Batılı bir gazeteci gözünden Erdoğan, Seçimler ve Dönüşüm

Batılı bir gazeteci gözünden Erdoğan, Seçimler ve Dönüşüm

“Erdoğan’ın dindar-milliyetçiliği öngörülebilir geleceğe hâkim olacak; ancak AKP’nin dayattığı sosyal devrim, söylendiği kadar derine inmiyor”

Uzun yıllardır Türkiye’de yaşayan gazeteci William Armstrong, 24 Haziran seçimleri öncesinde ülkedeki siyasi atmosfere yönelik kaleme aldığı yazısında, ‘tahmin edilenden daha çekişmeli geçse de’ Cumhurbaşkanlığı yarışında mevcut Cumhurbaşkanı ve AKP’nin adayı Recep Tayyip Erdoğan‘ın ‘gücünü muhfaza edeceği’ yorumunda bulundu.

T24 Haber Merkezi adına çeviriyi Derin Koçer gerçekleştirdi

“Erdoğan’ın dindar-milliyetçi muhafazakarlığı, Türkiye’de öngörülebilir siyasi geleceğe hakim olacak” diyen Armstrong, buna rağmen ‘AKP’nin dayattığı yara alan sosyal devrim’in ülkenin içindeki ve dışındaki gözlemcilerin söylediği kadar derine inmediği değerlendirmesini yapıyor.

Armstrong’un World Politics Review’da yayımlanan ve Mustafa Kemal Atatürk’ten bu yana Türkiye’de devletin, toplumu şekillendirme girişimlerinin etkilerinin hep sınırlı, Erdoğan ve AKP’nin toplumu şekillendirme girişimlerinin de başarısız olduğu’ analizini yaptığı makalesinin Türkçe tam metni şöyle:

“İstanbul’un merkezi Taksim Meydanı’nda Osmanlı stili yeni bir cami inşa ediliyor. İnşaatının bu yıl tamamlanması beklenen cami, Türkiye’de inşa halinde olan binlerce camiden yalnızca biri. Fakat Taksim’dekinin inşası sembolik bir anlam da taşıyor – Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın politika sahnesi ile Türkiye toplumunu, kendi çizgisinde yeniden şekillendirme arzusunun sembolü. Erdoğan, şu anda kendisine iktidarını devam ettirme gücünü verebilecek 24 Haziran’da yapılacak erken seçim için kampanyasını sürdürüyor. 

“Muhalefete rağmen Erdoğan, hala seçimin favorisi”

Şaşırtıcı derecede faal olan muhalefete rağmen Erdoğan, hala seçimin favorisi. Fakat yüzeyin ardında işler bu kadar basit olmayabilir. Türkiye toplumu, bugün tek bir adam tarafından tamamıyla şekillendirilemeyecek kadar karışık bir yapıya sahip. Her ne kadar Erdoğan ve partisinin dindar-milliyetçi programı, modern İslamcı muhafazakarlık ve popülist Osmanlı nostaljisi yerli yerinde dursa da, ülkede sosyal bağların -herkesin tahmin ettiği gibi- muhafazakarlığa doğru evrilmediğine dair güçlenen ibareler var. 

Taksim: “Liberal alanın ve sekülerizmin temsili”

Taksim, durumun neden böyle olduğuna dair önemli bir pencere açıyor. 19. yüzyılda Osmanlı’nın modernleşmesinin sahnelerinden biri haline gelmesinden bu yana, farklı ideolojik hedefleri olan nesiller, Taksim’i kendi çizgilerince değiştirmek için uğraştılar. Cumhuriyetin ilanından beş yıl sonra, 1928’de, Mustafa Kemal Atatürk’ün yeni milliyetçi düzenini sembolize eden Cumhuriyet Anıtı, Taksim’e inşa edildi. Sonrasında, 1930 ve 1940’larda meydan ve çevresi, Fransız şehir planlamacısı Henri Posttarafından etraflıca yeniden tasarlandı. Seküler Kemalist ruhu temsil eden geniş bulvarlar, parklar, gezinti yerleri ve modern binalar inşa edildi. Taksim Platformu’ndan mimar Mücella Yapıcı, Taksim’in ‘’liberal alanın ve sekülerizmin bir temsili’’ olduğunu söyledi. 

“Erdoğan, Taksim’deki cami ile İslamcıların uzun soluklu arzusunu tatmin edecek”

Taksim, dindar muhafazakarlar için de büyük önem taşıyor. Gezi Parkı protestoları, 2013’te, Erdoğan tarafından desteklenen ve parkın yıkılıp yerine Osmanlı zamanında o noktada bulunan kışlanın yeniden inşasına karşı çıkılmasıyla başlamıştı. Bu kışla, özellikle İkinci Meşrutiyet’e 1909’da muhalif olduğu için sembolik anlam taşıyordu. ‘’Architecture and the Turkish City: An Urban History of Istanbul since the Ottomans/Mimari ve Türk Şehri: Osmanlı’dan beri İstanbul’un Kentsel Tarihi”  kitabında İTÜ profesörü Murat Gül, dindar grupların 1950’den beri yorulmadan meydana bir cami inşa edilmesi için nasıl uğraştıklarını, bunun İslamcı kimlik için Taksim’de bir damga ve politik İslam için psikolojik bir zafer olacağına inandıklarını anlatıyor. Yani inşaat halinde olan cami ile Erdoğan, Türk İslamcılarının uzun soluklu arzusunu tatmin edecek.

Meydanın diğer tarafındaysa hükümet, Cumhuriyet zamanının ikonik opera binası olan Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkımını ve yeniden yapılmasını yönetiyor. Bu iki projeyle Erdoğan’ın iktidar partisi AKP, ülkenin en büyük şehri İstanbul’da otoritenin kimin elinde olduğunu gösteriyor. Birkaç gün önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, geceleyin hem inşası devam eden camiyi hem de yıkılmış olan kültür merkezini ziyaret etti. 

“Daha otantik ve uyumlu bir Türk düzenine geçiş”

Yalnızca İstanbul değil; Erdoğan, ülkede yaşamın her köşesinde yükseliyor. Modern Türkiye tarihi boyunca farklı ideolojik fraksiyonlara itiraz eden devlet kurumları, 2003’te Erdoğan başbakan olduğundan beri yavaş yavaş ve özellikle 2014’te Cumhurbaşkanı seçildikten sonra önemsizleştirildi. Erdoğan neredeyse her zaman televizyonda. Hemen hemen her gün üç farklı konuşma yapıyor ve bu konuşmalar bütün haber kanallarından canlı yayınlanıyor. Temmuz 2016’da gerçekleşen başarısız darbe girişiminin ardından ilan edilen ve hala süregelen olağanüstü hal sayesinde hukukun tüm gücünü de kullanarak ülkeyi yönetiyor. Destekçileri kendisine ‘Reis’ diyor. 

Hükümetin Türkiye toplumunu AKP ideallerine göre şekillendirme girişimleri son yıllarda eğitime, aileye ve kültüre kaydı. Ortodoks-Sünni anlayışı Türkiye’ye yayan Diyanet Başkanlığı’na para akmaya başladı, şimdi Diyanet’in 4 milyar liralık bir bütçesi var ve bu bütçe, birçok başka bakanlığın bütçesinden daha yüksek. Erdoğan, ‘’dindar nesiller’’ yetiştirmek istediğini bizzat kendisi söylemişti. Klasik, popülist-sağ kanat modaya uyarak Erdoğan, bu arzusunu, daha otantik ve uyumlu bir Türk düzenine geçiş için şekillendiriyor. Liberal ve seküler eğilimleri yabancı olarak tanımlıyor ve hoş karşılamıyor.  

“Birçok Türk genci daha şahsi ve kurumlardan uzak bir dini anlayışa evrilmekte’’

Ancak, AKP’nin gücünün zirvesinde olmasına rağmen, uzun soluklu trendler Türkiye toplumunun amansızca homojen bir İslamcı yola doğru gitmiyor olabileceğini gösteriyor. Muhafazakar medyada önemli bir kesim, geçtiğimiz günlerde muhafazakar gençler arasında yükselmekte olan dinden uzaklaşma eğilimini tartışıyordu. Geçtiğimiz Nisan ayında Milli Eğitim Bakanlığı çalışanlarınca Konya’da hazırlanan bir rapor, bu tartışmanın fitilini ateşledi.

Öğrenciler arasında yapılan anket, imam hatip okullarında eğitim gören kimi gençlerin dine değil Tanrı’ya inanmaya başladığını, yani deizme kaydığını göstermekte. İnançlarını ve geleneksel İslamcı inanışın ‘tutarsızlıklarını’ sorgulayan birçok Türk genci daha şahsi ve kurumlardan uzak bir dini anlayışa evrilmekte. Nisan ayından bu yana Türkiye genelinde dindar seçmenlerde de benzer eğilimler ortaya çıkmış ve muhafazakâr medyada endişeli yorumlar yapılma başlanmıştı. 

Deizm fenomeni belki abartılıyor olabilir. Fakat sebep olduğu endişe, Türkiye’nin İslamcılarının güvensizliğini açık etti. Cömertçe fonlanmalarına ve teşvik edilmelerine rağmen yeni açılan dini eğitim veren okullar; eski, dini eğitim vermeyenlere kıyasla daha kötü performans gösteriyor ve daha az tercih ediliyorlar. 

“Genç Türkler, ‘Türklüğü’ ve İslam’ı hayatlarının merkezi olarak tanımlamıyor”

Erdoğan’ın kadınlara bizzat beyan ettiği ‘üç çocuk’ isteğine rağmen, kentleşmenin etkisiyle doğum oranları Türkiye’de sürekli olarak düşmekte. Ayrıca boşanma oranları da -her ne kadar Avrupa ülkelerine kıyasla düşük olsa da- her yıl artmakta. Center for American Progress ve Türk anket firması Metropoll tarafından yapılan ankete göre, AKP’yi destekleyenler de dahil olmak üzere genç Türkler, ‘Türklüğü’ ve İslam’ı hayatlarının merkezi olarak tanımlamıyorlar. Ve hükümet her ne kadar sürekli olarak ‘yerli ve milli’ üretimin önemini vurgulasa da Türkiye’nin ekonomisi yabancı sermaye girişlerine bağımlı olmaya devam ediyor. Bunun sonucunda da cari hesap açığı sürekli olarak yüksek kalıyor. Türk tarihinde olduğu gibi, Erdoğan ve AKP’nin ideolojik idealleri de duvara tosladı. 

‘’Atatürk’ten beri devletin Türkiye toplumunu şekillendirme girişimleri hep limitli oldu”

Her ne kadar seçim mücadelesi tahmin edilenden daha çekişmeli geçse de Erdoğan güçlü popülaritesini koruyor ve gelecek Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de gücünü muhafaza edecekmiş gibi gözüküyor. Devletin bütün gücünün desteğiyle Erdoğan’ın dindar-milliyetçi muhafazakarlığı, Türkiye’de öngörülebilir siyasi geleceğe hakim olacak. Ancak AKP’nin dayattığı yara alan sosyal devrim, ülkenin içindeki ve dışındaki gözlemcilerin söylediği kadar derine inmiyor. Hiçbir hükümetin Taksim’i tamamen istediği yönde şekillendiremediği gibi, Atatürk’ten beri devletin Türkiye toplumunu şekillendirme girişimlerinin etkileri de hep limitli oldu. Şu anki hükümetin muhafazakar-sosyal projesinin sınırlarını anlamamız yıllar sürse de ilk emareleri gün yüzüne çıkmaya başladı.”


*Makalenin World Politics Review’da yayımlanan İngilizce orijinalini şuradan okuyabilirsiniz.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *