. Zekât da insanlar arasında gönül köprüleri inşa eder. Muhammed (s.a.v) her konuda olduğu gibi bir yönetici olarak da insanlık için güzel bir örnektir. O, bir yönetici olarak zamanını Rabbi, devleti ve özel hayatı için üçe ayırmıştı. Devlet işlerinin çok yoğun olduğu durumlarda özel hayatından fedakârlık ediyor ancak ibadetlerini asla aksatmıyordu. Onun bu hassasiyeti Müslüman yöneticiler için çok önemli bir mesaj içermektedir. O mesaj da şudur:

[Müslüman bir yönetici hiçbir zaman Rabbiyle bağını koparmamalıdır. Çünkü kendisini Allah’a karşı sorumlu hissetmeyen bir kimse, iyi bir yönetici olamaz.]

Peygamberimizin yönetimi, adalete ve hukuka dayanmaktaydı. Örneğin, Peygamberimiz 622 senesinde Medine’ye hicret ettikten sonra kendisinin liderliğinde bir devlet kurdu. Medine İslam Devleti’nin anayasası olarak kabul edilen ve 52 maddeden oluşan Medine Sözleşmesi’ni imzaladı. Peygamberimizin yöneticilik anlayışının dayandığı esasları Medine Sözleşmesi’nde görmek mümkündür.(1) Bu antlaşmayla şehirde yaşayan gayrı müslimlerin hakları teminat altına alındı. Esas hakları hukuki olarak garanti altına alınması Peygamberimizin yönetim bilimine yapmış olduğu önemli bir katkıdır.(2)

“(Ey Muhammed!) Sen büyük bir ahlak üzeresin.” (Kalem 68/4)

Peygamberimiz, halkın yönetime katılımını önemserdi. Bu nedenle yönetimindeki insanlardan biat alırdı.

Biat; halkın, yöneticisine bağlılığını bildirmesi ve “İslam’a dayalı hukuk”tan ayrılmadığı sürece itaat edeceğine dair söz vermesidir.

Peygamberimiz, kendisine “Allah’a itaat ettiği sürece itaat etme” sözü verenlere her zaman değer vermiştir. Birçok toplumsal konuyu onlarla istişare etti ve karara bağladı. Bunu yaparken bazen arkadaşlarının bazen de kendi görüşünü tercih ederek uyguladı. O, halkla iç içe yaşadı. Hiçbir zaman kendi çağdaşı kral ve imparatorlara benzemedi. Her zaman toplumla (cemiyet) iç içe idi. Onu arayan, evde bulamaz ise camide bulurdu.

Örneğin Adiy bin Hatim, Müslüman olmadan önce Medine’ye gelmişti. Hz. Peygamberin, yanındaki insanlara ve çocuklara nasıl davrandığını görünce onda İran ve Bizans krallarında bulunmayan bazı özellikler olduğunu fark etti. Adiy, Peygamberimizin yolda yaşlı bir kadını uzun müddet dinlediğine şahit oldu. “Bir devlet başkanı nasıl olur da yaşlı bir kadını uzun müddet dinler?” diye düşündü ve bu durumu şaşkınlıkla karşıladı. Daha sonra Peygamberimizin evine gitti. Peygamber oturması için minderini ona verdi ve kendisi yere oturdu. Bu davranış karşısında çok etkilenen Adiy bin Hatim, “Vallahi bu bir kral değildir” diyerek Müslüman oldu.(3)

İslam dini adaletli olmayı emreder. İslam açısından adalet, Allah’ın hükümlerinin olduğu konularda onunla, olmadığı konularda ise gösterdiği gibi hükmetmek demektir. Her ideoloji, her rejim, her din kendisinin uygulamalarının adalet olduğunu iddia eder. Müslüman olanlar içinse adalet, İslam’ın ta kendisidir. O ne insanların, ne kralların, ne de egemenlerin sözüdür. O, kullarının ihtiyaçlarını, zaaflarını bilen, her şeye kadir, sadece bu dünyanın değil, alemlerin rabbi Allah’ın sözüdür. YÜCE OLAN O’DUR. İNSANLARIN UYMASI İÇİN HÜKÜM KOYMAK, KANUN VAZ’ETMEK, ÖLÇÜ BELİRLEMEK, YÜCELİK İDDİASIDIR. İSLAM; İNSANLARIN DEĞİL, ONU VE TÜM KAİNATI YARATAN ALLAH’I YÜCE BİLMEKTİR. BUNUN GÖSTERGESİ İSE NAMAZDIR.

Kur’an eski toplumların siyasi hayatından ve onları yöneten krallardan örnekler vererek mesajını gayet net ve açık olarak anlatmaktadır.

“Firavun, kavmine seslenerek dedi ki:

– Ey kavmim! Mısır hükümdarlığı benim değil mi? Şu nehirler de benim altımdan akıyor (değil mi?) Hâlâ görmüyor musunuz?

– Yoksa ben, şu zavallı, nerede ise maksadını anlatamayacak durumda olan bu adamdan daha hayırlı değil miyim?

– (Eğer doğru söylüyorsa) ona altın bilezikler atılmalı, yahut onunla beraber bulunmak üzere melekler gelmeli değil miydi?

Firavun, kavmini küçük düşürdü (ezdi). Onlar da kendisine itaat ettiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir toplumdu.”(Zuhruf 43/51-54)

“Andolsun, İsrailoğulları’nı o alçaltıcı azaptan; Firavun’dan kurtardık. Çünkü o, haddi aşanlardan bir zorba idi.”(Duhan 44/31)

“Allah’a karşı yücelik iddia etmeyin…”(Duhan 44/19)

“Göklerde de yeryüzünde de büyük olan O’dur. O aziz ve hakimiyet sahibidir.”(Şûrâ 42/4)

“Biz, önüne geçilebileceklerden değiliz.”(Mearic 70/41)

“Gerçek hükümdar olan Allah, ne kadar da yücedir.”(Taha 20/114)

“(O Allah) İnsanların Rabbidir. Meliki’dir. İlahı’dır…” (Nas 114/1-3)

“Onlar, yeryüzünde büyüklük taslıyorlardı.”(Fâtır 35/43)

Zorba kelimesi ayette “aliyen” yani yücelik olarak geçmektedir. Yöneticilerin Allah’ın hükümlerinin olduğu konularda o hükümlere değil de, kendi veya başkalarının hükümlerine, sözlerine veya ölçülerine uyması “Allah’a karşı yücelik iddia etmek” olarak görülmektedir. Bu ise HADDİ AŞMAK OLARAK ANLATILMAKTADIR. İNSANA ÇİZİLEN SINIR, HAD VEYA HUDUD, Allah’ın ölçülerinin, hükmünün veya sözünün olduğu yerde (konuda) bu söze uygun davranmasıdır. Aksi takdirde Allah’a karşı yücelik iddia etmiş olur. Ayetten anladığımız budur.

Bir insanın amentüsü bu olduğu takdirde müslüman ve inanmış (mü’min) sayılır. Aksi takdirde gerçeği örtmüş (küfr), zulm etmiş (haksızlık-adaletsizlik) ve yoldan çıkmış (girmemiş/fasık) olur.

Adalet, her şeyi aid olduğu yere koymaktır. Anlamı budur. Elbette hangi şeyin nereye konulacağını en iyi onu yaratan Allah bilir. Bu sebeble de yöneticilerin uymaları gereken en önemli kuraldır. Kur’an-ı Kerim’de Nahl suresinin 90. ayetinde şöyle buyurulur: “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder; çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünesiniz diye size öğüt verir.”

Peygamberimiz de adaleti yönetimin ilk kuralı olarak gördü. İnanç, renk ve ırk ayrımı gözetmeden tüm insanlara adaletli davrandı. Hukuk karşısında tüm insanları eşit kabul etti. Örneğin bir gün Mekke’nin en seçkin ailesi olan Kureyş kabilesine mensup biri hırsızlık yapmıştı. Peygamberimizin de mensubu olduğu Kureyş kabilesinin ileri gelenleri, suçlunun ceza almamasını istiyorlardı. Bunu sağlamak için Resulullah’ın çok sevdiği Üsame bin Zeyd’i araya koydular (şefaatçi yaptılar). Ondan suçlunun cezalandırılmaması için Peygamberimizden ricada bulunmasını istediler. Durumu öğrenen Allah’ın Resulü öfkelendi ve onlara şöyle cevap verdi:

“Sizden öncekiler işte bu yüzden helak olmuştur. Onlar kanunları fakirlere uygular, zenginleri ise affederlerdi. Allah’a yemin olsun ki kızım Fatıma dahi hırsızlık yapsaydı ona ceza verirdim.”(4)

Peygamberimizin yönetim ilkelerinden biri de “emaneti ehline teslim etmek”tir. Devlet memuriyeti de bir emanettir. Peygamberimiz bu konuda çok titiz davranır ve hak etmeyen kimseleri devlet işlerinde görevlendirmezdi. Örneğin Peygamberimiz, Mekke’yi fethedince şehrin yönetimiyle ilgili bazı görevleri yeniden düzenledi. “Allah size, mutlaka emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder…”(Nisa 4/58) ayeti inince bu görevi daha önce yapan ve bu konuda tecrübe sahibi olan biri Osman bin Talha’ya verdi.(5)

Peygamberimizin yönetim ilkelerinden biri de istişare idi. Hz. Peygamber, Yüce Allah’ın “İşleri onlarla istişare et. Karar verdin mi de artık Allah’a güven. Allah, kendisine güvenenleri sever.”(Al-i İmran 3/159) emrine uyarak aldığı kararlarda etrafındaki insanların görüşlerine başvururdu. Örneğin Peygamberimiz (s.a.v) Bedir savaşından önce sahabeleriyle istişare etti. Askerî taktikleri belirlerken onların görüşlerini de dikkate aldı. Hendek savaşında arkadaşlarının fikrini kabullendi. Bu konuda çok örnek vardır.

Peygamberimizin yönetim ilkelerinden bir diğeri de halkın eğitimine önem vermekti. Hz. Peygamber, bu amaçla Medine’deki mescidini bir eğitim-öğretim merkezi olarak kullandı. Suffa adı verilen merkezde insanlara gerekli bilgiler öğretiliyordu.

İslam açısından bilgilerin, dini-dünyevi diye ayrılması yanlıştır. Bu ayırım laik bakış açısının ürünüdür. Hayatı, Allah’a ve Sezar’a diyerek ikiye bölmek, Allah’ın hakkını din, Sezar’ın hakkını da dünyevi ve siyasi olarak isimlendirmek yanlış bir isimlendirmedir. İslam açısından Sezar’ın hakkını da onu yaratan Allah (din) belirlemektedir. Bu tür ikili ayrıma düşenler, Batılıların bu düşünüş tarzının etkisi altında kalanlardır. İslam’ın dünya görüşü çok basit ve açıktır.

1- Bu kainatı yaratan bir Allah vardır.

2- Bu, Allah’ın kulları uysun diye gönderdiği bir kitap vardır.

3- İnsanların örnek alması gereken bir liderleri (peygamber) vardır.

Peygamberimiz eğitici ve yönetici olarak atayacağı kimseleri özellikle bu suffa denilen merkezde yetişenler arasından seçerdi. Peygamberimiz bu çalışmalarla bedevi insanlardan medeni bir toplum inşa etti. Peygamberimizin yönetim anlayışını örnek alan Müslümanlar da yönetim, hukuk, bilim, sanat, felsefe ve kültür gibi alanlarda insanlık tarihinin en özgün medeniyetlerinden birini, İslam medeniyetini kurdular.

Peygamberimizin yöneticilik özelliklerinden biri de sosyal adalete verdiği önemdir. O, peygamberlik görevine başladığı ilk günlerden beri toplumdaki sosyo-ekonomik adaletsizliğe karşı mücadele etti. Devlet başkanı olarak hedeflerinden birini de toplumda sosyal adaleti sağlamak olarak belirledi. O’nun yönetiminde yoksullar ve kimsesizler daima gözetildi. Hiç kimse dilenmeye ya da açlıktan ölmeye terk edilmedi. Bu sebeble zenginlerin mallarının zekâtlarını devlet eliyle toplayarak yoksullara dağıttı. Bunların yanı sıra ihtiyaç sahiplerine yardım etmeyi, sadaka vermeyi ve dayanışmayı teşvik etti. Birbirini seven, birbiriyle paylaşan bir toplum oluşturdu.

Peygamberimizin yönetim ilkelerinden biri de toplumsal birlik ve beraberliği sağlamaktı. O, yönetimiyle insanlık tarihinde görülmemiş bir kardeşlik toplumu inşa etti. Peygamberimiz haksızlıkların, düşmanlığın, kan davalarının ve savaşın kol gezdiği bir toplumda doğmuştu. Arap kabileleri basit sebeplerden dolayı birbirleriyle yıllarca süren savaşlar yapıyorlardı. Toplumda kabileciliğin doğurduğu kin ve öfke duyguları hâkimdi. Muhammed (s.a.v) İslam’ı tebliğ etmeye başladığı andan itibaren bu dine giren herkesi, hangi ırk, kabile ve ülkeden olursa olsun eşit olarak kabul etti. Kabile kardeşliğinin yerine İslam kardeşliğini getirdi. İslam’da Habeşistanlı bir köle ile Kureyşli bir asilzade arasında fark kalmıyor ve bunlar kardeş ilan ediliyordu. Müslümanlık bugün de ırkçılığın etkisi altında ızdırap çeken dünyanın tek kurtuluş yolu olmaya devam etmektedir.

Yöneticinin Görev ve Sorumlukları

Yöneticilik görevi, bazı görev ve sorumlulukları içerir. Yönetici, yönettiği kimselere karşı görevlerini yerine getirip getirmediğinden sorumludur. Peygamberimiz yöneticilerin sorumlu olduklarını şöyle haber verir: “Hepiniz sorumluluk sahibisiniz ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz. Yönetici, yönettiklerinden sorumludur. Erkek, ailesinden, eş ve çocuklarından sorumludur. Kadın, evinden ve ailesinden sorumludur…”(6)

İslam’a göre bir yöneticinin en önemli görevi Allah’a karşı sorumlu olduğunu hiçbir zaman unutmamaktır. Kendisini Allah’a karşı sorumlu hissetmeyen kimseler, insanlara karşı adil olamazlar. Kur’an’a göre insanların hakları(hukuk)nı gözetmeyen ve onlara adaletli davranmayan kimseler zalimdirler. Bu husus bir ayette şöyle dile getirilir: “… Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, işte onlar zalimlerdir.” (Maide 45) Bu nedenle yöneticiler önce Allah’a sonra da insanlara karşı sorumlu olduklarını unutmamalıdır. Yaptıkları her şeyin hem Hak hem de halk nazarında mutlaka karşılığının olduğunu bilmelidirler.

Peygamberimiz, yönetim görevini aynı zamanda bir ibadet olarak görür. O, “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olanlardır.”(7) buyurur. Bir gün sahabeleriyle birlikteydi. Bir elinde sürahi, bir elinde bardak ile ashabına içecek ikram ediyordu. Bu sırada aniden biri içeri girdi. Bu kişi uzak bir ülkeden gelen bir elçiye benziyordu. Elindeki diplomatik mektubu bir an önce devlet başkanına vermesi gerekiyordu. Telaşla ve yüksek bir sesle topluluğa seslendi: “Bu toplumun lideri kimdir?” Bu soru karşısında Peygamber adama döndü ve şu muhteşem cevabı verdi: “Bir toplumun lideri ona hizmet edendir.”(8)

Peygamberimizin yönetiminde insanların bireysel ve toplumsal hayata ilişkin tüm hakları garanti altına alınmıştı. Söz konusu haklar hiçbir ayrım gözetmeden Allah’ın kullarına verdiği haklardır. Bunlar kitapta açıklanmıştır. Bu nedenle Müslüman bir yönetici ırk, renk, cinsiyet ve inanç farkı gözetmeksizin yönetimi altında yaşayan herkesin haklarını güvence altına almakla sorumludur. Bu temel haklar gasp edilemez ve kullanılmaları engellenemez. Kur’an-ı Kerim, toplumsal huzurun ancak hukuka uymakla mümkün olacağını belirtir ve insanlığa şöyle seslenir: “İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.” (Şuarâ 183)

Yöneticilerin en önemli sorumluluğu toplumda adaleti sağlamaktır. Peygamberimizin adaletine ona düşmanlık besleyenler bile güveniyorlardı. Bu nedenle kendi aralarındaki anlaşmazlıklarda bile “İslam mahkemesi”ne başvuruyorlardı.

Peygamberimiz sahabelerini ileride üstlenecekleri yöneticilik görevi için hazırlardı. Görevlendireceği kimselere adaletten ayrılmamalarını tavsiye ederdi. Örneğin bir defasında Ali’ye şöyle dedi: “Sana iki kişi muhakeme olmak için geldiğinde hiçbir zaman ikisini de dinlemeden karar verme. Çünkü doğruyu bulman ancak her ikisini de dinlediğinde mümkündür.”(9)

Peygambere göre yöneticilerin sorumluluklarından biri de göreve atadıkları kimsenin bu işe ehil olup olmadığına dikkat etmeleridir. Peygamberimiz yönetim görevini bir emanet olarak görürdü. Bu emanetin ehil olan kimselere verilmesini ister ve Müslümanları şöyle uyarırdı: “Kim Müslümanların bir işini üstlenip de onların arasında daha layıkı ve Allah’ın kitabı ile Elçisinin sünnetini daha iyi bilen birinin olduğunu bildiği hâlde, başkasını göreve getirirse Allah’a, Allah’ın Elçisine ve bütün Müslümanlara ihanet etmiş olur.”(10)

Peygamber (s.a), emanetleri ehil olmayan kimselere vermenin devlet ve toplum hayatında büyük zararlara yol açacağına inanırdı. Bu hususta şöyle buyururdu: “İşler ehil olmayan kimselere verildiği zaman kıyameti bekle.”(11)

İslam’da bir yöneticinin taşıması gereken özelliklerden biri de istişareye açık olmasıdır. İstişare bir konuda ilgili kimselerle görüş alışverişinde bulunmak demektir. Yüce Allah yönetimde istişarenin önemiyle ilgili şöyle buyurur: “Onların işleri aralarında danışma (istişare) iledir.” (Şûra 38)

Bir yöneticinin danışacağı bilgili, tecrübeli ve dürüst kişilere ihtiyacı vardır. Yönetici, bu kişilerle görüş alışverişinde bulunmalı, zaman zaman da halkın görüşlerine kulak vermelidir. Peygamberimiz, yönetimle ilgili hususlarda Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali gibi sahabelerin görüşlerine başvururdu. Bazen de sahabeleriyle toplantı yapar ve onların görüşlerini dinlerdi. Örneğin Uhut Savaşı’nda taktik belirlemek için Peygamberimiz ashabıyla toplantı yaptı. Toplantıda çoğunluk açık alanda savaşmayı istedi. Peygamberimiz şehir içerisinde savunma savaşı yapmayı teklif ettiği hâlde çoğunluğun isteğine uyarak hücum taktiğinde karar kıldı. Bu arada bazı sahabeler “Peygambere muhalefet mi ettik acaba?” diye pişman oldular. Ardından Peygamberimize gelerek onun görüşüne uymak istediklerini söylediler. Ancak Peygamberimiz istişare sonucunda alınan kararı uygulayacağını belirtti.(12)

Yönetilenlerin Görev ve Sorumlukları

İslam’a göre yönetilenlerin, meşru yöntemlerle seçilmiş yöneticilere, İslam’ın sınırları içinde kaldıkları sürece itaat etmeleri farzdır. Yönetilenlerin bu sorumluluğu bir ayette şöyle açıklanır:

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan yöneticilere de itaat edin…” (Nisâ 59)

Peygamberimiz de bu konuda şöyle buyurur: “Bir Müslümanın, günah işlemesi emredilmediği sürece beğensin ya da beğenmesin yöneticilere itaat etmesi şarttır. Bir günah işlemesi emredildiği zaman ise kimseyi dinleyip itaat etmez.”(13)

[“Size bir takım yöneticiler tayin olunacaktır. Onların meşru işlerini uygun bulur, meşru olmayanları hoş karşılamayıp eleştirirsiniz. Kim meşru olmayan işleri hoş karşılamazsa o kötülüklerden uzak olur, kim eleştirir ve engel olmaya çalışırsa kurtuluşa erer. Kim de razı olur ve onlara uyarsa Hakk’a isyan etmiş sayılır.”] (Müslim, İmare, 63)

Yöneticilerin en önemli zaaflarından biri, yanlarındaki insanlar tarafından aşırı saygı ve övgüyle yüceltilmeleridir. Peygamberimiz yöneticiliği esnasında kendisine karşı sergilenen aşırı yüceltici davranışlara izin vermezdi. İnsanların yöneticilerini putlaştırmamaları, yüceltmemeleri konusunda ikaz ederdi. Nitekim bir gün kendisini aşırı şekilde övenleri şöyle uyardı:

“Ey insanlar! Allah’a karşı gelmekten sakının, şeytana aldanmayın. Ben Abdullah’ın oğlu Muhammed’im, Allah’ın kulu ve elçisiyim. Allah’a yemin olsun ki beni Allah’ın bana verdiği mertebenin üstüne çıkartmanızı asla istemem.”(14)

Peygamberimiz, yönetilenlerin yöneticilerine karşı tutumlarında ilkeli ve dürüst olmaları gerektiğini ifade ederdi. Allah tarafından belirlenmiş sorumlulukların dışına çıkarak yöneticilere gereksiz yere isyan etmek ya da yöneticilerden menfaat beklentisi içine girmek doğru değildir. Peygamberimiz bu konuda yönetilenleri şöyle uyarır:

“Üç kişi vardır ki Allah, kıyamet günü onlarla konuşmaz, yüzlerine bakmaz ve kendilerini temize çıkarmaz. Onlar için acıklı bir azap vardır: Bunlardan biri şudur ki dünya çıkarı için yöneticiyi destekler ve eğer o, kendisine dünyalık verirse vefa gösterir, vermezse sözünden döner…”(15)

Yönetilenlerin adil ve meşru yönetime karşı görevlerinden biri de toplumda anarşi ve huzursuzluk çıkarmaktan uzak durmalarıdır. Yönetilenler hak arama adına şiddete başvuramazlar. Başkasının haklarına tecavüz edemezler. Yönetilenlerin toplumun birliğini ve beraberliğini bozucu tutumlardan uzak durmaları, iç ve dış düşmanlara karşı yöneticilerinin yanında yer almaları gerekir. Yönetilenlerin bu sorumluluğu bir ayette şöyle açıklanır:

“İnkârcılar birbirleriyle müttefiktirler, siz de (birbirinizle) öyle olmadıkça yeryüzünde fitne ve büyük bir karışıklık baş gösterecektir.” (Enfâl 73)

Yöneticilerle İlişkiler Peygamberimiz yönettiği insanlara karşı bir baba gibi sorumluluk sahibi ve şefkatli, bir arkadaş gibi alçak gönüllü, bir öğretmen gibi eğitici ve yol gösterici idi. İnsanlara yardımcı olmayı sever, onlara asla zorluk çıkarmazdı. Böyle davranan kimseleri de “Yöneticilerin en kötüsü insafsız ve katı kalpli olanlardır.”(16) buyurarak uyarırdı. Görevlendirdiği kimselere, “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin.”(17) buyururdu.

Devlet görevlilerinin halkın işlerini aksatmaları, ihmal etmeleri ve insanlara zorluk çıkartmaları adaletli bir yönetim değildir. Peygamberimiz bu hususta devlet hizmetinde çalışanlara uyarı ve müjde niteliği taşıyan şu duayı yapmıştı:

“Allah’ım! Ümmetimin yönetimini üstlenip de onlara zorluk çıkaran kimseye sen de zorluk çıkar. Ümmetimin yönetimini üstlenip de onlara merhametli davrananlara sen de merhamet göster.”(18)

Ayrıca Peygamber (s.a.v), halkın işlerini savsaklayan, rüşvetle iş gören ve engeller çıkaran memurlarını şöyle uyarmıştı:

“Allah Teâlâ bir kimseyi Müslümanların başına idareci yapar, o da halkın işlerinin bitirilmesine, ihtiyaç ve sıkıntılarının giderilmesine engel olmaya kalkarsa kıyamet gününde Allah Teâlâ da onun işlerinin bitirilmesine, ihtiyaç ve sıkıntılarının giderilmesine engel olur.”(19)

Yöneticilik, halka hizmet görevidir. Bu nedenle yöneticilerin halkı küçümsemesi, onu aşağılaması doğru değildir. Peygamberimiz yönettiği insanlara karşı asla kibirli davranmazdı. Onlara değer verir ve kendilerinden biri olduğunu hissettirirdi. Örneğin Mekke’nin fethedildiği gün Muhammed’i (s.a) aniden karşısında gören biri heyecandan titremeye başladı. Çünkü baskı ve işkenceler sonucu on yıl önce Mekke’den çıkmak zorunda bıraktıkları Peygamber (s.a.), bir lider olarak büyük bir orduyla geri dönmüştü. Muhammed (s.a), korkudan titreyen o kişiyi sakinleştirdi ve ona şöyle dedi:

“Arkadaş! Benden korkma! Ben de aynen senin gibi güneşte kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum!”(20)

Yöneticilerin halka hizmet ederken amaçları

Allah’ın rızasını elde etmek ve insanların gönüllerini kazanmaktır. Bu ise sevgi, saygı, tevazu, adalet ve hoşgörü gibi ahlaki değerlere uymakla gerçekleşir. Peygamberimiz bir hadisinde bu hususa dikkat çekerek şöyle buyurur:

“Yöneticilerinizin en hayırlısı sizi seven ve sizin tarafınızdan sevilen, size dua eden sizin de kendisine dua ettiğiniz kimsedir. En kötüsü ise halkını aşağılayıp sevmeyen ve halkı tarafından sevilmeyen, halkına lanet eden ve halkı tarafından lanetlenen kimsedir.”(21)

Peygamberimiz yöneticiliğin insanı şımartan ve kibre sürükleyen yönü ile ilgili sahabelerini uyarırdı. Görevlendirdiği kimselerden bu konuda dikkatli olmalarını isterdi. Bir gün komutan olarak görevlendirdiği bir sahabesine şöyle dedi: “Yöneticiliği nasıl buldun?” Sahabenin cevabı şöyle oldu: “Sefere çıkarken emrimdekilere bir üstünlüğüm olduğunu hiç düşünmemiştim fakat dönerken onları kölelerim gibi görmeye başladım!” Bunun üzerine Hz. Muhammed şöyle buyurur: “İşte yöneticilik böyledir! Yöneticiliğin bu tehlikesinden Allah’a sığınmak gerekir.”(22)

Yöneticiler, özel hayatın gizliliği ilkesine önem vermelidir. Hz. Muhammed (s.a.v.), insanların özel ve gizli durumlarının araştırılmasını ve başkalarıyla paylaşılmasını yasaklamıştı. Örneğin bir gün gizlice içki içen biri hakkında kendisine “Onun sakalından şarap damlıyordu.” denildiğinde Peygamberimiz, “Ben insanların gizli hâllerini araştırmaktan men edildim. Eğer o kötülüğü açıkça yaparsa ancak o zaman onu ele alırız.”(23) diyerek tepki gösterdi.

Muhammed (s.a.v) yöneticiliği boyunca dürüst olma, sözünde durma gibi İslam ahlakının temel ilkelerinden hiçbir zaman taviz vermedi. Bir emanet olan yöneticilik görevini şahsi çıkarları için kullanan, insanların hakkını yiyen ve onları aldatan yöneticiler hakkında şöyle buyururdu “Allah‘ın, yöneticiliği nasip ettiği bir kimse, yönettiği insanları aldatarak ölürse Allah Teâlâ ona cennet yüzü göstermez.”(24)

Adaletli ve huzurlu bir toplum olmak için yöneticilerin görevlerini ve sorumluluklarını yerine getirmeleri, yönetilenlerin de yöneticilere destek olmaları gerekir. Yöneticilerle yönetilenlerin anlaşmazlıklarını çözecek merci ise yine aynı hukuktur. Peygamber (s.a), yönetimle ilgili uyulması gereken bazı ilkeleri açıklamış ve adaletli yönetimiyle bu konuda örnek olmuştur.

İKTİBAS, MAYIS-HAZİRAN 2018

 

Dipnotlar

1 Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, c.1, s. 206-210.

2 Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, c.1, s. 353.53.8

3 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 270. Bilgi Kutusu, Peygamberimizin Yönetim İlkeleri, İstişare etme, Halkın yönetime katılımını sağlamak, Adalet, Ehliyet ve Liyakata öncelik vermek.

4 Buhari, Hudud,11.

5 Müslim, Hac, 390.

6 Buhari, Nikâh 81, 90; Müslim, İmare, 20.

7 Buhari, Edebü’l-Müfred, 140

8 Acluni, Keşfü’l-Hafa, C 2, s. 463.

9 Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, C 1, s. 75.

10 Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, C 5, s. 111.

11 Buhari, Rikak, 35.

12 Said Alpsoy, Hz. Muhammed’in Kısa Yaşam Öyküsü, s. 88-89.

13 Buhari, Ahkâm 4. 9

14 Buhari, Menakıbu’l-Ensar, 45.

15 Buhari, Ahkâm, 48

16 Müslim, İmare 23

17 Buhari, İlim, 11.

18 Müslim, İmare 19.

19 Ebu Davut, İmare 13.

20 M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, C. 3, s. 153.

21 Müslim, İmare, 65-66.

22 Ahmet Özel, Hz. Muhammed’in Örnekliğinde Siyaset ve İş Hayatı, s.76.

23 Ebu Davut, Edeb, 37.

24 Buhari, Ahkâm, 8.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *