İsrail’in kuruluşunda İngiltere’nin tarihi rolü

İsrail’in kuruluşunda İngiltere’nin tarihi rolü

Manda dönemi, İngilizlerin Filistin’de Yahudi yerleşimini ve devletleşmeye gidişlerini kolaylaştırmak, Siyonist hareketi Filistin’e kesin ve hakim bir şekilde yerleştirmek, Arapların ise Yahudilerin Filistin’de çoğalmalarına karşı durmak için uğraştıkları dönemdir.

Fatih Özkartal / İlim ve Medeniyet

İngiltere’nin Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulmasındaki rolü hiç şüphesiz çok büyüktür. İsviçre’nin Basel kentinde Thedor Herlz‘in başkanlık ettiği kongrede toplanan ilk Dünya Siyonist Teşkilatının ilk kongresinde Herlz, daha önce kitabında (Der Judenstaat) belirttiği emelini gerçekleştirmek adına ilk adımı atmış bulunmaktaydı. Adını Filistin’deki Siyon tepelerinden alan bu teşkilat, Yahudi devletinin oluşması için gerekli temelleri atmaya bu toplantıdan sonra başlayacaktı. Herlz’in bu konuda İngiltere olan münasebeti, sırasıyla Almanya ve Osmanlı Devleti’yle herhangi bir şey ümit edemeyeceğini anladıktan sonra İngiltere’yle teşebbüse geçmiştir.

O dönem hala Osmanlı Devleti’nin idaresi altında bulunduğu için İngiltere bu topraklar üzerinde vaatte bulunamıyordu. İngiltere 1903 yılında Herlz’i İngiltere’ye çağırarak Uganda’da devlet vaadinde bulunmuştur. Herlz bunu başta kabul etse de Dünya Siyonist Teşkilatınca kabul görmemiş ve Filistin dışında herhangi bir devleti kabul etmeyeceklerini bildirmişlerdir. Herlz’in ölümü üzerine Dünya Siyonist Teşkilatı’nın başına geçen Chain Weizmann İngiltere ile ilişki kurmaya devam etmiştir.

İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour, Yahudilerin isteklerine ilişkin olarak ABD Başkanı Wilson’un da desteğini alarak 2 Kasım 1917 yılında İngiltere Siyonist Dernekleri Başkanı Lord Rotschild’a tarihe “Balfour Deklarasyonu” olarak geçen mektubu gönderdi. Bu mektupta Balfour, Filistin’de Yahudi halkı için bir milli yurt tesisini müsait karşılamakta olduğunu Lord Rotschild’a bildirmiştir.

Rusya’nın Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilmesiyle birlikte ittifak devletlerince imzalanan gizli anlaşma Sykes-Picot açığa çıkacaktı. Ancak bu gizli anlaşmada İngiltere ve Fransa’nın bölüşeceği Ortadoğu topraklarında Filistin yoktu. 1920 yılının Nisan ayında yapılan San Remo Konferansı ile Filistin üzerinde İngiliz manda yönetimi kabul edilmiş. Milletler Cemiyeti Konseyi’nin aldığı kararla Filistin’deki İngiliz manda yönetiminin esasları belirlenmişti.

İngilizler Filistin’deki manda yönetiminin politikasını açıklamak amacıyla Dünya Siyonist Teşkilatı’na bir bildiri gönderdiler.

Bu bildiriye göre:

1- Yahudilere bir “Yahudi Filistin” yaratma yetkisi verilmediği, Yahudiler için sadece bir yurt oluşturulmasının söz konusu olduğu;
2- Filistin’de Yahudi ve Arap’ların beraber yaşayacakları;
3- İngiltere Hükümeti’nin sadece Dünya Siyonist Teşkilatını muhatap alacağını, Filistin’deki diğer Yahudi kuruluşların, Filistin yönetimini İngiliz makamlarıyla paylaşmalarının söz konusu olmayacağı;
4- Filistin’de yaşayan herkesin Filistin vatandaşı olduğu;
5- Yahudilerin de Filistin’de sadece bir “toplum” teşkil ettiklerini;
6- Yahudilerin Filistin’e göçlerinin bu ülkenin ekonomik kapasitesine bağlı olacağı.

İngiltere, Filistin’deki manda yönetimini şu esasa dayandırmak istedi: Filistin’de Araplarla Yahudiler arasında bir işbirliği sağlayarak manda yönetimini geliştirmek ve Filistin’i bağımsız bir devlet olarak hazırlamak. Ancak bu fiiliyatta hiçbir zaman gerçekleşmedi. Araplarla Yahudiler arasında çatışmalar meydana gelmeye başladı. Yahudiler ise Balfour deklarasyonunun aksine bir yurt edinmekten ziyade bir Yahudi Devleti oluşturma gayretine girdiler. İngiliz mandası çatışmaları önlemede yetersiz kaldı. İki toplum arasındaki gerginlik hep tırmanmaya başladı. Sayıca az durumda olan Yahudiler gün geçtikçe gelen göçlerle artmaya başladılar ve bu durum Arapların tepkisine yol açtı.

Özellikle manda dönemi, İngilizlerin Filistin’de Yahudi yerleşimini ve devletleşmeye gidişlerini kolaylaştırmak, Siyonist hareketi Filistin’e kesin ve hakim bir şekilde yerleştirmek, Arapların ise Yahudilerin Filistin’de çoğalmalarına karşı durmak için uğraştıkları bir dönemdir. Otuz yılı aşkın yönetimi altında İngiltere, önce işgal kuvveti daha sonra da manda yöneticisi olarak bulunduğu Filistin’de çelişkilerle dolu bir siyaset izlemiştir. Yine de bu döneme damgasını vuran İngiliz siyaseti temelde Yahudilerden taraf olacaktır. Filistin’de manda idaresini yerleştiren İngiltere’nin işi hiç kolay değildi çünkü mevcut durumda Filistin’i yönetmek İngiltere için hiç kolay olmayacaktı.

1922 yılında Filistin’deki Yahudi nüfusu 83 binden 467 bine çıktı. Nüfus değişimine paralel olarak Yahudilerin sahip oldukları topraklar da 60 bin hektardan 155 bin hektara çıktı. Yahudi nüfusunun ve denetimleri altındaki toprakların genişlemesi Filistin bölgesinde bir Yahudi sorununun da doğmasına sebep oluyordu. Bu sorun yalnızca toplumsal ya da siyasi bir sorun değildi. Aynı zamanda bölgede çatışmaları da beraberinde getiren bir terör sorunuydu

İngilizler Filistin’de Balfour Bildirgesi ile Yahudilerle manda yönetimi arasında bir denge kurmaya çalışmışlardır. Diğer taraftan da Araplarla Yahudiler arasında ilişki kurmaya çalışmışlardır. Aynı zamanda bu iki grup arasında ilişkileri geliştirmeye çalışmışlardır, ancak bunda başarılı olamamışlardır. Araplar bu politikanın karşısında olmuşlar, bunun sebebi ise Arapların Yahudileri Filistin’de bir taraf olarak kabul etmemekte ısrarcı olmalarıydı. Kendi yaşadıkları topraklarda Yahudilerin söz hakkında sahip olmadıklarını savunmaya devam ettiler. Ancak İngilizler, misyonu gereği Yahudilere bir yurt tahsis etmeye devam ettiler ve Yahudileri bir taraf olarak gördüler. Bu durum aynı zamanda Araplarla Manda yönetimi arasında bir çatışmanın temel sebebini oluşturmaktaydı.

Araplar başlayan bu Yahudi akınları karşısında ekonomik ve sosyal alanlarda fazla olmak üzere birçok sıkıntılar yaşamaya başlamışlardı. Bu dönemde 1920, 1921 ve 1929 yılında üç büyük Arap ayaklanması meydana gelmiştir. İngiliz Manda yönetimi bu ayaklanmaları askeri müdahalelerle durdurmaya çalışmıştır. Bu ayaklanmaları bastırmak çok kanlı neticeler doğurmuştur. İngiliz askerleri de dahil üç taraftan da yüzlerce insan ölmüştür. İngiliz manda yönetimi Filistin’deki Yahudi-Arap çatışmalarını askeri müdahaleyle durduracağını düşünmekteydi fakat sonraki gelişmeler bunun böyle olmayacağını gösterecektir.

1929 Ayaklanmasından sonra İngiltere çözüme ilişkin arayışlara yöneldi. Walter Shaw ve Sir Hope Simpson başkanlığında hukukçular ve iktisatçılar komitesini inceleme yapması ve bu incelemeler neticesinde rapor hazırlamak üzerine Filistin’e gönderdi. Rapor hazırlama işlemi üç ay sürmüş ve üç ay sonra rapor İngiltere’ye sunulmuştur. 1930 yılında Passfield Beyaz Kitabı, bu rapor doğrultusunda hazırlanmıştır. Sosyalist bir ekonomist olan Baron Passfield, Arapların maruz kaldığı acı durumu görmüştür. Siyonizmi emperyalizme benzeten Passfield yapılan Yahudi göçleri neticesinde ekonomik ve sosyal yaşamda problemlerin artacağını düşünmüştür. Yahudilere göç sınırlandırmasını ve toprak satışının da sınırlandırılması gerektiğini raporunda belirtmiştir. Oluşmuş olan mevcut durumda Arap-Yahudi işbirliğine dayanan bir yönetimi tavsiye etmiştir. Bu kitapta ayrıca Yahudilerin iyi bir örgütlenmeyle 1 milyon dönüm toprağa sahipken Arapların üçte birinin topraksız olduğu belirtilmiştir. Bölgeye yapılan Yahudi göçünün toprak yetersizliğine ve Araplarda işsizliğe neden olduğunu belirtmiştir. Yahudilere toprak satışının sınırlandırılmasını bundan dolayı savunmuştur. Bu belge, İngilizlerin Arapların haklılığını kabul eden ve Arapların görüşlerini benimseyen tek belgesi Passfield Beyaz kitabı olmuştur. Bu söz konusu rapor, Arapları son derece memnun etse de, Dünya Siyonist Teşkilatını ayağa kaldırmıştır. Beyaz Kitap, dünyanın birçok yerinde Yahudiler tarafından protestolara sebep olmuştur. Protestoların şiddeti, İngilizleri geri adım atmaya zorlamış ve İngiliz Başbakanı McDonald, 13 Şubat 1931’de Weizmann’a bir mektup yazarak, İngiltere’nin 1917 Balfour Deklarasyonu ile benimsediği politikayı sürdürdüklerini belirtmiştir ve bu raporun Arapların nezdinde bir ehemmiyeti kalmamıştır.

1933 yılında Yahudi karşıtı söylemlerle iktidara Hitler’in gelmesiyle Filistin’e gelen Yahudi göçü artmıştı. Bu göçler mevcut çatışmaları arttırmış ve İngilizler bölgeye tekrar bir heyet göndermişlerdir. Hindistan İşleri eski Bakanı William Robert Peel başkanlığında bir heyet rapor hazırlaması için Filistin’e gönderildi. 2 ay süren araştırma ve incelemeler sonrasında hazırlanan rapor İngiliz Hükümeti’ne 1937 yılının Temmuz ayında sunuldu.

Peel Raporuna göre Yahudilerle Arapların aynı devlet içinde yer almasının mümkün olmayacağını, Filistin topraklarının Arap, Yahudi ve Kudüs’ün İngiliz mandasında bulunan uluslararası bölümü olmak üzere üçe ayrılması gerektiğini içermekteydi. Bu rapor Filistin’i üç kısma ayırmayı önerdiği için Taksim Raporu da denmektedir. Ancak Araplar ve Yahudiler bu raporu kabul etmediler. Araplar Filistin topraklarında bir Yahudi devletine karşı olduklarını belirttiler. Yahudiler ise başta küçük de olsa bir Yahudi Devleti’nin kurulmasına olumlu baktılar ancak daha sonra yaptıkları 20. Dünya Siyonist Teşkilatı Kongresinde Filistin’in tamamının Yahudilere ait olduklarını belirttiler. Yani bu Taksim raporunu reddettiler. Yahudiler artık açıkça bir Yahudi Devleti’nin kurulmasından bahsediyorlardı.

Robert Peel Taksim raporunu İngiltere Hükümeti’ne bildirmişti ancak kısımlara ayrılan üç bölgenin sınırlarını belirlememişlerdi. Bunun üzerine İngiltere Hükümeti Filistin’e John Woodhead başkanlığında yeni bir heyet gönderdi. Bu komisyon yaptığı incelemeler neticesinde hazırladığı raporu Kasım 1938’de yayınladı. Rapor Filistin’i; Arap devleti, Yahudi devleti ve İngiltere Mandası olmak üzere üçe ayırıyordu. İngiltere Hükümeti bu raporu beğenmeyerek ilk politikasına geri döndü: “Filistin’de Araplar ve Yahudiler bir arada yaşamak zorundadırlar. İngiltere bu politikasının esaslarını belirtmek için Londra’da bir konferans düzenledi ve bazı Arap devletlerinde gelen ve Filistinli Arap ve Yahudi temsilcilerin katılımıyla bir konferans düzenlendi ancak herhangi bir uzlaşıya gidilemedi ve bu konferans da sonuçsuz kaldı.

2. Dünya Savaşına doğru gidildiği ve Almanya’yla savaşma tehlikesinde bulunan İngiltere farklı bir politika yoluna giderek Arapları yanına çekmeyi planlayarak bazı işlere girişti. İngiltere’nin Sömürgeler Bakanı Arthur McDonald tarafından “McDonald Beyaz Kitabı” adıyla Mayıs 1939 yılında resmi bir belgeyle açıklandı. Bu rapora göre on yıl içinde Filistin’de bağımsız bir devlet kurulacaktı. Araplar ve Yahudilerin ortak destekleriyle Filistin Devleti kurulacaktı. Yahudilerin Filistin’e göçü sınırladırılacak ve kaçak göçler engellenecekti. Beş yıl içinde sadece 75.000 Yahudi’nin Filistin’e göçüne müsaade edilecekti.

Bu rapor Arapları ikiye bölerken Yahudilerde şok etkisi yaratmıştır. Yahudiler bu raporu kara kitap olarak adlandırdılar. McDonald Beyaz Belgesine şiddetli tepki gösteren Siyonistler, bu belgeyle İngiltere’nin Yahudi ulusal yurdunun kurulmasını desteklemekten vazgeçtiği gibi, bu hedefin önünde bir engele dönüştüğünü düşünmüşler ve Siyonistler için bir dönüm noktası olan bu gelişmeyle birlikte Siyonistler Manda rejiminin son bulması için eylemlerde bulunmaya başlamışlardır. Ancak Yahudiler yine de İngiltere’nin yanında savaşmışlardır. Bununla ilgili Yahudi Ajansı Başkanı Ben Gurion şöyle der: “Bu savaşta ortada son İngiliz kararı yokmuş gibi İngilizlerle birlikte savaşacağız ve savaş yokmuş gibi İngiliz kararıyla mücadele edeceğiz.”

2. Dünya Savaşı bittiğinde İngiltere üzerinde baskılar arttı. Savaşın bitmesiyle birlikte Yahudiler eski hamilerine düşman oldular. Yahudilerin savaş sonrası için İngiltere’ye karşı silahlanmaları, artan Siyonist propaganda baskısı, Yahudi göçlerinden doğan Yahudi-İngiliz-Arap çatışmalarının artması, Arapların 1939 Beyaz Belgenin uygulanması için artan baskıları ve İkinci Dünya Savaşı’nın neden olduğu yıkım nedeniyle ekonomik bir çöküntü yaşamakta olan ve bölgedeki şiddet olaylarını kontrol altına alamayan İngiltere, Arap-Yahudi meselesini Birleşmiş Milletler (BM) platformuna taşımayı tercih etmiştir.

Birleşmiş Milletler’in Taksim raporu da işe yaramamıştı. İngiltere bu taksim kararından sonra İngiltere bir açıklama yaparak 15 Mayıs 1948’den itibaren Filistin’den çekileceğini bildirdi ve bu karara uydu. İngiltere’nin Filistin’den çekilmesinden sonra Yahudiler İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan ettiler.

Kaynakça
– YILMAZ ŞAHİN Türel, Uluslararası Politikada Ortadoğu, Barış Kitap Yayınevi, Ankara, 2016.
– KURT Emre, Balfour Deklerasyonu ve Sonrasında Yahudi-Arap Mücadelesi
– AKÇA Mehmet, Tartışmalı Topraklar: Filistin.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *