Öyle görünmektedir ki, ‘Cumhur ittifakı’na dahil partiler, kendileri açısından “mümkün olanın en iyisi” denilebilecek bir zamanda erken seçim kararı almışlardır… Peki, seçimin muhtemel sonuçları neler olabilir?
16 Nisan 2017 Referandumu’nun yıldönümünden bir gün sonra MHP genel başkanı Bahçeli’nin Meclis’teki grup konuşmasında ‘erken’ seçim çağrısı yapmasının ardından yaşanan gelişmeler elbette ki değerlendirmeyi hak ediyor. Malum olduğu üzere, bu açıklamanın yapıldığı gün dahi seçimlerin normal tarihinde yapılacağı yönünde sarih ifadelerle kamuoyuna beyanlarda bulunan iktidar partisi, Bahçeli’nin bu çağrısından sonra konuyu görüşmek üzere acilen toplandı ve gerekçeleri büyük ölçüde Bahçeli’ninkilerle örtüşen bir açıklama yaparak genel seçimlerin 24 Haziran 2018 tarihinde yapılması yönünde bir karar aldı. ‘İttifak’ yapacaklarını daha önce ilan etmiş bulunan bu iki partinin oylarıyla ilgili önerge Meclis’e sunuldu ve yine bu iki partinin toplam oylarından biraz fazlasıyla da, seçimlerin mezkur tarihte yapılmasını öngören teklif genel kurulda kabul edildi. Gerek daha önceki açıklamalarında, gerekse Bahçeli’nin meclisteki konuşmasından sonra, erken seçimden kaçmayacaklarını ifade etmiş olan Muhalefet partileri ise, yeni duruma ayak uydurabilmek için ‘pozisyon’ arayışlarına girdiler. ‘Çatı aday’ üzerinde yürütülen hummalı faaliyetlerin akamete uğramasından sonra, tablo netleşti ve yaklaşık 2 aylık seçim sürecinin hangi zemin üzerinde yürüyeceği ana hatlarıyla belli oldu. Cumhurbaşkanlığı seçiminde AKP-MHP ittifakına karşı muhalefet partileri kendi adaylarıyla yarışa katılacaktı, milletvekili seçimlerinde ise daha geniş bir ‘ittifak’ içerisine girilecekti.
Elbette ki seçim süreciyle ilgili olarak, cumhurbaşkanı adaylarının kimlikleri, ‘çatı aday’ bulma arayışları, partilerin yürütecekleri kampanyaların mahiyeti, vekil transferleri, yüz bin imza ile aday olma, vb. konularda yapılan tartışmalar da önemlidir ama öncelikle ‘erken’ seçim kararının niçin alındığına dair bir değerlendirmek yapmak yararlı olacaktır. Bilindiği üzere, Cumhurbaşkanı Erdoğan, MHP genel başkanı Bahçeli ve bu partilerden birçok yetkili, 17 Nisan 2018’e kadar yapmış oldukları açıklamalarda bir erken seçime ihtiyaç olmadığı yönünde defaatle açıklamalar yapmışlar, hatta bu yöndeki çağrıları takbih etmişlerdi. Erdoğan, 2017 yılının Ekim-Kasım aylarında muhalefet liderlerinin çağrılarına: “sen neyin erken seçimini istiyorsun? Daktilolar başbakanlığın önüne fırlatılmıyor ki?” diyerek tepki gösterirken, Bahçeli, fetö bağlantısını ima ederek, Kılıçdaroğlu’nun çağrısına: “herhalde bir yerlerden çok büyük güç alıyor” sözleriyle cevap vermişti. Bahçeli’nin erken seçim çağrısı yaptığı gün ise Erdoğan, AKP genel başkanı sıfatıyla meclisteki grup toplantısında yaptığı konuşmada, işlerin yolunda gittiğine ve seçimlerin belirlendiği gibi 2019 yılında yapılacağına dair net ifadeler kullanmıştı. Fakat bu açıklamadan bir gün sonra, Cumhurbaşkanı, Bahçeli ile yaptığı görüşmenin ardından kameraların karşısına geçti ve tam tersi bir açıklama yaparak ‘ülkedeki şartlar’ın bir erken seçimi gerektirdiğini söyledi! Gerekçe, “yürütülen sınır ötesi operasyonların doğurduğu belirsizlikler”di ve bunların aşmanın yolu da ‘”acilen yeni yönetim sistemine geçmek” olarak gösteriliyordu. Bu, tam bir U dönüşü idi ve tabiatıyla kamuoyunda bunun nedenleri üzerine bir tartışma başladı. Acaba Bahçeli, daha önce yapmış olduğu gibi tipik bir ‘siyaset mühendisliği’ne mi soyunmuştu, yoksa ortada bir ‘danışıklı dövüş” var da muhalefet hazırlıksız mı yakalanmak isteniyordu? Bu soru, erken seçim kararının alınmasından sonraki birkaç gün içinde çokça tartışılmasına rağmen, hemen gündemden düştü; çünkü seçim takvimi öylesine hızlı işliyordu ki, bu soruya cevap aramakla geçecek zaman, muhalefet partileri için ‘kayıp vakit’ anlamına geliyordu. O nedenle partiler seçim çalışmalarına odaklandılar. Fakat bize göre, bu soruya verilecek cevap, seçim sürecinin teknik ayrıntılarına boğulmaktan daha önemlidir ve asıl bunun üzerinde durulmalıdır.
Öyle görünmektedir ki, ‘Cumhur ittifakı’na dahil partiler, kendileri açısından “mümkün olanın en iyisi” denilebilecek bir zamanda erken seçim kararı almışlardır. Bahçeli’nin önerdiği 26 Ağustos tarihi de aynı kapsamda değerlendirilebilir. Yurtdışındaki gelişmelerin bu kararın alınmasında belirleyici olduğu yönündeki iddia da doğru görünmemektedir. Örneğin, ekonomik dengeler açısından bir değerlendirme yapıldığında, durumun hiç de iyi olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Verilere bakıldığında, 2017 yılında, cari açığın % 47 arttığı, doğrudan yatırımların % 19 azaldığı, uzun vadeli kredilerin azalıp kısa vadeli kredilerin artması yüzünden borç çevirme işinin güçleştiği, yabancı kaynak girişinin %48 azaldığı, sıcak para girişinin ise % 273 arttığı görülmektedir. Bu basit tablodan bile, siyaset aktörlerinin ekonomik gerekçelerle bir ‘erken’ seçim kararı almayı düşünebilecekleri anlaşılmaktadır. Bunun dışında 2017 yılı sonunda ekonomistler tarafından yapılan bir çok değerlendirmede, dünya üzerindeki toplam dolar emisyonunun son 9 yıl içerisinde 4 kat artması nedeniyle, 2018 yılı içerisinde, (özellikle de bu yılın son aylarında) hiperenflasyonu tetikleyecek ‘küresel ölçekli’ bir ekonomik krizin (ve bunun Türkiye dahil gelişmekte olan ülkeler üzerinde yıkıcı etkileri) olabileceğine dair öngörüler vardır ve bunlar siyasetin aktörleri tarafından bilinmektedir. Ekonominin bu yıl içerisinde bozulması durumunda, 2019 Mart’ında yapılacak yerel seçimlerde iktidar partilerinin oy kaybına uğraması da kuvvetle muhtemeldir. Bu ise, kaçınılmaz biçimde Cumhurbaşkanlığı seçimini etkiler ki, bu durumu, Erdoğan ve Bahçeli’nin görmemesi mümkün değildir! Bunun dışında, erken seçimin 26 Ağustos’ta değil de 24 Haziran’da yapılmasının da ‘ittifak’ partileri (özellikle de AKP) için avantajlı bir tarih olduğu da söylenebilir. Zira kamuoyu yoklamalarında %10’un altında görünen ve AKP ile ‘ittifak’ yaparak baraj sorununu çözen MHP için iki tarihin herhangi birinde seçimin yapılmasında esasen bir fark yoktur. Fakat seçimin daha erken bir tarihte yapılması AKP’nin yararınadır; çünkü “mümkün olan en erken tarihte” yapılacak bir seçim, muhalefetin ‘hazırlıksız’ yakalanması anlamına gelecektir ki, buradan karlı çıkacak olanın AKP olduğu açıktır. Çünkü benzer şekilde ‘ittifak’ arayışlarına girecek olan bu partiler, zaman sıkışıklığı yüzünden rahat çalışamayacaklar ve ‘çatı aday’ bulma noktasında zorluk yaşayacaklardır. Ayrıca kamuoyu araştırmalarına göre, halihazırda % 50 bandını zorlayan ‘Cumhur İttifakı’nın, ilerleyen süreçte oy kaybetme riski de vardır. Özellikle de yurtdışı operasyonların maliyetinin ekonomik dengeleri daha da bozma ihtimali olduğu için, en erken tarihte yapılacak bir seçim bu riski de ortadan kaldıracaktır. Ek olarak, en erken tarihte yapılacak bir seçimin ‘sağ’ seçmene hitap eden (dolayısıyla da AKP tabanından oy çalabilecek) İyi Parti’nin yükseliş trendini de görece olumsuz etkileyeceği bellidir. Her ne kadar İyi parti genel başkanı Akşener’in erken seçimlerin 15 Temmuz 2018 tarihinde yapılabileceğine dair bir öngörüsü bulunsa da, yeni kurulmuş bir parti olarak, İyi Parti’nin daha erken tarihte yapılacak bir seçime yeterince ‘iyi’ hazırlanamayacağına kuşku yoktur.
Bu ana gerekçeler açısından bakıldığında, ‘erken’ seçim kararının ‘Cumhur İttifakı’nın lehine olduğu söylenebilir ama bu, muhalefet cephesinin tümden ‘çaresiz’ olduğu anlamına da gelmemelidir. Örneğin muhalefet bloğunu oluşturan her parti, kendi adayı lehine güçlü bir kampanya yürüterek cumhurbaşkanlığı seçimini 2. tura bırakabilecek bir strateji yürütebilir. ‘Sıfır Baraj’ formülü de bu noktada işe yarayabilir. Zira böylece % 10’luk barajın altında kalan partilerin seçmen kitlesi konsolide edilebilir. Seçimin 2. tura kalması durumunda ise, muhalefetin herhangi bir aday lehine yarıştan çekilmesi kolaylaşır. Bu durumda da, 16 Nisan Referandumu’na benzer bir tablonun ortaya çıkması ihtimali güçlenir. Bu arada seçim sürecinde muhalefet cephesini konsolide edecek başka ‘taktikler’ denenebileceği de unutulmamalıdır, zira bu seçim, muhalefet partileri için ‘kritik’ önemi haiz bir seçim olacaktır ve bunu sadece onlar değil, ‘küresel güçler’ de iyi bilmektedir. 24 Haziran seçimlerinde, bu güçlerin ‘muhalefet’ bloğunu destekleyeceği açıktır. Bu noktada, İyi Parti’nin, (tıpkı Haziran 2015 seçimlerinde HDP’nin gördüğü işlev gibi) bir rol üstlenmesi mümkündür. Kamuoyu yoklamaları, bu partinin, AKP’den daha çok CHP tabanından oy aldığını gösterse de, sonuçta, bir ‘sağ’ parti olması nedeniyle, ‘iktidar partisi’nin oy oranını aşağıya çekme ihtimali vardır. Ayrıca Erdoğan karşısındaki ‘sert’ muhalefeti nedeniyle, bu partinin liderinin küresel güçler tarafından ‘sempatik’ karşılandığı da bilinmektedir.
Bu noktada seçimin muhtemel sonuçları üzerine de bir şeyler söylemek yararlı olacaktır. Cumhurbaşkanlığı seçimini Erdoğan’ın kazanması durumunda, halihazırda ‘fiili’ olarak yürüyen sistem, ‘yasallık’ özelliği kazanacak ve resmiyette sadece ‘yürütme’nin başı olan Cumhurbaşkanı, yasama ve yargı alanlarında da büyük bir etkinliğe kavuşacaktır. Bu, zaten zayıf olan ‘muhalefet’in iyice zayıflaması (belki de yok olması) demektir. Özellikle de küresel güçlerin bunu istemediği açıktır. Bu yüzden, gerek iç muhalefetin gerekse küresel güçlerin, bu seçimlere ‘asılacağı’ kesindir. Fakat burada başka bir ‘plan’ daha olabilir. Malum olduğu üzere, küresel güçler, 17-25 Aralık operasyonlarından bu yana, Erdoğan’ı iktidardan etmek için çalışmaktadırlar. Bunun için de, ince elenip sık dokunmuş bir ‘imaj bozma’ operasyonu yürütmektedirler. Burada amaçlanan, Erdoğan’ın bir ‘diktatör’ olduğuna dair yaratılan imajın, yine Erdoğan’ın eylemleriyle güçlendirilmesidir. 2013 yılından beri sürdürülen bu operasyonda büyük mesafe kat edildiği de ortadadır (özellikle de 2016’daki darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL döneminde yapılan uygulamalar bu imajın güçlenmesinde önemli pay sahibidir). Fakat eğer küresel güçler, bu operasyonda henüz istenilen aşamaya gelinemediğine dair bir kanaate sahiplerse (zira imajı bozulmasına rağmen, Erdoğan halkın önemli bir bölümünden hala oy alabilmektedir!), 24 Haziran seçimlerini Erdoğan’ın kazanmasını da isteyebilirler! Çünkü bu durumda istedikleri olacak; Erdoğan, sahip olduğu yeni yetkilerle, onların çizmeye çalıştığı imajı daha da güçlendirecektir. Biz tabii ki birinci ihtimali daha güçlü görüyoruz, ancak, ikinci ihtimalin de yabana atılmaması gerektiğini düşünüyoruz.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerini muhalefetin adayının kazanması durumunda ise, olabilecekleri tahmin etmek zor olmasa gerektir. Normalde beklenecek olanların başında, yeniden ‘parlamenter’ sisteme geçiş sürecinin başlatılması gelecektir ki, bu, önümüzdeki 2 aylık dönemde muhalefet partilerinin de altını çizeceği hususlardan biri olacaktır. Bunun dışında, Erdoğan’ın iktidardan düşmesi durumunda, geçmiş dönemin ‘yanlışlar’ını düzeltmek adına, büyük bir kampanya başlatılacağı da söylenebilir. Elbette meclisteki dengeler de bu süreçlerin yürümesi noktasında etkide bulunacaktır ancak burada şu hususa dikkat etmek gerekir: toplumun kutuplaştığı yerlerde, iktidar değişimi sonrasında bu türden ‘sert’ adımlar atılabilmektedir. Bunun da elbette toplumsal birliğe zararı olabilir; fakat Türkiye’de son 5 yılda bu açıdan ciddi gelişmeler olmuştur. 2016 Temmuz’undaki ‘darbe’ girişimini dahi bu gözle okumak mümkündür. Girişimin başarısız kalması, ‘gerginliğin’ azaldığı şeklinde yorumlanmamalıdır. Bu türden ‘toplumsal’ gerginlikleri ortadan kaldıracak olan şey, ‘geleceğe dair ümitleri beslemek’tir. Gerek iktidar cephesi, gerekse muhalefet cephesi bu yönde sahici bir varlık ortaya koyamazsa, iktidarın sahipleri değişse dahi, kutuplaşma ortadan kalkmaz. Bu nedenle, 2019 seçimlerinin siyasetin dizaynı noktasında ‘kritik’ önemi haiz olduğu açık olsa da, ‘toplumsal’ değişim bakımından da neticeleri olacak önemli bir dönemeç noktası olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Son olarak, seçim sürecinde Müslümanların pozisyonu üzerine de şunları söyleyebiliriz: Malum olduğu üzere, AKP, büyük ölçüde ‘sağ’ seçmenden oy almaktadır, fakat özellikle de 15-25 Aralık operasyonlarından sonra başlayan süreçte, ‘İslamcı’ olarak nitelendirilebilecek kesimlerden de oy alabilmiştir. AKP’nin ilk 10 yılında bürokraside ötelenen bu kesimler, bu süreçte, AKP’ye destek verebilmişlerdir. Burada, görünürde ‘başörtüsü’nün serbest bırakılması vb. icraatların etkili olduğu söylenebilir ancak daha derinlikli bakıldığında, burada ‘bilinçli’ bir politikanın uygulandığı görülmektedir. AKP bu süreçte, Gülen Cemaati’nden boşalan bazı pozisyonları ‘İslamcılar’la doldurmak suretiyle, hem kendisini iktidardan etmek isteyenlere bir ‘mesaj’ vermektedir hem de ‘yeni’ bir toplumsal taban bularak oy oranını artırmaya çalışmaktadır. Her ne kadar bu tabandan gelecek destek niceliksel olarak fazla anlamlı olmasa da, ‘nitelik’ bakımından bir farklılık arz etmektedir. (Nitekim 15 Temmuz darbe girişiminde iktidarı cansiperane savunanların önemli bir kısmı, ‘İslamcı’ olarak bilinen vakıf, dernek vb. yapılara üye olan kişiler veya bu yapıların sempatizanlarıdırlar!) Bu bağlamda, ‘İslamcı’ olarak bilinen camianın görece ‘popüler’ isimlerinin AKP-destekçisi olması elbette manidardır ve üzerinde düşünmeyi hak etmektedir. Bu her şeyden önce, ‘İslamcı’ olarak bilinen popüler yapıların siyasi bilinç noktasında zaafına işaret eder. Bu ‘zaaf’ın nedenleri elbette tartışılabilir: kimileri bu zaafı, ‘nefsî’ olarak görse de, bize göre, esasen, ‘düşünsel’dir. Zira AKP’ye verilen bu destek, bu yapıların sağlıklı bir ‘sistem’ değerlendirmesi yapamadığını göstermektedir. Bu ise ancak ‘düşünsel’ bir zaafla izah olunabilir.
1980’li yıllarda ‘sistem-dışı’ olmayı ‘iman’ın bir gereği sayan yapılar, ne olmuştur da, ‘sistem-içi’ olduğu besbelli olan bir partiye ‘açıktan’ destek verecek hale gelmişlerdir? Burada söylenecek olan, ancak, bu yapıların evveliyattaki ‘sistem-dışı’ söylemlerinin dayandığı temelin de zayıf olduğudur. Tabiatıyla, temel zayıf olunca, üstüne inşa edilenlerin çökmesi de kolay olmaktadır. Bu son örneğin de gösterdiği gibi, Müslümanlar, sağlam bir düşünsel temele dayanmadan sağlam pratikler üretemez. Oy verme, esasen, ‘sistem’in onaylanması ile ilgili bir pratiktir. Hangi partiye oy verileceği ise bunun yanında tali bir konudur.
İKTİBAS
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *