Zandan şiddetle kaçınmak

Zandan şiddetle kaçınmak

Bir kişiye ya da bir topluma olan kinimiz ve öfkemiz adalet tasavvurumuzu yamultuyor, sağlıklı karar alabilmemizi engelliyor ve bizi kör ediyorsa o öfke bizi zehirliyor demektir.

Zandan Şiddetle Kaçınmak

Yağmur Yaz

“Ey inananlar! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırınız. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de, sonra yaptıklarınıza pişman olursunuz.” (Hucurât/6)

Bir konuda yeterli bilgiye sahip olmadan eyleme geçmek ve gelen bir haberle anlamadan, araştırmadan bir başkasını yahut bir toplumu yargılamak kötü sonuçlara yol açan nahoş davranışlardır. Aslında bunu çoğumuz biliriz fakat bazen ya durup araştırmak işimize gelmediğinden ya da hakkında kötü zanda bulunulan kişi ya da topluma olan kinimizden dolayı bazen kendimize bile itiraf edemesek de gelen habere inanma eğilimi gösteririz. Çünkü nefsimize kolay gelen budur. Halbuki bizlere gelen aleyhte ve yanlış anlaşılmaya müsait olan haberleri iyice araştırıp soruşturmak durumundayız. Yoksa zanlarımızın peşine takılıp hem kendimize hem de çevremize zarar verebilecek davranışlarda bulunur sonrasında ise pişmanlık duyarız.

“Siz ey iman edenler! Zandan şiddetle kaçının! Unutmayın ki zannın bir kısmı ağır bir vebaldir! Birbirinizin gizli saklısını da asla araştırmayın ve birbirinizin gıybetini etmeyin! İçinizde ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanan biri var mı? Bakın, tiksindiniz işte! Sözün özü: Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincine varın! Kuşkusuz Allah tevbeleri kabul eden sınırsız bir rahmet kaynağıdır.” (Hucurât/12)

Bir kişi ve özellikle müslümanlık iddiasında olup da vahye uygun yaşadığını söyleyen bir kişi, hakkında bilgisi olmadığı bir konunun ardına düşmez. Öyle ki bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar bir süre sonra ister istemez zanlarının peşine takılıp gideceklerdir. Varsayımlara dayalı sözlerle çıkılan bir yolun sonu aydınlık değil karanlıktır. Halbuki hakikat aydınlığa götürür. Gittiğimiz yol karanlığa çıkıyorsa o yol Allah’ın bize göstermiş olduğu yol değildir.

Zanda bulunmak bizi yalana teşvik eder. Yalan ise dilimizi, sözümüzü, bilgimizi, vicdanımızı kirletir. Herhangi bir ilişkiden güveni alırsanız geriye ne kalır ki? Sözüne itibar edilmeyen, varsayımlarının kölesi olmuş, kafası iyi olan için değil de sürekli kötü olan için çalışan bir kişi tüm ibadetlerini yerine getirdiğini düşünse bile ibadetleri onu kötü olandan uzaklaştıramıyorsa eğer, o kişi ibadetlerinin hakkını verebilmiş midir?

“.. Öyleyse kendinizi temize çıkarmayınız. O, kimin Kendisine karşı sorumluluk bilinci taşıdığını en iyi bilendir.” (Necm/32)

Zanda bulunmak bizi gıybete teşvik eder. “Yüzüne de söylerim” tavrıyla, zannına kapılıp bir başkasının arkasından konuşan kişinin durumu ayette gayet açıktır. Üstelik “söylediklerimin hepsi doğru” diyerek gıybete devam etmek ve en ufak bir pişmanlık duymamak günahta direnmektir. Kaldı ki arkasından konuşulan şahsın hakkında söylenenler doğru olsa bile bu durum gıybet edildiği gerçeğini değiştirmez ve zaten söylenenler yalan ise bunun adı artık iftiradır.

Bir kişiye ya da bir topluma olan kinimiz ve öfkemiz adalet tasavvurumuzu yamultuyor, sağlıklı karar alabilmemizi engelliyor ve bizi kör ediyorsa o öfke bizi zehirliyor demektir. Zira kötü zan beraberinde öfkeyi, nefreti, kini, riyayı, yalanı ve dedikoduyu da getirecektir.

“Diğer insanlara sahici erdemlerle donanmayı öğütlerken sıra size gelince terk mi ediyorsunuz; ve üstelik Kıtabı da tilavet edip dururken? Siz hiç kafanızı çalıştırmayacak mısınız?” (Bakara/44)

Bilenle bilmeyen elbette bir olmaz. Fakat bilmemenin çözümü bellidir: öğrenmek. Peki ya bildiğini zannetmek? Cehalet bilmiyorum demek değil; bildiğini zannetmektir. Çünkü “bilmiyorum” bilgiye götürürken; “en iyisini ben bilirim” tavrı bir kibirlenme halidir. Kibirlenmek öğrenmenin önündeki en büyük engellerdendir. Kişi çoğu defa mükemmel olmadığını ileri sürse de aslında içten içe en iyisini ben bilirim ve en iyisini ben yapıyorum düşüncesi onu ele geçirmiştir. Bu durum hepimizin başına gelebilir ve belki de gelmiştir de.. Bundan dolayı eksikliğimizi farkına varıp üstünlük yarışından vazgeçmemiz gerekir. Kendimizi temize çıkararak başkalarını hor görmeyi bırakıp iyi ve güzel olana yönelmeyi tercih etmeliyiz. Mükemmel değiliz ve asla olamayacağız. Dolayısıyla sürekli hata yapma eğiliminde olan varlıklarız. Başkalarını kendimize göre hatalı görüp onları tek hatalarıyla yaftalayıp hor görmek aslında bizim de bir gün hata yapabilme olasılığımızı gözden kaçırmaktır.

Cennetle müjdelenmiş gibi mağrur, hiç hata yapmamış gibi toleranssız, her zaman en iyisini ve en doğrusunu bilirmiş gibi kibirli olduğumuz sürece kaybedeceğiz. En acısı da kaybettiğimizi farkına bile varmadan yitireceğiz tüm değerlerimizi.

“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen, en iyi olanla karşılık ver! Bir de bakarsın ki seninle arasında düşmanlık bulunan kişi sanki candan bir dostmuş gibi olur.” (Fussilet/34)

Tebliğimizdeki amaç; sorumluluğu üzerimizden atalım diye anlatmış olmak için anlatmak, hükmedici bir tavır kuşanarak üstünlüğümüzü kanıtlamak, dayatıcı olmak değil de Kuran’ın mesajını doğru bir dille iletip aynı zamanda muhatabımızı anlamaksa; üslubumuza dikkat etmek zorundayız. Başkalarını düzeltme çabası içerisine girip de kendimize dönüp bakmayı, öz eleştiri yapmayı unutursak vay halimize..

“Görmedin mi Allah nasıl bir örnekleme yaptı. Güzel söz, kökü yerde sabit, dalları gökte olan verimli bir ağaca benzer.” (İbrâhîm/24)

Doğru olan, kişileri değil problemleri tartışmak ve var olan problemi ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Tanımadan tanımlamanın, anlamadan yaftalamanın ve yargılamanın, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmanın bir adım ilerisi pişmanlıktır.

“.. İyilikler kötülükleri giderir. İşte bu, Allah’ı ananlara bir öğüttür.” (Hûd/114)

Hilal Haber

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *